Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Düşünme

Düşünme
Arzu et sade!
Bak, böcekler de öyle yapıyor.
(O.Veli)
 
Hayalen kendimizi çöl ortasında bir sarayda farz ediyoruz. Sarayda bizden başka garip yabancı misafirler de var. Saray her cihetle gayet mükemmel, büyük ve antika! Tavanı çeşitli büyüklükte avize ve yaldızlı lambalarla süslü, tabanı nakışlı halılar ile serili. Muazzam su tesisatı var. Duvarlarında, halılarında çok güzel, enteresan antika desenler, işlemeler bulunuyor. Ve her şeyi yerli yerinde. Kısaca saray, tam misafirlere yani bizlere göre hazırlanmış. Fakat bu manzaraları ara sıra değişiyor.

Sarayda şâhâne yemekler, tatlı şerbetler, süslü kaplar içerisinde bizlere takdim ediliyor. Acıktığımız zaman yemeklerimiz, peşinden çayımız, kahvemiz geliyor. Uykumuz gelince şahane yataklarda yatıyoruz. Elbiselerimiz gerektiğinde yenileniyor. Ara sıra uzaklardan kervanlar geliyor, tam bize lâzım olduğu vakitte, birtakım erzak ve hediyeler getirip boşaltıyor ve gidiyor. İşin garip ve sürpriz bir tarafı da saraydaki bütün diğer misafirler hep bize hizmetkâr. İstediğimizin sırtına binip geziyoruz, istediğimizi de kesip yiyoruz. Misafir nasıl kesilip yenilir, biraz sonra anlayacağız.

Biz böyle zevk ve keyif içerisinde orada yaşarken bir de ne görelim, içimizden bazıları sarayın diğer kapısından çıkarılıp bir yere götürüyor, kayboluyor.Bir gün beş gün, derken aylar geçiyor, bu durum devam ediyor. Şimdi bu durumda bize düşen ilk iş nedir, aklımıza ne gelir veya evvela neyi düşünürüz?

Elbette bu muazzam sarayı kim kurdu ve bizi buraya getirip böyle nazlı, niyazlı besleyen kimdir, niçin besliyor, bizden ne istiyor? Şu aramızdan ayrılanlar, nereye götürülüyorlar ve biz sonunda ne olacağız?

Elbette bunları kendi aklımıza göre veya birbirimize sorarak halledecek değiliz. Herhalde şu sarayın bir efendisi, bir târif edicisi olacak ve muhakkak bu sarayın sahibi tarafından eline bir ferman verilip vazifelendirilmiştir, ondan soracağız. Bu sarayın efendisi de elindeki fermanla beraber, bütün bu soruları bir bir cevaplandırdığını görüyoruz.

Şöyle diyor: "Ey misafirler, bu saraya hoş-safa geldiniz.Bu sarayı gayet zengin, cömert, kudretli, merhametli, maharetli Padişahımız kurdu. Sizi buraya getiren O'dur. Bu sarayı tam size göre tanzim edip sizi böyle merhametli ihsanlarla besliyor. Tâ ki bu sarayla ve bu ihsan ve lütuflarla kendini size tanıttırsın, sevdirsin, itaat ettirsin. Siz de O'nu tanıyıp itaatle sevmelisiniz. Padişahımız kendini tanıyıp, sevip, emirlerine itaat edenleri, biraz sonra buradan alıp başka ve dâimi bir memleketine götürüp orada ebedî saraylarında yaşatacak ve onlara akla hayale gelmedik dâimi ihsanlar ve lütuflar yapacak. Orada kendisini de gösterecek. İtaat etmeyip üstelik isyan eden edepsizleri de müthiş, korkunç ve dâimi zindanlarına atacak, cezalandıracak.

Padişah'ın yâverinin(elçisinin) bu nutkunu tasdik eden ve aynısını söyleyen o yâverin başka yardımcıları ve talebeleri de var. Şimdi o yâver bu nutkunu bitirir bitirmez, sarayda bizim misafirlerden herhangi biri kalkıp dese ki "Yok kat'a ve asla! İnanmayın. Biz şu kapıdan içeri  girdik. Yiyip içip zevk edeceğiz. Bak böcekler de öyle yapıyor. Biraz sonra da öbür kapıdan çıkıp gideceğiz.Giderken de oradaki cellat başımızı uçuracak. Böylece yok olacağız." Böyle haddini bilmez bir ukalâya ne dersiniz,ne demeli?

Bir defa bu hususta konuşmaya ne hakkı var, haddine mi düştü. Çünkü sarayı kuran, bizi ve kendini oraya getiren ve oradan alacak olan Padişah! Buna ne? Buna bir söz hakkı düşer mi?

Hem böyle merhametli, hikmetli, lütûfkâr bir Padişah'tan bu beklenir mi? Yani bu kapıdan içeri alsın, yedirsin, içersin, zevk ettirsin, öbür kapıya da iki cellat koyup çıkanın başını uçursun, uçurttursun. O zaman bu Padişahın gayet gaddar, zâlim, aldatıcı olması lâzım.Bu kadar lütûfkâr zât için ise, bu durum mümkün değil. Îdam edecektiyse, niye böyle besledi ve böyle besledikten sonra, niye îdam etsin? Ne mânâ çıkar bu işten? Bu mümkün değildir, böyle şey kat'iyen olamaz.

İşte o saray bu dünyadır, tavanı( kubbesi)güneş avizesi ile, yıldız lambaları ile süslenmiş gökyüzüdür. Gece lâmbası da aydır.O padişah ezel ve ebed sultanı olan Cenâb-ı Hak'tır. O sarayın halıları ise bahardaki yeryüzüdür. Evet, türlü türlü çiçeklerle, nakışlı desenlerle bezetilmiş ve her zaman nakışları değişen bir halıdır. Saraydaki diğer misafirler ise, şu dünyada bize insanlara hizmetkâr olan bitkiler, hayvanlardır. İşte atlar, develer, binmiyor muyuz? Koyunları, inekleri sağıp sütünü içip  etini yemiyor muyuz? Bize bu selâhiyet niçin verilmiş?

İşte kervanlara bakın. Her bahar hediyelerle, erza kımızla yüklü bir kervan veya vagon gibi... Tam vaktinde imdadımıza koşmuyor mu? Bizim şuurumuzun, kudret ve irâdemizin haricinde olarak, bütün bu şuursuz ve kendi başlarına merhametsiz şu mahlukları, bize hizmet ve yardım için âdeta yarış içinde imdadımıza koşturan sır nedir, hangi kuvvettir, hangi saiktir? Elbette Cenab-ı Hak'tır. Öyleyse bizden ya bir şey bekliyor veya beklemiyor. Acaba hangisi?

O sarayın Efendisi padişahın yâveri Peygamberimiz Aleyhisselam ve elindeki fermanı da Kur'an'dır. Yardımcısı ve talebeleri de diğer peygamberler, asfiya, evliyadır. Öyleyse saray ve içindekiler hakkında başkalarına söz düşer mi?

O Zat'ın (A.S) mescidi hükmündeki şu memleketin herhangi bir köşesinden, kıblesi olan Mekke'ye yönelip, minberi olan Medine'ye kulak kabartıp, sağ ve sol yanında cemaati olan diğer yâverler ve her asırda ki talebelerine baktığımızda, ellerinde ve dillerinde hep aynı hakikatın değişik renk ve tonda, farklı lisanlarla ifade edildiğini görüyoruz.  Fakat bütün bunları müsahhihane tashih, musaddikane tasdik eden Kur'an'a bütün gücümüzle sarılıp kulak vermeli değil miyiz?

Özetle, son söz O'dur ve O'na derler. Hak olup Hak'tan gelip hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti gösteren O'dur. Bütün bu sırları çözmek için kâinat mescid-i kebirinde kâinatı okuyan Kur'an'ı dinlemekten başka çare var mı?

Evet dostlar, kalbimizi iz'anda, aklımızı teslimde, ruhumuzu tatminde, nefsimizi ilzamda, şeytanı tasdikte, ağzımızı der ve devşirme, sözümüzü bil ve pişirmede Kur'an'dan daha mu'ciznuma bir kitap, daha hakaikâşina bir hitap bulabilir miyiz acaba?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.