Dünya

İnsanın en büyük meselesi; nereden geldiği, nereye gideceği ve bu dünyadaki vazifesinin ne olduğu sorularına cevap bulmaktır. Hiçbir felsefenin, hiçbir beşeri sistemin bu mevzuda söyleyeceği sözü yoktur. Bu soruların gerçek cevabı hak din İslâm’dadır. İnsan bir yolcudur. Ruhlar âleminden başlar sefer. Haşirden, mizandan, sırattan devam eder. Son durak ya cennet, ya da cehennem…

Yolcunun yükü hafif olmalı. Yoksa yolculuk meşakkatli olur. Hal-i âlem buna şahittir. Niceleri dünyanın ağır yükü altıda ezilmişlerdir. Yanlış anlaşılmasın. Helâlinden kazanmak, mal sahibi olmak, dünyayı ahretin tarlası olarak sevmek meşrudur. Helâl olmayan malı, mülkü yüklenmek doğru değildir.

Gencin biri hayatın anlamını öğrenmek için dünyayı dolaşıyordu. Uğradığı kasabada yaşayan bilgeyi ziyaret eden gezgin, bilgenin evini şöyle bir süzdü. Odanın duvarları kitaplarla doluydu. Yerde bir kilim, duvar dibinde bir yatak, ortada ise sadece bir masa vardı. Genç seyyah şöyle sordu: 

- Neden hiç eşyanız yok?
- Senin de yok, dedi bilge. Sırtında taşıdığın şu küçük çantadan başka neyin var? Peki, senin eşyaların nerede?

Gezgin, şöyle cevapladı soruyu:
- Görüyorsunuz ya… Ben yolcuyum.

Ünlü bilge, gülümsedi:
- Ben de öyle, yavrum. Ben de öyle...

Şu dünya bir han, gelen gider; giden gelmez. Dünya bir tarla, burada ekeceğiz; öbür dünyada biçeceğiz. Burası, bir pazar. Ticaret yapacağız, ötede karşılığını göreceğiz. Şu âlem bir imtihan salonu, kazanırsak eğer karşılığı ebedi saadet.

Üstadımızın şu sözü ülfete kurban gitmemeli: “Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur.”

Dünya, rahat edilecek yer değildir. Gençlik hissiyatı ve nefis karışmamak şartıyla herkes bunu aklen kabul eder. Bu temel hükmü kabullendikten sonra şikâyetlerimiz, dertlenmelerimiz havada kalmaktadır. Saadet yurdu cennettir. Zira orası ebedidir.

Zenginlerin kendine göre sıkıntıları, fakirlerin kendi çaplarında dertleri vardır. Çirkin birisi saadetin güzellikte olduğunu sanır. Fakir de en büyük mutluluğun zenginlikte olduğunu zanneder. Hele sen bir de onlara sor işin aslını. Onların da kendilerine göre dertleri vardır. Onlar da mutluluğu doya doya yaşayamamaktadır.

Ziya Paşa bu gerçeği ne de şairane dillendirmiş:

“Bir katre içen çeşme-yi pür-hûn-i fenadan
Bâşın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan”

(Kanla dolu bu geçici dünya çeşmesinden bir damla içen kişi, bir daha bela yağmurundan kendini kurtaramaz.)

Şöhretin, alkışların getirdiği mutluluk bir yere kadar. Ünlülerin hayatları bu gerçeğin ispatıdır. Gençlik bitmiş, ışıltılı günler geride kalmıştır. Birçoğunun mekânı ya bir hastane odası, ya da sokaklardır artık. Devam etmeyen, bir yerde tükenen mutlulukların kıymeti yoktur. Hakiki saadet kesintisiz olandır. O da cennettedir.

Vahi Öz, Türk sinemasının tanınmış güldürü ustalarından biri. 1911’de doğmuş. 1969’da kanserden ölmüş.

Hastanedeki son sözleri aynen şöyledir:

“Kim bilir şimdi nerelerde filmlerim oynuyor ve halime gülüyorlardır. Film koptu, kopuyor; artık yiyeceğimizi içeceğimizi bitirdik. İnsan, gençliğinde parasını kadına, kumara harcar; ihtiyarlığında da eğer kalmışsa doktora, hastaneye…” (Meşhurların Son Sözleri, E. Göze)

Şirazlı Sadi, insanı ne güzel tahlil etmiş: “Yek katre-i hunest ve hezar endişe” (İnsan, içinde binlerce endişe taşıyan bir damla kandır.)

Hülasa-ı kelâm: Bu dünyada rahat yoktur. Gerçi Müslüman, elemlerin içinde de bir mutluluk bulur. Çünkü o, “kadere iman edenin kederlerden emin” olduğunu bilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum