Düşünce iklimi-7: Zekâttan gizli kaçış

Zekâttan gizli kaçış

Eskiden beri kendi kendime “acaba neden insanların bir kısmı elindeki nakit ile iş kurmak istemiyor, neden tarlasını ekip biçmiyor, elinde var olduğu halde neden değerli madenlere yatırım yapmak istemiyor” derdim. Bir ara gördüm ki birçok mütedeyyin arkadaş elindeki parayı ne değerli bir madene, ne de bir tarımsal üretime yatırmıyorlardı. Bu tarz düşüncede olanların amaçları, aslında en başta risk almamak, daha sonra arsa ve mülk gibi taşınmazlar üzerinden bol bol paralar kazanmak, bunun üzerinden daha bir yıl geçmeden hemen yeni bir arsa alıp, parayı derhal elinden çıkararak zekât nisabına girmesini engellemek ve sonuçta zekât verme sorumluluğundan kaçmak. Halbuki altın ve paranın zekâtı, tarladan kaldırılan ürünün öşrü olduğu gibi arsa ve tarlanın da kendine göre piyasa değeri üzerinden zekâtını vermek en faziletli ve azimetli olan seçenektir. Birçok insan zekât vermemek için maalesef bu yolu tercih ederek nalıncı keseri gibi tahtayı kendine yontup mazeretine fetva aramaktadır. Bu şekilde fakir fukaranın ve gariplerin üzerlerinde olan haklarını gaspetmiş olmaktadırlar. Zekât, her şahıs için bereket sebebi ve belaların define vesiledir. Aynı zamanda zekâtını hakkıyla vermeyenlerin mutlaka elinden bir zekât miktarı kadar mal çıkacağını idrak etmesi gerekir. Başka bir deyişle, bir şekilde elinde bulundurduğu fakirin hakkını ya lüzumsuz yerlere harcayacak veya bir musibet gelip silip süpürecektir.

Her şey benim olsun ama devlet bana baksın

Bazı insanlar adeta faşist devlet anlayışı ile hareket ederek “devlet bana bakmak zorundadır” der. Bu ve benzer şahıslar bununla kalmayıp devletin liberal olmasını kabul ederek her şeyin kendilerinin olmasını isterler. Aslında bu fikir özelleştirmeye karşı olan zihniyetin yansımasıdır. Bu düşünceye sahip olanlar ‘az olsun benim olsun’, ‘sen çalış ben yiyeyim’ diyerek insanların rızkını ve helal kazançlarını hortumlamaya çalışırlar.

Gayrette helal, hırsta helal-haram iç içedir

Hırs sebeb-i hasarettir. Toplumda, ailede, okulda, ana-baba ve eğitimciler olarak çocuklarımıza sürekli gayret yerine hırslı olmalarını telkin edersek çocuğumuz elde edeceği her şeyde hırslı olmayı tercih eder hale gelecektir. Hırs ile elde edilecek hasılat her zaman net olarak helal olmayabilir, içine haram da karışabilme ihtimali vardır. Bu nedenle bizler gayretli, azimli olmayı kendimize rehber kabul edelim, hırstan mümkün oldukça uzak duralım. Hırs ile elde edemediğimiz birçok isteklerimizden dolayı stres içerisinde yaşamanın ayrıca ruh ve beden sağlığımız için tehlike arz edeceğini unutmamamız gerekir.

Ticarette bereket ve felaket

Doğruluk ticaretin bereketi, yalan ise felaketidir. ‘Bir tane sıdk bir harman yalanı yakar.’ Günümüzde, hele yaşadığımız bu pandemi döneminden sonra ticari alanda güven ve itimat tükenmeye başladı. Gemisini yürüten kaptan misali, vicdanlar kâr haddi dinlemiyor, stok ve karaborsa almış başını gidiyor, aza kanat edilmiyor, bu gidişat hayra alamet değil. Bir gün gelir ‘Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste’ misali bunu yapanlar bedellerini bu dünyada ve kıyamette ağır öderler.

Meşruluk ve kanunilik

Bir şey teorik açıdan kâğıt üzerinde kanuni olabilir ama meşru değilse olmamalı. Özellikle kamu ve özel sektörde yönetici olarak karar merciinde olanlar birisine bir görev verirken mutlaka adalet, temsil, maharet, liyakat ölçülerine bakarak değerlendirme yapmalı ve ona göre de görev taksimatına gitmelidirler. Kamudaki yöneticiler birinci veya ikinci derecedeki yakınını işe almamalı, eğer almak zorunda kalacaksa da atama yaparken öncelikle kılı kırk yarmalı, rekabete açık bir ortam oluşturarak boş olan münhal kadroya atama yapmalıdır. Gerekli rekabet şartları oluşturulmadan yapılan aleni veya gizli atama ve alımlar vicdanları yaralayarak devletin otoritesini zayıflatmakla kalmayıp demokrasilerin vazgeçilmez unsuru olan tarafsızlık ilkesine de gölge düşürecektir. Yapacağımız iş hem kanunlara uygun hem de meşru olmalıdır, sadece kanuni olup etik ve meşru olmayan bir hak dağıtma insanları üzmekle beraber, çalışanların motivasyonunu sadece düşürmekle kalmayıp başarıdan yoksun ve ele ayağa dolaşan bir çalışma hayatını meydana getireceği unutulmamalıdır.

Devlette bir işin ya sahibi çoktur ya sahibi yoktur

Maalesef üzülerek ifade etmek gerekir ki devletimiz ve kamu hayatı bu gerçeği hak etmiyor. Ama elden ne gelir, kumaş bu olunca yapacak bir şey yok. Genellikle askerlik yapanlar bu konuyu daha iyi bilirler, bazen personel çokluğundan bir işe on kişi bazen de şahıs azlığından on işe bir kişi verilir. Her ikisi de yanlıştır. Bazen olur ki bir işi yapmak mecburi hal alır kimse elini taşın altına koymak istemez, o iş sahipsiz kalır. Bazen de o iş önemsiz ise bakarsınız birden fazla taliplisi çıkar. Bu yanlış anlayışı ortadan kaldırmanın çaresi ‘herkesin ancak çalıştığının karşılığını alabileceği’ bilincinin insanlara yerleştirilmesi gerekir. Bu duygu ve düşüncelerle siz değerli okuyucularımıza selam ve dua dileklerimi iletir, yeni bir Düşünce ikliminde buluşmak üzere Allah’a emanet olun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum