Gözyaşlarım ıslandı

Daha önceleri de ağlamıştım. Gözümden akanlar beni ıslatmıştı. Acılarımın, hüzünlerimin, vefatların, hasarların ve dramatik haber veya sıkıntıların çaresizlikleri de ağlatırdı. Gözyaşlarım beni alır ve götürürdü o olayın içine.

Ama bu defa öyle olmadı. Gözümden yaş değil, yaşımdan göz aktı. Televizyonda Hazreti Peygamber (s.a.v.) ile Hazreti Ebubekir’in Rükn-ü Yemani’de karşılaşmaları var. Gece yarısı. İki eski arkadaş. Peygamberimize peygamberlik geldiğinden beri son üç aydır Şam’da olan Ebubekir yeni dönmüş Mekke’ye. Gece sıkıntı basıyor. Gökyüzünü seyrediyor. Arkadaşı Muhammed’e gitmeye karar veriyor. Peygamberimiz de ona tebliğ yapmaya ve en yakın arkadaşına peygamberliğini açmaya gidiyor.

Kabe’nin Yemen’e bakan köşesinde karşılaşıyorlar, birbirlerini fark ediyorlar. Birbirlerine soruyorlar “nereye gidiyorsun?” İkisi de birbirine gidiyormuş.

Ve Hazreti Ebubekir, Mekke’de konuşulanları söylüyor. Peygamberimiz de “peygamber” olduğunu. Ebubekir delilini soruyor. Hazreti Peygamber (sav) ise Şam’da görüştüğü kahinden bahsediyor, orada gördüğü rüyayı hatırlatıyor Ebubekir’e. Hazreti Ebubekir peygamberimizin sadece kendisinin bildiklerini söylemesi karşısında Müslüman oluyor. Şam’da Hazreti Ebubekir Mekke’ye bir ışığın indiğini her eve girdiğini ve ayın da kendisine geldiğini rüyasında görüyor. Bunu Şam’da bir kahine anlattığında “O peygamber Harem’de zuhur etti ve eğer görürsen benim de kendisini görüp iman edeceğimi söyle” diyor. Ve bir de mektup yazıyor peygamberimize (asm).

İman eden Hazreti Ebubekir ile Peygamberimiz birbirlerine sarılıyorlar. Ve o gün bu gün sadakatin, sıdkın, yol arkadaşlığın ve iki güzide beraberliğin sırrını kainata nakşediyorlar.

İşte bunu seyrederken televizyonda yaşlarım gözlerimi akıtıyor bana. Kendime bakıyorum. Acı çekiyorum. İçim yanıyor. Doluyorum. Gözümün hadekasından akan göz yaşı yanaklarımda yavaş ilerlerken, içimdeki gözün uyanışı, içimdeki yaşların akışı, ağırlığı, hicranı, çığlığı ve yanan yüreğin yanık halinin en yoğun hasreti ile kendimle kalıyorum. Bir saate yakındır devam ediyor o süreç. Kopamıyorum, kalkamıyorum. Bir ara pencereye uzanıp dışarıya bakıyorum. Bir Ramazan’ın ikindi sonrası serin bir Ankara saatinde.

Ama nafile, içerdeki gözün akıttığı yaşla, yaşların içe akıttığı gözle buluşmanın hicrandan hasrete, hasretten ümide ve oradan beşeriyetin şu sefil halinde ve çağında davamızın hakkını verememenin, nefis ve şahıs olarak idrakimin yetersizliği ile yanıyorum, acı çekiyorum ve kendimle hüzünleniyorum.

Ayaktayım. Yarabbi diyorum.

“Rızkımı bereketlendir. Minnetsiz yaşamayı ve rızkımı ver.

Kalan zamanımı senin yolunda iman ve Kur’an için istihdam eyle.

Bir alanda, ihtisas sınırlarında risale ile hizmet etmeyi nasip eyle.”

Yaşlarımın gözün dış alemden getirdikleri ile gözlerimin içimden akıttıkları yaşların içten dışa verdikleri bir buluşma yolculuğunda dinmeyen yüreğimin derin sızısı daha çok hizmet, istikamet ve ihlas dairesinde sahibine vakfedilmesi gereken bir ömür diliyor. Gayr-i şuuri ve gayr-i ihtiyarı bir niyaz ve dua ile.

Beni belki dindirir diye bilgisayarı açıyorum. Bendeki beni sendeki benden ayırıp, kendime aitleri yazıyorum biraz sekinet. Kurumuş yaşların yanaklardaki meskenlerinden hareketsizliği karşısında içimin sularına akan ruhumun haykırış demlerine giden bir hal ve irtibat.

Şimdi iftara gideceğiz. Hanım, halimden habersiz beni bekliyor. Tedbir olsun diye kapımı da kapatmışım.

Kendime kapanmışım.

Çıkmamak lazım, yazmak lazım belki de. Konuşmamak, uzak durmak, Ashab-ı Kehf gibi hayattan ve insanlardan ünsiyet ve vahşetten kaçıp kendi mağarasına, uzletine çekilmek, Nebi’nin Hira’sına düşen sükunetten istemek ve ürpertiden titremek gerek.

Hayatın ağır yüklerinden, şefkatin ağır çekim endişelerinden ve yardım etme hissinin ağır faturaları altında diğergamlığın bedellerini öderken bir köşede karşılaşacak, birbirine gelecek ve buluşarak kucaklayacak iki arkadaş ve ahiret yurdunun sakini ve meskunu olmaya talip eşler, arkadaşlar, evlatlar ve ötesi beşeriyetin dünyadan öte ahiretine talipli vefakar dostlarına hasretle ve esefle akan, akıtan ev hüznünü huzuruna merhem, hazzını hüznüne besin yapan bir halde…

İla ahir…

Beşer şaşarken, şaşakalmamak…

Şaşanlar aşılırken onlardan medet istememek.

Ve kendimize ait olmayan ömür sermayesinde hakikatin bu asırdaki yakıcı varlığı etrafında kenetlenip yanmak ve din-i mübin-i İslam’ın masumlar ve mazlumlar ve mağdurlar taifesine yeterince uzanamamanın ve dertlerine derman olamamanın çaresizliği ile Rabbimize sığınıp vazifemizi yapmanın vakti yine…

Kadir gecesinin kadrine  layık olmak duasıyla yaşın gözüne ve güzün yaşına birlikte akış ve buluşma lütfeden Rabbimize sığınma demindeyiz.

Ümmetin huzur ve sükuneti için ağlayalım. Ağlayan göz, yeniden dolar.

Kadir geceniz mübarek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum