Şiir Şahsiyet: Fuat Sezgin

Sefer Turan: Hocam maşaallah 82 yaşındasınız, hala böylesine heyecanla bilim hayatından bahsediyorsunuz. Gıpta etmemek elde değil. Günde kaç saat çalışıyorsunuz?

Fuat Sezgin: Şimdi tembelliğe başladım, eskisi kadar çalışamıyorum. Eskiden günde 17 saat çalışabiliyordum, şimdi üç beş saat azalttık. Sabahleyin 07:30’da enstitüye ilk giden benim. Saat 18:00’de enstitüden çıkıyorum ve sonra da evde çalışmaya devam ediyorum. (Fuat Sezgin Bilim Tarihi Sohbetleri, Sefer Turan, Pınar y. s.52)

Bu toprakların yetiştirmiş olduğu en büyük zekalardan biri Fuat Sezgin hoca. Bilime ve bilhassa İslami bilime adanmış bereketli bir ömür. Yaklaşık altmış yıl günde on yedi saatlik bir çalışma temposu. Bir insan yaptığı işi bu kadar mı sever, bu kadar mı önemser, yaptığı işe bu kadar mı âşık olur? 17 ciltlik koca İslam Bilimler Tarihi bu hummalı çalışmanın eseri. “İslam terakkiye manidir” iftirasına verilmiş en mükemmel cevap. Oryantalistler ilk başta bir Müslümanın böyle bir eser yazacağına inanmadılar ve ihtimal vermediler ama eseri görünce sonunda inanmak zorunda kaldılar. Eserin aslı Almanca. Almanca’dan dünya dillerine tercüme ediliyor. Bunun nedeni âlâmet-i fârikamız olan kadirnâşinaslığımız. Düşünceye ve düşünene düşmanlığımız. Daha doğrusu düşüncenin üstesinden gelemeyince düşünenin üstesinden gelişimiz. Böyle emsalsiz bir eserin müellifi Müslüman olmasına rağmen onu en az okuyanlar, tanıyanlar ve takdir edenler biz Müslümanlar, ne yazık ki!

Sefer Turan: Hocam gençlere, üniversitede okuyanlara neler söylemek istersiniz?

Fuat Sezgin: Bundan 20-25 sene evvel Kuveyt Üniversitesi’nde bir konferans vermiştim. O zaman kitabımın 6. cildi çıkmıştı. Bir genç kalktı ve bana dedi ki: “Siz bu zor kitabı yazıyorsunuz, bize neler tavsiye edersiniz?” Ben de ona Arapça dedim ki: “Gerçek bir züht. Yani dünyanın nimetlerinden feragat edebilmek! Ben belki daha iyi şartlarda yaşayabilirdim ama otuz yıldan beri evden çıkarken çantama sadece küçük bir ekmek parçası koyarak gidiyorum enstitüye. Enstitüye gittiğimde dolabımdan ufak bir peynir parçası veya bir yağsız reçel çıkarır, öğle yemeğini hallederim. Yani on dakikayı geçmiyor benim öğle yemeğim… Bir de masa başında oturmanızı ve okumanızı tavsiye ediyorum. Ancak masa başında otururken de aklınız Oxford Caddesi’nde, Cahmps-Elysâes veyahut Kahire’nin Süleyman Paşa Caddesi’nde dolaşmakta olmasın! Aklınızla, bedeninizle masanın başında oturup okumanızı tavsiye ediyorum” dedim. (s.103-104)

Altın kıymetindeki bu nasihatleri bugün tatbik edecek, onlara kulak verecek kaç tâlihli gencimiz var? Okuma geleneğini sürdüren bahtiyar bir topluluk var şükür ki! Ama onların da sayısı gün geçtikçe azalıyor, nesli tükenmek üzere. Masa başında, iyi yazılmış bir kitabın satır aralarında uzunca halvet saatleri yaşamak dünyanın en mutlu demleri. Kemalin kemali devam iledir ama. Çünkü devamı olmayan şeyde lezzet yoktur. Ömrünü kutsal bir manaya adamak, tüm mesele bu. Bunun için ilk şart dünyevi hazlardan ve zevklerden feragat etmek. Her  ideal bir bedel ister. İdealiniz ne kadar yüce ise bedeliniz o kadar ağır olmalı. Merhumun mezkûr satırlarından şu dersi tâlim ediyoruz: İyi bir yazar, sanatçı, filozof, âbid, âlim, ârif, bilim adamı, talebe, entelektüel olmanın evvel şartı “gerçek bir züht. Yani dünyanın nimetlerinden feragat edebilmek!”           

Fuat Sezgin: 1943’ten bugüne kadar sadece üç randevuya zamanında ulaşamamanın ızdırabını yaşıyorum. (s.25) …Hayatımda eğer altı haftalık bir geleceğim garanti edilse, yani o kadar yaşayabilecek maddi imkanım varsa yedinci haftayı düşünmem. (s.84)

‘Prensip sahibi olmak’ böyle bir şey olsa gerek. Dakik ve rakik bir hayat. Saat gibi nizamlı ve bir o kadar da mütevekkil. Bazıları tek başına bir nesildir, hayatı şiir gibidir. Onun için “şiir şahsiyet” denilir onlara. Fuat hoca onlardan biri işte. Hayatı ustaca yazılmış bir şiir gibi vezinli, kafiyeli ve tertipli. Önden gidenlerden. İz bırakanlardan. Yoldaki işaretlerden. Yolda nasıl yürülür, yola nasıl koyulur, yola nasıl gelinir? Bunu hayatıyla gösteren mümtaz bir yolcu.      

Fuat Sezgin: Altı ay kendimi Arapça öğrenmeye verdim. Evimizde babamdan kalma 30 ciltlik bir Taberi Tefsiri vardı. Onu okumaya başladım. Başlangıçta anlamıyordum. Türkçe tefsirlerle karşılaştırarak, yavaş yavaş tefsirin içine girmeye çalıştım. Günde aşağı yukarı 17 saat çalışıyordum. Erken kalkıyordum, gece geç yatıyordum, evden hemen hemen hiç çıkmıyordum.  Altı ay sonra Taberi Tefsiri’nin 30 cildini bitirmiş oldum. Başlangıçta hemen hemen hiç anlayamadığım bu tefsiri altı ayın sonunda gazete gibi okuyordum. O hızla, yani 17 saatlik bir tempoyla çalışırsanız bunu siz de başarırsınız. Bundan eminim. (s.26)

Bir Müslümana yakışan inat etmek değil, sebat etmektir. Bu satırların tümünden inat değil, sebat damlıyor. İnat ile sebat arasında ince bir fark var. İnat şeytanidir, sebat rahmanidir. İnat mana-yı ismidir, sebat mana-yı harfidir. Sebat hakkın kapısını bir ömür boyu rıza makamında edebince ısrarla, hasretle, iştiyakla, ümitle çalmaktır. Rahmani sebatın nelere kâdir olduğunun mücessem bir örneği bahsi geçen ifadeler. Onun için Fuat hoca gibi kıymetlerle ne kadar iftihar etsek azdır. İftihar, yani anmak güzel ama ondan daha güzeli anlamaktır. Hâtırasını, emeğini, eserlerini, hizmetlerini…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum