Dücane Cündioğlu ile aydınlanmanın üç evresi üzerine

Dücane Cündioğlu’nu dinliyorum. Yaklaşık üç saatlik bir konuşma. Marmara İlahiyat’ta. Bilgi dolu, malumat dolu, düşünce dolu, terminoloji dolu bir konuşma. Belki de bir hesaplaşma. Düşünürken insanlığın düşünme yükünü omuzlarında hissederek düşünüyor. İki bin beş yüz yıllık tarihsel bir sürecin alimane ve filozofane muhasebesi. Konuşmanın başlığı: “Aydınlanmanın Üç Evresi: Atina, Bağdat, Amsterdam.”

Atina’da Thales ile başlayan doğa felsefesi… Thales’ten Aristoteles’e kadar felsefe demek doğa demek, yani fizik demek. Bu bakışın temelinde ilahiyyun olan mitolojiye karşı görünür ve hissedilir bir muhalefet. Hür düşüncenin ve aklın muhalefeti. Doğa, yani fizik üzerine düşünmek tanrısal olan ile ve tanrılarla hesaplaşmayı göze almakla başlar. İmge ile kavramın ezeli kavgası. İnsanlık daha doğrusu kitleler imgesel düşünür, bunu kavramsal düşünme düzeyine getirmek için filozoflar kafa patlatır ama nafile.

Tabiiyyun ile ilahiyyunun kadim çatışması imge ile kavramın kadim çatışmasıdır. Mesela Şahin imgedir, insan kavramdır, Zeus imgedir, tanrı kavramdır, zalim imgedir, zulüm kavramdır… Dinler imgeseldir, felsefe kavramsaldır. Kavramsal düşünmenin olduğu yerde imgesel düşünme olmaz. Aslında düşünme demek kavramlar üzerinde düşünmektir, imgeler üzerine değil. İmge inanılan şey, kavram düşünülen şey. Aristoteles’e göre imgesel düşünmenin iki büyük mimarı şair ve rahiplerdir. Tarihin diyalektiği imge ile kavramın biteviye çatışmasından ibaret. Nitekim Sokrates’in idam edilmesi ve Aristoteles’in Atina dışına hicret etmek zorunda kalması imgecilerin kavramcılara olan zaferinin bir ilanıdır.

Kavramcılar takribi bin yüz yıllık bir mağlubiyetten sonra antik metinlerin Arapça’ya tercüme edilmesinden sonra Bağdat denen merkezde arz-ı endam ederler. Mu’tezile bunun başını çeker. Fizik üzerine rasyonel düşünce Nazzam ve Allaf gibi allamelerle başlar. Ama selefi ve eş’arilerin yaman muhalefeti karşısında fazla mukavemet edemezler. Mirası İbn-i Sina, Farabi, İbn-i Rüşt, İbn-i Mace gibi filozoflar devam etmeye çalışır fakat bunların da başına nelerin geldiği erbabının malumudur. Kelamcıların yaptığı düşünmek değil, düşünmenin metotlarını kullanarak, yani düşünceyi araçsallaştırarak gerçek düşünenlerin önünü kesmek, mitolojinin haklılığını ispat etmeye çalışmak. Onun için düşünmeye inanan filozoflar düşünme simsarı olan kelamcılardan nefret eder.

Rasyonel düşünme çabaları her devirde ilm-i ilahi ve mitoloji taraftarlarınca boğdurulmaya çalışır ve bunda büyük ölçüde başarılı olunur. Çünkü kavramsal düşünmek kitlelere göre değil. Kavramsal düşünce (bilim ve felsefe) ile imgesel düşüncenin (din ve mitoloji) uzlaşabileceğine, ikisinin bir arada yürüyebileceğine olan inancımı yitirdim diyor Cündioğlu. Bu, bugüne kadar Cündioğlu’ndan duyduğumuz en açık itiraf belki de. Bilim ile din arasındaki çatışmayı fark edenler ya görmezlikten gelirler ya da açıkça dinden uzaklaşırlar. İlahiyatçılar genellikle birincisini tercih eder.

Bütün imgeler ve imgesel düzenler düşünce karşısında yıkılmaya, yok olmaya mahkumdur. Dinler imge olduğuna göre düşünce karşısında fazla dayanabilme şansları yok hiçbirinin. Bağdat aydınlanmasındaki hezimetin intikamı on yedinci yüzyılda Amsterdam'da alınır. Berkeley, Spinoza, Kant ve öğrencileri kartezyenler. Karşılarında yine imgeciler, tanrılar ve tanrıcılar var ama bu kez durum çok farklı. Max Weber’in deyişiyle büyü bozuldu ve Nietzsche’nin son noktayı koyacağı üzere tanrı öldü. Yani mitoloji, ilahiyat, imge öldü. İki bin yıllık uzun bir aradan sonra büyük zekalar tekrar doğaya yöneldi, fizik üzerinde düşünmeye başladı. J. Locke, Marks, Freud, Darwin ile modernliğin ve modern bilimin zaferi ve ilm-i ilahinin, mitolojinin, ilahiyatın sürgüne gönderilişi…

Cündioğlu bütün konuşma boyunca birincileri aydınlık olarak vasfederken ikincileri zımnen karanlık olarak vasfediyor. Calib-i dikkattir, Cündioğlu’nun serildiği bu iki bin beş yüzyıllık düşünce serüveninde mistiklere hemen hemen hiç yer yok. Bilhassa Mevlana, İbn-i Arabi, Yunus Emre, Gazali gibi Müslüman mistiklere. Bunlar imgesel mi düşünüyor, kavramsal mı, açık bir cevabı yok bu sorunun. Modern düşünceyi Atina ile başlatması ve buna karşı gelen mitolojinin kaynağının Mezopotamya muhayyilesi olarak görmesi ayrıca calib-i dikkattir. Çünkü Mezopotamya masalın ve hikayenin anavatanı.

Bu uzun serüvende İbn-i Haldun nerde? Bilmiyoruz. Bu kadar derin ve geniş bir konuşmadan sonra Cündioğlu imgesel mi düşünüyor kavramsal mı? Onu da bilmiyoruz. “Ya ya”cılar var bir de “hem hem”ciler. “Ya ya”cı olmak kolay değil, bir karar vermeyi gerektiriyor çünkü. “Hem hem”ci olmak kolay çünkü ortada duruyorlar. Ama hakikat hem orda hem burada değil, ya ordadır ya burada Cündioğlu’na göre. Zaten hakikatin burada, yani bilimde ve felsefede olduğunu dolayısıyla dinde ve mitolojide olmadığını açıkça olmasa da kabul ettiğini öğreniyoruz artık Cündioğlu’nun.

İmge ile kavram arasında bu kabil kesin ve keskin bir ayrım yapmak ne kadar isabetli? Peygamberler tarihi ve dinler tarihi sade bir imgeler, yani masallar tarihinden mi ibaret? Cündioğlu bu uzun konuşma boyunca bize yeni bir şey mi söylüyor. Üslup ve tarz olarak evet, ama muhteva olarak hayır, çünkü kural değişmiyor. Her çağda birkaç kişi düşünür diğerleri onların düşündüklerini düşünür diyor Cemil Meriç. Cündioğlu’nun başta Nietzsche olmak üzere modern çağın birkaç düşünürünün düşündüklerini düşündüğünü biliyoruz. Düşünmeyi göze alabilenlere selam olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum