Denizli’de iki büyük dava şehidi var

Denizli bahtiyar bir ilimiz.
Dünyanın sona çok yakın bir zamanında iki büyük dava şehidini kucağında saklayan mübarek bir yöremiz.
Kur’an, İslam davası, Risale-i Nur davasının tamamlanması uğruna canlarını seve seve veren iki özgür ve iki büyük şehit.

Zamanın bedii olan Bediüzzaman Said Nursî bedeline Kur’an’ın hükmü çağımızda gerçekleşsin diye her biri şehitlik şerbetini içmişti. Ve Denizli iki yıldan beri olduğu gibi bu yıl da bir vefa borcu olarak bu iki dava adamının ve diğer şehitlerin ruhlarına ithafen mevlit okutuyor şimdi.

Bu iki dava adamından biri; Nur fabrikasının sahibi İslamköylü Hafız Ali, yüz binlerce dava adamlarının kalbinde bu isimle taht kurdu.

En sıkıntılı anlarda üstadı Bediüzzaman’ın yanında oldu hep. Gece gündüz Risale yazdı. Evi adeta bir matbaa gibi çalıştı. Köyü olan İslamköy bir Nur fabrikası oldu. Onun sahibi de bu ihlâs adamı, büyük şehit Hafız Ali Ergün idi. Bediüzzaman da bu mübarek beldeyi, yani Hafız Ali’nin doğduğu köy olan İslamköyünü her zaman Nurs’la eşdeğerde tutmuştu.

En kritik bir zamanda, Allah demenin bile yasak olduğu bir istibdat döneminde tam on iki yıl Bediüzzaman’ın hizmetinde bir nefer gibi, her an işkencelere ve ölümlere hazır olan Hafız Ali, sadakatin de sembol ismi olmuştu.

Denizli hapishanesinde verdiği savunmayla da ne denli Risalelere ve onların müellifi Bediüzzaman’a bağlı olduğunu en yumuşak bir üslupla ve içten sözlerle haykırmıştı.

Hasta olduğu Denizli hapishanesinde çok sevdiği Üstadının bedeline beklediği an geldi ve ruhunu teslim etmişti.

Zaman kritik, düşmanlar azgın ve tuzaklar akıl almaz; ama Kur’an davasının yeni açılımı olan Risale-i Nur tamamlanmalıydı. Onun ölümüyle eğer bu gerçekleşecek idiyse, yüz ruhu feda olsa ne önemi olurdu. Köyünden, ailesinden uzaklarda, Denizli’nin o kurşunî gök kubbesinin altında, Üstadının bedeline ölümü istemişti. Düşmanlar istemese de, onu zehirlemeleri peş peşe gelse de, Kur’an’ın hükmü yerine gelmeliydi, Bediüzzaman hayatta olmalıydı ve Risaleler bir şekilde tamamlanmalıydı. Bu en nazik zamanda kutsal dava adına biri fedakâr davranmalıydı. Merhum Hafız Ali herkesten önce davrandı ve Üstadı bedeline şehitlik şerbetini içti.

O şehit oldu. Hizmet duracak mıydı? Hayır! Nice Hafız Aliler yetişti kendisinden sonra. En ağır baskılara ve zulümlere rağmen Risale-i Nur’un telifi, ama göz hapsinde, ama en ağır şartlarda zindanlarda, ama kırlarda, izbe yerlerde tamamlandı işte.

O kabrinde rahattır şimdi. Bütün bu gelişmeleri kabrinden görüyor ve meleklerle alkış tutuyor.

Özgür davanın özgür yolunda şehit olan Hafız Ali için, o zaman Bediüzzaman da bu dava arkadaşı ve talebesi için büyük bir üzüntü duymuştu.

Diğeri; bir şair, bir mutassavıf, bir öğretmen, bir hakikat kahramanı ve bir Bediüzzaman aşığı Hasan Feyzi Yüreğil.

“Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem / Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak” şiir diliyle terennüm ettiği samimi arzuyla Üstadının bedeline ruhunu teslim eden büyük veli Hazan Feyzi.

Hasan Feyzi gerçek bir âşıktı; Risalelerin ateşine kendini pervaneler gibi atmıştı. O da Hafız Ali gibi Üstadının bedeline ölmeyi diliyor ve birkaç günlük hastalıktan sonra genç denecek yaşta şehitlik şerbetini kana kana içenlerin günümüz bir ikinci kutlu insanlardan oluyordu. Denizli’de hayatını sürdürüyor ve yine ebedî hayata gözlerini açmak için Denizli’nin mübarek toprağında istirahata çekiliyor. Hasan Feyzi, sahabelere benzer nitelikte zamanımızın özgür insanı olarak her zaman hafızalarda kazılı kalacaktır.

Bediüzzaman’ın doğduğu yıllarda, Denizli’de bir büyük veli olan Hacı Hasan Feyzi bir gün talebelerine “Bugün Kürdistanda, yani doğuda bir büyük evliya dünyaya geldi. Bu zat, zamanımızın sahibi, asrımızın vekilidir” diye müjde veriyordu. Bu zattan sonra iki zat daha geçiyor. Yıllar sonra aynı ismi taşıyan Hasan Feyzi de hem öğretmenlik ve hem de şeyhlik yapıyordu. Bediüzzaman Denizli hapishanesine gelince, Hasan Feyzi, daha önceki veliden duyulan bu müjdeyi hatırlamış; sahip olduğu manevî makamı da, şeyhliği de bırakarak Üstadının, Nur’un hizmetine koşmuştu.

Şeyhliği ve dünyayı Kur’an’ın zamanımızdaki açılımı olan Risale-i Nur hizmeti uğruna bir çırpıda terk eden büyük özgürlerden olan Hasan Feyzi, Üstadının Denizli’den ayrılışına çok üzülmüştü. “Ayrılık” şiiri bu ayrılış anını güzel terennüm etmektedir:

“Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak / Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak / Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm / Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.”

Bediüzzaman’ın Denizli’den ayrılışından iki yıl sonra 1946’da vefat eden Hasan Feyzi Yüreğil şimdi kabrinde rahat uyumaktadır. İkisinin de ruhu şad olsun, kabirleri nurlarla dolsun!

Bu iki zat, Asr-ı Saadetteki sahabelere benzer zamanımızın özgür iki dava adamı. Hizmeti de ölümü de her şeye rağmen kendi özgür iradeleriyle seçtikleri için, sona çok yakınlaştığımız günümüzde samimi ve ihlâslı davranışlarıyla ender bulunan şahsiyetlerdendir.

Bu iki zat, kendi ölümleriyle davalarının ivme kazanacağını çok iyi bilmiş ve inanmış tam birer dava adamıydı.

Özellikle kutsal davaların, her şeye rağmen ölümü hayata tercih eden özgür ruhların canlandırdığı topraklarda filiz açtığı, büyüdüğü, sayısız insanlara can olduğu ve geleceği kucakladığına ne şüphe!    

[email protected]

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.