Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Şahin Doğan'ın 'Düşünen Düşer' Kitabı ve Şehla'nın Şerhi

Bir müddet önce: "Düşünen Değil Duran Düşer" diye bir yazı yazmış ve Şahin Doğan kardeşimin kitabından söz etmiştim. Yazımıza, kitap elimize geçince, düşünenin nasıl düştüğünü görmüş olacağız, diye de ilave etmiştik. Şahin'in Yüzleşme Yayınlarından çıkan 2023 Mayıs ilk baskılı "Düşünen Düşer" kitabı, edebiyattan sanata; dinden felsefeye; şiirden romana kadar konuları işleyen 117 deneme tadındaki yazılardan müteşekkil, 264 sayfalık, buram buram te'lif kokan bir kitap. Te'lif meselesi biraz önemli bu fâkire göre. Bir kitapta alıntılar ağır basınca, okuma sıkıntısı çekiyorum biraz. Risale-i Nur gibi, "ne Doğu'nun ulûmundan ne de Batı'nın fünûnundan alınmış" tamamen Kur'an'dan ve hadîsten mülhem ve telif eserleri okumaya alışmamızdan olsa gerek bu huyumuz.

Şahin Doğan, bir fikir işçisi gibi. Okuduklarından, tecrübe ve birikimlerinden gergef gibi yeni fikirler üretiyor, sorular soruyor, akla kapılar açıp gerisini yine akla havale ediyor. Bazen açmazlarını, eksik bilgileri ya da anlamakta zorlandığı hakikatlere yüklüyor; bazen de gerçekten anlamak için sesli düşünüyor. Ama cesur ve açık sözlü olduğu muhakkak. Yani "Kabr-i kalpten hakâik çıplak çıkıyor." Çünkü bütün sırların ortaya çıkacağı bir gün bizi bekliyor. Saklanacak bir şeyimizin kalmayacağı bir günün, dünya yolcuları olduğumuz düşünülürse, bundan daha merdâne ve dürüst bir davranış olmasa gerek.

dusunenduser.jpgŞahin kardeşin, okuduklarının hakkını veren, onlardan bir netice çıkararak bizlere yansıtan yani bizleri de onları okumuş hâle çeviren yönünü takdir ediyorum. Diğer bir takdirim de fikir pergelinin ucunun, dâima iman dairesinde kalması. Bu, çok önemli. Özellikle felsefe bataklığına dalıp kendini yitirenlerin aksine Şahin, okuduklarını süzüyor, nurlardan aldığı birikimlere de vuruyor ve bazen savrulsa da çeperleri tamamen yıkmıyor. Bu yönleriyle derin bir saygıyı, kendi adıma ifade edeyim ki istifade için tekrar tekrar okumayı hak ediyor.

Diğer yazılarında, bu kitapta da yer yer ölüm hakikatini nazara vermesi de ayrı bir güzellik. Her şey, ölümle çarpılacak, neticede bazılarına göre ölümle hiçliğe düşecek, ebedî bir bilinmez ve görünmezliğe mahkûm olacaksak; hayatın, yaşamanın sıkıntısını çekmenin bir anlamı kalmıyor ki. Buna böyle inananların bir biçimde, bazen de rezil şekilde intiharı seçmeleri, bu mantığa göre daha geçerli ve belki de tek kurtuluş yolu. Çünkü sonunun hiçlik olacağını düşünen bir insanın rahat hayat sürmesi mümkün değildir. Bazı medeniyet fantaziyeleri belki aklı uyuşturmada geçici teselli edebilir insanı. Ama bu da devamlı şekilde ölümlerle delindiği için, pek esaslı bir yol değil.

Yazıların bazılarını tavzih yani açıklama, bazılarına da itirazlarımı da kayda geçirmek adına birkaç hususu dile getirmek isterim.

Öncelikle, "Düşünen Düşer" yazısındaki "Dindarlığın aydınlık hâlesi tevâzu ve mahviyettir." anlamına gelen cümlesi ne kadar güzel, yerindeyse; "İnanmanın durmak, düşünmenin hakkını verememek, sanki düşünmeden teslim olmak" anlamına gelen cümleleri de o kadar boşlukta kalıyor. Hele, bunu delillendirmek için Kur'an'ın tefekkürü emreden âyetlerini "serbest düşünmeyi değil, Kur'an âyetleri üzerine kurbiyet için düşünmeyi emrettiğini" ifade ise, hakikatten uzak bir tespit. Kur'an, Allah'ın kelâm sıfatından; kâinat ise, Kudret sıfatından gelen âyetlerdir, Allah'ın, insanı Allah'a ulaştıran kitaplarıdır. Yani Allah'a ulaştırmaları açısından, bu âyetlerin ve kitapların farkları yoktur ve olamaz. Kur'an, her iki kitabın âyetlerini tefekküre davet ediyor. Bunu da sadece iman edip teslim olduktan sonra yapınız, şeklinde değil; herkese hitap ederek yapıyor. Zaten bu "tefekkür, tezekkür, tedebbür" gibi düşünmeyi emreden âyetlerin tamamına yakını, Mekke Döneminde daha İslam toplumunun oluşmadığı dönemde inmesi de bunun delillerindendir.

Yani kâinattaki sanata, Kur'an'daki hikmete, nasihata bakın ve tefekkür, taakkul, tezekkür edin derken muhatap, sadece mü'min değildir. Bu tavsiye, mü'min olmayanı imana, Kuran'ı anlamaya, Yaratanı zâtı hariç, sıfatlarıyla tanımaya, azamet ve kudretini tefekküre; mümin olanı ise, bunlarla beraber ceza ve tehdidi, taat arzusu ve masiyet korkusunu tefekküre davet eder.

Hulâsa, "Düşmemek için, düşünün der." Kur'an. Yaratılanı görüp Yaratanı bilmemek, görmemek mümkün değildir, anlayın, diye ikaz eder. Böylece, düşünmeye istikamet ve pratiklik kazandırır. Kur'an'da tavsiye edilen biricik yol, mü'min ve diğerleri için tefekkürdür. Aksi yol çıkmazdır zaten.

Şahin'in "ibadet, üzerinde düşününce yapılamaz" diyerek eksik yorumladığı diğer bir cümle de bir âlim dediği ve alıntı yaptığı Said Nursi'nin "Senin yolunda bendeki cüz'i ihtiyariden vazgeçiyorum." cümlesidir. Said Nursi bu cümleyi tam olarak, bu bağlamda kullanmıyor. Bütün kâinatla alakadar insanın, bu kadar büyük ve geniş ihtiyaç dairesine uzanamayan, kendi cüz'i iradesine güvenmemek, dayanmamak anlamında kullanıyor. Çünkü insanın cüz'i ihtiyarisi, elde olmayan hadsiz ihtiyaçları karşılamaktan hem uzaktır hem de uzanabildiği daire kısa ve dardır. Öyleyse bununla onlar kazanılmaz, başka bir çare aramak lazımdır. "O çare ise, cüz'i ihtiyariden vazgeçip hakikat-ı tevekküle yanaşmaktır."

İbadet ise, acz ve fakirliğini görmek, anlamak, istihsan ve hayret makamıdır. İçinde hayreti, anlamayı, derinleşmeyi, fark etmeyi barındırmayan ibadet, devamlı ve feyizdâr olmaz, olamaz.

Çoğu zaman olduğu gibi, kötülük problemine de giriyor Şahin Bey "Ölümü Öldürmek" yazısında. "İyi ki ölüm ölmemiş, yani var. Yoksa hayat bütün bütün manasız ve abes." diyor yazısında haklı olarak."Ölüm çok soğuk ama lazım ve gerçek." dediği cümlenin devamında "Sonsuz bir merhamet ile gözle görülen bu kadar acının (ölüm, acı, ayrılık, ezilmek vesaire) bir aradalığı aklen ve mantıken imkânsız gibi." cümlesiyle de kendisiyle çelişiyor. Ben de şunları soruyorum Şahin Doğan'a:

Sen nasıl bir dünya istiyorsun kardeş? Mesela, haksızlığın, acının, ezmenin, ezilmenin olmadığı; yani insanın yapabilme, edebilme; yükselebilme, alçalabilme kabiliyetlerinin sınırlı olmasını mı istiyorsun? Öyle bir dünya, gerçek ve adaletli bir dünya olur mu? Yükselen yükselemeyecek, alçalan alçalamayacak; böyle bir dünya mı tahayyül ediyorsun? Kötülerin hatırı için iyilerin feda olduğu bir dünya yani. Mesela zulüm edilemezsin, insan hep adalet edebilsin. Hep tatlılık mı olsun, ölüm de ayrılık da olmasın mı? Nasıl bir dünya istiyorsun arkadaş? Böyle bir dünyayı zaten Cenab-ı Hak,ahiret olarak bize vaat ediyor ve gösteriyor.

Mesela bir okul olsun ki orada hep İbn-i Sinalar yetişsin, Neronlar olmasın mı istiyorsun? Ya da Neronlar, Şeddadlar olmasın diye hiç okul açılmasın mı mesela? Senin mantığına göre, kötülük yapabilme sınırlı olsun, iyilik yapabilme sınırsız mı olsun mesela? Bu, daha mı adaletli olur? Bunun nasıl bir adaletsizlik olduğunu bilmemek daha azim bir adaletsizlik.

Mesela bir demir dövülmesin, çekiç darbeleri alıp beylerin sofrasında kaşık olmasın; hep ham demir mi kalsın? Veya bir kereste biçilmesin, kesilmesin, hiç acı çekmesin ama hep kereste mi kalsın? Bu sualler ve cevapları seni bir yere götürür herhalde. Daha da önemlisi mesela en büyük acı olan ölüm, gerçekten çirkin mi? Hayat, şuur, ruh, hidayet, şifa gibi bizzat güzellerin dışında, bir şeyin çirkinlik ve güzelliğine neticilerine göre karar vermez miyiz?

Kitapta yazım hatalarının yanında, bazen anlamı bozacak noktalama hataları da var. Teknik terimler ise derinleşmeye engel gibi. Şahin teoloji, eskotoloji, apoloji gibi terimleri kullanıyor ve kullanmayı seviyor. Belki de maksadı ifade de en kısa yol olduklarındandır.

Şahin Bey, benim "uluslararası tedhiş örgütü" olarak nitelediğim mâlum yapının başını "fena, fani ve cani biri" olarak niteliyor haklı olarak. "Altın nesil diye nitelenen nesil ise "ihanet, montaj, dublaj ve takiyye" ile sonuçlandı." diyor, tam isabetle.

Şahin kardeşim, isim bulmak ve takmakta da biraz istekli. "Bulut bize acımaz ki yağmur versin, demek bize acıyan ve merhamet eden perde arkasında bir zât var." cümlesini kullandıktan sonra "Bu, bilimsel bir çıkarım değil; teolojik bir çıkarım." diyor. Ya güzel kardeşim, bunun bilimsel tanımını yap o zaman. Hem de Risale-i Nurun kalbi konumundaki iktiran bahsini konusunu anlatırken bunu yapma bari. Teoloji gibi bir bilim olmazsa, bulutun bizi acıyıp yağmur göndermesini bizi bilen ve merhamet eden zâttan başka ne ile izah edecektik?

Birine "Bir harf kâtipsiz, bir iğne ustasız olmaz." diye yazmıştım. "Bu, Said Nursi'nin bir analojisidir, bilim her şeyi çözecektir." diye bir cevap vermişti. Şimdi onu hatırladım. Ona "Said Nursi, bu sözü söylemeseydi, harfler kâtipsiz, iğneler ustasız mı olacaktı?" demiştim de susmuştu. Yani bu teolojik bir izah diye geçiştirdiğin husus, bir düzen, bir sanat, bir işleyişi bize gösteriyor. Düzen ve sanat olan yerde, o düzen ve sanatın sahibinden başka neyi arayabilirsin ki?

Sonra bilim neyi halletti şimdiye kadar? Sanatı, sanatın inceliklerini ortaya çıkardı. Bu, bir insanın sanatkâra olan hayret ve muhabbetini artırmaz mı? Harika sanatlar, basit sebeplerle gönderiliyor, bu da sebepleri doğrudan aradan çıkarır ve asıl Müsebbibi akla gösterir.

Said Nursi'nin mevcut imana gelen şüphe ve vehimleri def etmede bir yol olarak beyan ettiği "Neticenin kayyumu imandır. Deliller vehimleri süpürmek içindir." cümlesini de tersinden okuyor Şahin Bey. Öyle olunca da "Hiç kimse düşünerek, araştırarak, tabiatı inceleyerek iman etmedi." diye binlerle şahitleri ile çürütülebilecek bir cümle kuruyor. Daha geçenlerde okudum. Bir hakikat yolcusu sadece hücreyi mikroskop altında inceleyerek iman etti. Bir kişi bile olsa, bu hükmü iptal eder.

"Allah niçin takdis ve tespih ister ki?" cümlesi ile de bunu tuhaf bulduğunu anlatmak istiyor. Ben de Şahin'in bu cümlesini tuhaf buldum. Dokuzuncu Sözü dikkat ve tefekkürle okursa, "Rububiyetin kutsiyeti, paklığı dahi ister ki..." kısmına biraz dikkat ederse cevabını bulur inşallah.

Şahin Doğan'ın Kürt meselesindeki yaklaşımlarını genellikle doğru bulmakla beraber, Reisin bu meseledeki aldığı mesafeyi, samimiyeti ve gelinen noktayı görmemesini açıkça yadırgıyor ve bir fikir adamına yakıştıramıyorum. Nur talebelerinin delilleriyle yaptıkları beyanları, zillet olarak görmesini de ileri derecede yadırgıyorum

Sona doğru gidelim. Hacmi küçük fakat muhtevası derin böyle bir kitabı layıkıyla değerlendirmek zor. Biz sadece bildiklerimizle bazı meselelere küçük bir yazı ile dokunduk sadece. Şahin kardeşim anlayışla karşılar diye düşünüyorum, niyetimizi biliyor çünkü.

Başlığa daha yeni geldik. Kitabın 50. sayfasında "Şehla'nın Şerhine Söz Yetmez" başlıklı bir yazı var ki üstüne ne yazılsa azdır, diyebilirim. Aşkın mâzisine işaret eden, 15. yüzyıl Divan şairi Ahmet Paşa'nın;

"Canıma bir merhamet sundu ezelden çeşm-i yâr, Öyle mest oldum ki gayrın merhabasını bilmedim."

beytini açıklıyor Şahin Bey. Allah'ın insanı ilk muhatap aldığı Elest Bezminden sonra, kendinden geçen âşıkın başka merhabalara iltifatı kalmamış ya da olamamıştır artık. Bu beyte nazire olarak yazıldığı ifade edilen Mehmet Akif'in de bir "Gece" şiiri var ki yazıda bir beytine yer veriliyor. Şiirden ilk defa haberdâr oldum. Burada şiirin üç beytine yer vereceğim ama şiir bana göre, Ahmet Paşa'nın beytinden geri olmadığı gibi, bazı noktalarda daha dolgun ve olgun.

"Ömürler geçti, sen yoksun, gel ey bir tanecik ma'bûd,
Gel ey bir tânecik gâib, gel ey bir tânecik mevcut.

Hayır, imanla, itminanla dinmez ruhumun ye'si,
Ne âfâk isterim sensiz ne enfûs tamtakır hepsi.

Senin mecnûnunum, bir sensin ancak taptığım Leyla,
Ezelden sunduğun şehlâ nigâhın mestiyim hâlâ.

Son beyte dikkat eder misiniz? Ahmet Paşa, Ezel Bezminde Cenab-ı Allah'ın merhabasından, bakışından, iltifatından; Akif ise, yine Allah'ın Ezel Bezmindeki şehla nigâhından (güzel bakışından) sonra, hep kendilerinden geçmiş; o güzelden başka güzel görmemiş, belki de ömürleri o güzelin şerhi ile geçmiştir.

Evet dostlar Şahin Doğan'nın dediği gibi, Şehla'nın anlatılması biter, ona söz yeter mi? Yetmez, çünkü bütün güzellikler O'ndan geliyor. Bütün kemâlât O'na işaret ediyor. Yapılan övgüler hep O'na ait. Bunun farkında olmak ise, ne büyük bir mutluluktur?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum