Maaliftihar din jandarmasıyız!

Ziya Paşa merhum bir yerde diyor: "İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki./Evvel yoğ idi iş bu rivayet yeni çıktı." Efendim, işte bu 'ehl-i sünnetçilik' de, 'din jandarmalığı' da, ‘skolastik müslümanlık’ da, tıpkı Ziya Paşa’nın buyurduğu gibi, başımızdaki yeni işler. Yeni tabirler. Ben şahsen ‘ehl-i sünnetçilik’ kavramlaştırmasını(!) ilk kez Senai Demirci abinin bir yazısında görmüştüm. (Sanırım başlığında da geçiyordu.) Ötekini, yani ‘din jandarmalığı’ yaftasını, daha farklı isimlerden de duydum. Fakat rastladığım en eski kullanımı Cenab Şehabeddin'in bir makalesinde geçiyor. "İçtihad kapısı açılmalı!" diyor Cenab Şehabeddin o yazıda. Ve ekliyor: "Daru'l-Hikmet gibi kurumlar 'din jandarmalığına' soyunmasın."

Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî kitabında rastladığım bu makaleye cevap yazanlardan birisi de, o dönemde Daru'l-Hikmet'in âzâlarından olan, Bediüzzaman. (O cevabî makale de aynı kitapta mevcut.) Mürşidim, daha sonra telif ettiği 27. Söz/İçtihad Risalesi isimli eserine de, Cenab Şehabeddin'in ilgili yazısını hatırlatır şekilde başlıyor: "İçtihad kapısı açıktır. Fakat şu zamanda oraya girmeye altı mâni vardır."

Bu yönüyle 'dinin modern hayata uyumlu olması' talebiyle içtihad kapısının açılmasını isteyen Cenab Şehabeddin'in gözünde Bediüzzaman'ın da bir 'din jandarması' olduğunu anlıyoruz. Bugünlerde de 'din jandarmalığı' yapmakla suçlanan bir dolu isim olduğundan, bu miras beni o yaftayla karalanmaya çalışılan insanlara karşı daha taraftar kılıyor. Mesela: Ebubekir Sifil Hoca'nın da benzeri suçlamalara maruz kaldığını biliyoruz. Başka isimler de var. (Yakın zamanda bir twiti nedeniyle linç edilmeye çalışılan Bedri Gencer Hoca’yı da bu isimlerden sayabiliriz.) Hatta bana öyle geliyor ki: Mektubat-ı Rabbanî’deki ehl-i sünnet vurgularına/uyarılarına bakarak bu ifade pek kolaylıkla İmam-ı Rabbanî rahmetullahi aleyh hakkında dahi kullanılabilir.

Peki böylesi mümtaz kişileri mezkûr suçlamalara maruz kılan nedir? Bence yüzyıl önce Bediüzzaman'ın benzeri suçlamalara maruz kalmasına sebep olan şeylerden başkası değil. Reformist veya modernist, bizim tabirimizce ehl-i bid'a, kimselere karşı ehl-i sünnetin kodlarını ve mirasını koruma/savunma çabaları.

Herkesin ifratı kendisini bağlar. Selefî çizgiye yakın bazı isimlerin önlerine geleni tekfir etmeleriyle ehl-i sünnetin istikamet çizgisini, cadde-i kübrayı, sahabe mesleğini korumaya çalışanları karıştırmamak gerekir. Çerçevesi olmayan din olmaz. Sınırları olmayan çerçeve olmaz. Dışı olmayanın içi de olmaz. Biraz da bu nedenle biz bugün 'kurdun gövdeye girdiği'  ortamda bu türden yaftalamalara karşı iki kere dikkatli olmak zorundayız.

Şu da dikkat edilmesi gereken bir meseledir ki: Bugün ehl-i sünnet ve'l-cemaat, reformist-modernist çizginin temsilcileri tarafından emeviliğin, selefiliğin veya vahhabiliğin mümessili gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sünnet-i seniyyenin dindeki yerini önemseyen herkes bu kalıba iteklenirken güya Kur'an namına binbeşyüz yıllık İslam mirasını ayakaltına alanlar da cadde-i kübrayı sinsi sinsi sahipleniyor. Geçtiğimiz yıllarda Diyanet İşleri'nin sünnetin önemini hatırlatır bir hutbesinden dolayı şahit olduğumuz 'kaşıntılar' da bu durumun en büyük şahidiydi. Dini değiştirmeye çalışanlar, aslına dair yapılan her vurguyu, asla yapılmış bir saldırı gibi lanse ediyorlar.

Okuyanlar hatırlayacaklar: Orwell'ın 1984 romanında kavramlaştırdığı şeylerden birisidir ‘Karşıt-söylem.’ Karşıt-söylem bir psikolojik harp taktiğidir. Kendinizi olduğunuzun tam tersiyle isimlendirerek, muhatabımızı sizin hakikatte olduğunuz yere iter, mahkum edersiniz. Haksız olmanıza rağmen cerbezeyle psikolojik üstünlüğünüzü korursunuz. Bunun Türkiye'deki bir örneklemesi olarak CHP'yi görüyorum ben. CHP'nin açılımı nedir? Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Peki hakikatte CHP nasıl bir partidir? Halkçı mıdır? Devletçi midir? Demokratik midir? Otoriter midir? Yönetimde olduğu yıllarda nasıl bir tutum sergilemiştir? Bu soruların alacağı cevaplar, tarihsel gerçekliği yitirmeyenler için, malumdur. Ancak aynı CHP yıllardır ‘kendisini olduğunun tersi bir noktada konumlandırarak’ rakiplerini 'kendisi gibi olmakla' suçlar.

Bunun bir benzerinin de modernistlerin elinde 'uydurulmuş din' ve 'indirilmiş din' söylemi üzerinden yapıldığını düşünüyorum. Mesela: Binbeşyüz yıldır cadde-i kübrayı oluşturan ehl-i sünnet mirasını 'hurafeler zinciri' olarak göstererek 'uydurulmuş din' alanına kıstırmak isteyen modernistler, kendilerini ise, binbeşyıl sonra sayelerinde ortaya çıkan 'asıl/indirilmiş din'in mensubu olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Halbuki bu tam bir demagojidir. Beyazı siyah göstermektir. Orwell'ın işaret ettiği karşıt-söylem taktiğidir. Bediüzzaman da Lemaat'ta bu taktiğe işaret ederek der ki:

"Zaman olur ki zıd, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lâfz mânânın zıddıdır. Adalet külâhını zulüm başına geçirmiş. Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bağy ismi takılmış. Esaret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nam verilmiş. Zıdlarda emsal olmuş, suretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî."

Birşeyin aslının çok sonradan ortaya çıktığı iddiası zaten sorunlu bir söylemken bir de bu iddianın hak din hakkında kullanılması iki kere problemlidir. Öyle ya. İslam'ın hakikatinin ortaya çıkması bu kadar sonradan olmuşsa o nasıl geldiği dönemin hidayeti olmuştur? Ve ondan binbeşyüz yıl uzaklıkta bulunan bugünün yabanileri nasıl sosyolojik ve kronolojik olarak bu kadar geriden baktıkları birşeyin aslını anlamışlardır? Üstelik bahsettikleri bu asıl(!) bugüne gelen mirasın çoğu noktada hilafına işaret etmekteyken...

Ali Şeriatî'nin İslam Nedir'de güzel bir sözü var: "Bir dini anlayabilmek için onun tanrı tasavvuruna bakmak lazımdır." Bunların 'indirilmiş dinini' anlamak için de biraz Allah tasavvurlarına bakmak yeterli olur. Bunlara göre Allah, dini indirmiş fakat koruyamamış, aslını ancak binbeşyüz yıl sonra bu malumatfüruşlar sayesinde ortaya çıkarmıştır.

Ben şimdi hem 'din jandarmalığı' hem 'ehl-i sünnetçilik' tabirleri için 'karşıt-söylem'i hatırlamanızı isteyeceğim. Acaba binbeşyüz yıl sonra ortaya çıkıp dipçik zoruyla dini değiştirmeye çalışan jandarmalar, ehl-i sünnet uleması mıdır, yoksa bu süper kahraman(!) arkadaşlar mıdır?

'Acaba' diyen herkesi yakaladıkları gibi 'uydurulmuş din' mensubu sayan bu arkadaşlar mı acaba birşeyin 'çilik'ini yapmaktadır, yoksa musavvibe mesleğiyle ve hak mezheplerin/tariklerin kucaklayıcılığıyla birbirine hürmetkâr ehl-i sünnet mensupları mı 'çilik' sahibidir? Müslüman, ehl-i sünnetin istikametli dairesinin çizgilerini korumada hassasiyet sahibi olmayacaksa, acaba imanın taraftarlığı başka ne işine yarayacaktır? Bu konu bugünlerde beni hem güldürüyor hem düşündürüyor. Sizinle de paylaşayım istedim. Allah ayaklarımızı istikametten ayırmasın. Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum