Elif GÜNEŞTEKİN

Elif GÜNEŞTEKİN

İzah isterim

Tesadüfün yeri yok...

İzah ihtiyacı, bu dünyada hayattar olduğumu bana hissettiren en temel şuurlu taleplerden biridir. “İzah isterim” demek; yalnızca bilgi istemek değil, varlığın arkasındaki mânâyı aramak, görünenle yetinmeyip kasdı sormaktır. Bu talep, insanı eşya karşısında edilgen bir seyirci olmaktan çıkarır; onu bütünün şuurlu bir parçası hâline getirir.

İzah isteklerim mevzularda alakadarlığımı arttıran bir etken gibi.

Risale i nur bana bu farkındalığı kazandırıyor. “İzah isterim” cümlesi hayattarlığımı hissettiren, şuurlu bir kavram.

İsteklerin anlaşılır olması lazım gelir.

Dünya misafirhanesine, hiçlikten gelip hiç gitmeyecek zannı ile oluşan isteklerimizin altı bu kavram ile dolu değildir.

İzah isterim ile içi doldurulması gereken hakikatlerle hadiseler anlamsız değil, varlık başıboş değil aynı şekilde benim varlığım da izahsız bırakılabilir bir tesadüf değildir.. Nedensellik, hikmet ve kasıt o boşluğu doldurmak zorunda kalır.

Madem, cansız şey izah istemez. Aynı dağlar gibi veyahut dimağını başkasının cebine koyan gibi.

İzah istemek talebi, sebep–sonuç arasına şuurlu arayışla, görünenle yetinmeyip mana talep etmek, eşyayı değil, eşyanın arkasındaki kasdı sormakla bütünün bir parçası olduğunu hissettirmesiyle firak elemini azaltıyor.

Niçin böyle? bunların arkasında ne var?” bana neyi bildiriyor? gibi suallere cevab aramakla kendi ne bir yolculuk yaptırır.

Bu olaylar kendi kendine teşekkül edemez bu nizam başıboş olamaz gibi farkındalıklar nihayetinde bu benlik kendine ait olmadığını netice verir.

Demek camid unsurlar, hayattarlara kesif bir ayine olmak cihetiyle vücud aleminde vazifedardırlar.

Evet dağ gibi camid bir kütleyi sorgulayıp izah istemem, benliğime, hayattar olduğumun farkındalığını kazandırıyor.

Hadi soralım Dağa;

Vazifen ve keyfiyetin nedir. O da Risale-i Nurdan diyecek ki;

“Hem, bu dünya hanında misafir yolcular için koca dağları levazımatlarına ve istikbaldeki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat deposu ve cihazat anbarı ve hayata lüzumu olan çok definelerin mükemmel mahzeni olmak cihetinde işaret, belki delâlet belki şehadet eder ki…” (Şuâlar)

Evet dağ; şuursuz, iradesiz, hayatsız, sebep kuramaz, kendine fayda sağlayamaz. Lakin; yeryüzünü dengeler, suyu tutar, minerali depolar, iklimi tanzim eder. Bu cihet le dağdan “ilim” aramaya gerek yoktur, çünkü; dağın tercihi yok, öğrenmesi yok, adaptasyonu yok.

Bu cihetle; dağ, sebepler arkasına saklanamayan bir fiildir.

Bu işler isaret ediyor ki; kör tesadüfe yer yoktur. Doğrudan kudret.

Bu cihetle; Dağlar, kudretin saf ve yalın aynasıdır.

Şimdi ise misal daglar içindeki mahluklara bakalım. Mahluk canlı olmasıyla var olan kısımları hücre, program, bilgi, tepki, uyum gibi görünürde üzerinde okuyabildiğimiz keyfiyetleri ile bakmayı tercih etmeliyiz.

Mesela en basitlerden nebati hayattan bir ağaç ele aldığımızda; toprağı tanıması, suyu ayırt etmesi ve en önemli görünürlüğü ile ışığa yönelmesi gibi hayattarlığı ile onu bu şekilde tercih ettiren bir İlme isaret ediyor. Çünkü gerçekte bilen ağaç değil.

Fiiller bilgili fiil gibi görünüyor.

Bu ilim canlının kendisine verilemez. Ancak Canlı taşıyıcıdır, mazhardır.

Bu nedenle; İzah, aczin fark edildiği yerden başlar.

İzahın vardığı yer ise; nereye suali ile muhatab olur. Alacağımız cevablar bizleri Hâlıkımızın İlmine, Hikmetine, iradesine, Kudretine bağlar.

Ve nihayetinde mana ve maksada ulaşılır.

Evet; hayattar varlıklar nedenselliğe daha çok maruzdur. Sebep çoktur, fakat sebep açıklayıcı değildir.

Üstadımız bu noktayı şöyle ifade eder:

“Hem hayat, o kadar nezih ve temizdir ki; iki vechi, yani mülk ve melekûtiyet vecihleri temizdir, pâktır, şeffaftır. Dest-i kudret, esbabın perdesini vaz'etmeyerek, doğrudan doğruya mübaşeret ediyor. Fakat, sair şeylerdeki umûr-u hasiseye ve kudretin izzetine uygun gelmeyen nâpâk keyfiyat-ı zahiriyeye menşe' olmak için esbab-ı zahiriyeyi perde etmiştir.” (Sözler 507.sh - Risale-i Nur)

Hayat verilen canlılıkta sebep çok aşikardır. Lakin sebep açıklayıcı değildir.

Fen, sebebi tarif eder; fakat kurucusu değildir. Bu cihetle canlılarda ilim daha okunur hâle gelirken, kudret daha perdeli görünür.

“Ey Kadir-i Külli Şey!

Dağlar ve içindeki mahluklar senin mülkünde ve senin kuvvet ve kudretinle ve ilim ve hikmetinle müsahhar ve müdahhardırlar. Onları bu tarzda tavzif ve teshir eden Hâlıkını takdis ve tesbih ederler.” (Şualar 51.sh - Risale-i Nur)

Risale-i Nur’da bu mehazda;

Dağlar teshir, mahluklar tavzif edilir.

Teshir etmek kudretin, tavzif ise ilmin tecellileridir.

İzah isterim bu noktada. Evet camid sistemler dıştan kuvvetle işler; iç düzen üretmez. Canlı sistemler ise bilgi temellidir, programlıdır; fakat kendi programını yazamaz.

Misal arı...

Enformasyon baskındır.

Bal arısında enformasyon nerede? İzah isterim…

Bal arısını bir mercek altına alarak hayal ile bakalım.

Beyni mercimek tanesi kadar, ömrü kısa, deney yapmaz, öğrenerek icat etmez.

Yapabileceği şeyler ise muhteşem gel bakalım…

Altıgen peteği hesapla örer, güneşe göre yön tayin eder, kilometrelerce uçar, çiçeğin nektarını tanır, kovandaki arılara konum bilgisi aktarır.

İki farklı tanı çıktı ortaya.

Kendini icat edemeyen, bu kadar güzel vazifelerde koşturmayı nerden biliyor?

Evet madde itibariyle camid iken, hareket ile canlılığını tanık ettiren tercihlerinin bilgisi nereden?

Gel bakalım bir de kardeşleri olan ile diğer arılarla sosyalleşmesine...

Bu sosyalleşmenin adı fende;

“Arı dansı.”

Arı bulduğu çiçeği kovana dönünce; daire çizer, açı değiştirir, titreşim yapar.

Bu hareketleri ile mesafeyi, yönü, kaynağın zenginliğini diğer arılara bildirir.

Arı “dans etmiyor”, bilgi kodluyor.

Bu; enerji değil, kas hareketi değil, tesadüf hiç değil.. Saf enformasyon.

Enformasyon neden maddeden bağımsız?

İzah istemelisin...

Arı bilmez, arı seçmez, arı planlamaz. Lakin hikmetli iş çıkar. Bu ne demek?

Arı, enformasyonun kaynağı değil; taşıyıcısıdır. Evet emir var, program var ve neticede ilmi plan var.

“Bir memur gibi vazife görür.”

Bal arısı balı kendi ilmiyle yapmaz; fakat balın yolu, ölçüsü ve şekli arının fiiline yüklenmiş bir enformasyonla tayin edilir. Bu bilgi ne baldır, ne kanattır; emirdir, manadır, programdır.

Bal arısında görünen şey enerji değil; bilgidir. Ve bilgi, arının değil, Cenab-ı Hakkın Rububiyetinin tecellisidir.

Evet; arı gibi aciz, cüz’î, kısa ömürlü bir mahlûka bu derece muhteşem ve kuşatıcı bir ilmi isnat etmek aklen mümkün değilse; şuursuz, iradesiz ve hayatsız olan camid unsurlara da kuvveti, nizamı ve hikmetli icraatı kendilerinden bilmek ondan da daha büyük bir tenakuzdur. Çünkü arı hiç olmazsa hayattar olduğu için bir perde olabilir; dağ ise perde olamayacak derecede sükût hâlindedir.

Şu hâlde; arının fiillerinde görünen ilmi arıya vermek nasıl onu haddinden fazla büyütmekse, camid unsurların fiillerini tesadüfe veya kendiliğindenliğe vermek de onları arıdan daha faal, daha şuurlu, daha kudretli kabul etmek mânâsına gelir. Bu ise farkında olmadan şuuru eşyanın içine dağıtmak, hikmeti sebeplere paylaştırmak ve nihayetinde mânâyı iptal etmektir.

İşte bu noktada insan için iki yol belirir:

Ya izah istemekten vazgeçerek eşyayı konuşturmaz, kendisi de yavaş yavaş camidleşir;

Yahut izah talebini canlı tutarak, fiillerdeki hikmeti, nizamı ve maksadı Hâlıkına verir.

İzah istemek; hayatta kalmanın değil, hayattar kalmanın şartıdır. Çünkü izah talebi sönünce, sadece eşya değil; insanın kalbi ve şuuru da susar. O vakit insan, dağlar kadar ağır bir kütleye değil, mânâsız bir taş parçasına döner.

Bu sebeple; arının aczinde görünen ilim, camid unsurların sükûtunda okunan kudret ve hayattar varlıkların fiillerinde tezahür eden hikmet, birlikte şehadet eder ki:

Varlık konuşmaktadır; fakat konuşan eşya değil, Rubûbiyettir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum