Dindarlık ve aydınlık

Kendi doğrularından çok emin olanlar, doğal olarak “öteki” doğruların yanlış olduğundan emindirler. Başka bir ifadeyle kendi hakikatinden çok emin olan biri -zorunlu olarak- diğer hakikatlerin yanlış olduğundan emindir. Diğer hakikatler yanlış olduğuna göre saygıya layık değildir. Çünkü yanlışa saygı gösterilmez.

Eminlik tekliği, teklik tek-tipçiliği, tek-tipçilik biricikliği, biriciklik temellükü, temellük fanatizmi, fanatizm tedhişi intaç eder. Onun için kendi hakikatinden/doğrusundan/inancından çok emin olanlarla sahici ve gerçekçi bir diyaloğun kurulabileceğini düşünmüyorum.

Muhalifinin düşüncelerinin de evvelemirde doğru olabileceği ihtimaline yer vermeyen bir yaklaşım düşünce değil, doğmadır. Dogma (“taabbudilik”) tartışma kabul etmez, emreder. Tenkit parmaklarıyla yoklayamazsınız onu. Tecessüsü kabul etmez. Ancak teslim olabilirsiniz ona. Her inanç bu anlamda bir parça taabbudilik ihtiva eder.

Diyalog mütereddit olanlarla yapılır, emin olanlarla değil. Emin olanların yaptığı şey monologdur sadece. Hakikati temellük iddiası veya tek hakikat söylemi en fazla nazenin olan hakikate zarar verir. Doğrularının zaman içerisinde yanlış olabileceği ihtimaline yer vermeyen mutlak bir zihnin fırsatını bulursa ne yapacağı ve nasıl davranacağı kestirilemez.

Tam aksine doğrularının zaman içerisinde yanlış olabileceği ihtimalini hesaba katan izafi bir zihin kibirden kurtulur, mütevazi olur. Kendi hakikati dışında başka hakikatlerin de doğru olabileceği ihtimaline kapı aralamaya çalışan birinin ilk öğreneceği şey: tevazu ve mahviyettir. Dindarlık aydınlık halesi ile taçlandırılmazsa eğer fanatizm kaçınılmazdır.

İnanç kesinlik ister, düşünce ise olasılık. Kesinlik buyurgandır, kesindir, keskindir ve keser. Olasılık elindekinin “daha az iyi” olabileceğini düşündüğünden kendisine sunulan “daha çok iyi” bir teklife açıktır daima. İnanmak bir yerde durmaktır, duraklamaktır, karar kılmaktır. Düşünce devingendir, kararsızdır, durmaz bir yerde. Değişir, gelişir, genleşir, gel-gitler yaşar her zaman.

Duranla hareket eden nesnenin veya durmak isteyenle hareket etmek isteyen öznenin bir noktadan sonra çatışması ve/veya yol ayrımına gelmesi bir tercih değil bir zorunluluktur. Hâsılı, düşünmenin hakkını vermek isteyen çoğunlukla inanmanın hakkını ver(e)mez; inanmanın hakkını vermek isteyen çoğunlukla düşünmenin hakkını ver(e)mez. İnanmak teslim olmak, yani bir yerde durmak demektir çünkü.

Kur'an-ı Kerim’in “hiç düşünmez misiniz, akletmez misiniz, tezekkür etmez misiniz, tefekkür etmez misiniz, tedebbür etmez misiniz?” şeklindeki beyanları, -sanıldığının aksine- Kelam-ı İlahi’nin sistematik bütünlüğü, sözün bağlamı (siyak/sibak) ve muhatap kitle açısından düşünülünce bildiğimiz anlamda serbest ve özgür düşünmeyi değil, iman intisabıyla teslim olduktan sonra daha fazla kurbiyyet kazanmak için ayetler üzerinde derince düşünmeyi (teemmül) ifade eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum