Meleknur ÖZDORUK

Meleknur ÖZDORUK

Çocuk ve israf

Malum, israf sarf etmekle ilişkili, en yalın ifadesiyle lüzumsuz yere sarf etmek anlamında. Para, gıda, su, güneş, enerji, zaman, nefes, zihin, his, duygu, hayal, gayret, ömür ve hakeza… Maddi-manevi yüzleriyle, ehemmiyeti vahyin ikazıyla kat’ileşmiş bir mesele israf. İnsanı ve toplumu ziyankâr eyliyor.

Böyle kabul gören bir söylemin bizzat hayat sahnelerinde yansıma bulmadığı bir gerçek. Çünkü “israf kötüdür”, “israf zarar getirir”, “israf bencilliktir”, şöyledir, böyledir gibi laf u güzaf, doğru olsalar da meseleye tam nüfuz edemeyince, uygulanırlığı da zorlaşıyor. İsraftan sakınılmaya çalışılsa dahi temel dayanak noktası göz ardı edilince konunun hakiki manasına yine erişilemiyor.

Maddi veya manevi olsun, bir şey neden lüzumsuzca sarf edilir; niçin hadler aşılır? Ona yeteri kadar kıymet atfetmemekten, paye vermemekten, onun kadrini idrakten uzak olmaktan dolayı ziyan edilir. Belki, bize fazla fazla verilen şey’in nihayetini görememekten, belki bir sınırsızlık vehmine kapılmaktan... Daha ileri aşamada mülkün kendine ait olduğu zannıyla, onu heva ve hevesinin hizmetinde olarak tevehhüm etmekten. Yani başıboşluğun izdüşümündeki benlik algısından…

Evet, vahyin apaçık fermanıyla kesin surette men edilen israf, üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konu. Hele ki (post)modern zamanların seküler bakışıyla yoğrulan ve küresel telkinlerle bütün insanlığa dayatılan tüketim çağında şahsiyetimizi kaybetmek istemiyorsak. Hele ki, gök kubbenin altında hayvani bir hırsla yaşayıp terk-i diyar eylemek istemiyor; mümin olma şerefiyle aziz bir kul olarak insanlık makamına yükselmek istiyorsak…

***

Bu girizgâhtan sonra israfın çocuklara dönük kısmına ve onlar üzerindeki yönlendirici tesirine kabaca bakmak istiyoruz. Doyumsuz, istekleri karşılandığı hâlde tatminsiz, etrafına nesne yığınları serilmiş, türlü türlü gıdalarla sürekli donatılan… fakat bir türlü memnun olamayan çocuklar ve gençlerle dolu her yer.

Savurarak sarf etmek de kararında sarf etmek de birden bire ortaya çıkan alışkanlıklar değil. Evet, küçük çocuğum israfından sorumlu değil. Fakat ben vazifemi yapamazsam, mesulüm.

Nasıl mı? Bir gün kıymetli bir abla hayat tecrübelerinden bahsederken, her şey patates soymakla başlar, demişti. Evet, her şey patates soymakla başlar. Her şey sebze ayıklamakla başlar. Her şey evdeki bayat ekmeklerin âkıbetiyle başlar. Böylece göz alışır, zihin kabul eder ve israf var ise kanıksanır, alışılır. Evladımız israf yapmamak gerektiğini ezberlediklerinden ziyade, içinde yetiştiği ortamda ve bizzat yaşadığı tecrübelerle küçükken sezmeye ve büyüdükçe de anlamaya başlar. İsraf alışkanlığı, evdeki düzenle, olup bitenlerle birebir ilişkilidir.

Evladımızı henüz doğar doğmaz sorgusuz bir tüketimin ortasında bırakır; doğum ve sonrasında gösteriş kokan, abartılı, lüzumsuz harcamalar yaparsak, çıktığımız yolda en baştan niyetlerimizi bulanıklaştırmış olmaz mıyız? Evet, niyetlere düşen gölgeler, evlat için bir dua hükmüne dönüşebilir.

Oyuncağı kırıldığı, bozulduğu zaman hiçbir gayret göstermeksizin çocuğumuzu o an yatıştırmak için hemen “yenisini alırız” diyor isek, farkında olmadan istenmeyen mesajlar veriyoruz demektir. Hâlbuki oyuncak, çocuk nezdinde sadece bir oyuncak, bir nesne değildir. Çocuk, oyuncağıyla yemek yer, uyur, oturur, kalkar… Yani bir bağ kurar. Biz o oyuncağı hemen gözden çıkarılabilecek, atılıverilecek bir konuma getirirsek, çocuğumuzun ileride arkadaşından dostundan da kolaylıkla vazgeçebileceğini de fısıldamış oluruz. Hem de çocuğumuzun zihninde eşyaya karşı bir kıymetsizlik hissinin oluşumuna karşı kapı aralarız.

Günlük ev hayatında biz yetişkinlerin varlık ve eşya anlayışımızın ve münasebetimizin, çocuğumuzun manevi dünyasına aksettiğini biliyoruz. “Bak, bu elma çok kıymetli yavrum. Kokusunu, tadını alarak yiyelim. Bak, rengi, şekli nasıl da harika. Gel sana bu elma kardeşin çekirdekten bu yana süren macerasını anlatayım” şeklinde bir sohbet, belki her zaman ulaşılabilir gibi gözüken, bazen israf için kolay bir hedefe dönüşen ‘elma’ya çocuk dikkatini yoğunlaştırır belki. Sonra “Bu elmayı sana büyük bir padişah hediye olarak gönderse ne hissedersin? İşte bütün bu muhteşem nimetleri bizlere veren Allah, bu elmayı da göndermiş. Bu sebeple çok kıymetli” desek de meselenin esas hakikatini dillendirsek… “Bunun bir çekirdeğinde kocaman elma ağacı gizlenmiş. Allah, havayı, suyu, toprağı, güneşi bu elmanın yetişmesi için görevlendirmiş” diyerek, çocuğumuzun yaşına göre anlatacaklarımızla tefekküri bir bakış tohumunun duasına dursak…

Havadan, sudan, yiyecek içeceklerden yola çıkarak her bir nimetin sonsuz şükre layık olduğunu, onları ziyan etmenin değer vermemek anlamına geldiğini fırsat buldukça hissettirmeye çalışırsak, somut örnekler üzerinden keyifli sohbetler edebilirsek ve sohbette yavrumuzu da aktifleştirebilirsek, temiz dimağlara mana tohumları ekmiş oluruz inşallah.

Evladımızın gelişim dönemini nazara alarak zamanın, nefesin, kabiliyetlerin, zihinsel melekelerin, duyguların, hislerin ve hakeza israf edilmemesi gerektiğini hissettirmeli, anlatmalı; kendi hayatımızda bizzat yaşayarak hakikate ayna olmaya çalışmalı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum