Cemaatler araç mıdır, yoksa amaç mıdır?

Hz. Muhammed (asm) efendimizin dedesi Abdülmüttalib’i bilmeyen ya da duymayanımız yoktur. Abdülmüttalib’e, rüyada zemzem kuyusunun kazılması vazife olarak verilmişti. Bunun üzerine rüyada denilen yeri bulduğunda Kureyş’in ileri gelenleri de hak dava etmiş fakat Abdülmüttalib onlara müsaade etmeyince tek erkek çocuğuyla bu işin altından kalkamayacağı, onlara kafa tutamayacağını söyleyen Kureyşli ileri gelenleri Abdülmüttalib’in canını çok sıkmışlardı. O da Allah’tan 10 erkek evlat istemiş ve şayet bu olursa, onlardan birisini Kâbe’nin yanında kurban edeceğini vaad etmişti. 30 yıl kadar sonra 10 erkek evladı olmuş ve sıra vaadde durmaya gelmişti. Evlatlarının hiç birine kıyamayacağını anlayınca kura çekmiş ve kura kâinatın efendisi Resulullah’ın (asm) babası Abdullah’a çıkmıştı. Şam’daki kâhin kadın vesile oldu da Abdullah kurban olmaktan kurtuldu.

Abdülmüttalib’in yaşadığı bir diğer olay ise Ebrehe denen zalim valinin Kâbe’yi yıkma girişimidir. 571 yılında gerçekleşen bu olay Kur’an’a da Fil Suresi olarak yerleşecek kadar önemli bir olaydır. Biz Müslümanlar için önemli dersler içermektedir. Fil Vakası adıyla tarihe geçen bu olayın tamamını anlatmaya gerek görmeyerek sadece bizi ilgilendiren kısımdan bahsetmek istiyorum:
Mekke yakınında Mugammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadırlarını kurdu ve çevredeki Mekke'lilere ait develeri yağmaladılar. Burada, Ebû Regal öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz devesi vardı. Ebrehe'nin elçisi Hinata el-Himyeri Mekke'ye giderek Kureyş'lilerin ileri gelenleriyle görüştü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi bıraktıkları takdirde onlara saldırmayacaklarını" söyledi. Onlara sadece Kâbe'yi yıkmak için geldiklerini, kendileri ile savaşmayacaklarını bildirdi.
Abdülmuttalib, "Biz onunla savaşmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. Orası Beytullah'tır, eğer korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini görüşmek üzere Ebrehe'nin yanına vardı. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karşılayan Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince söyle dedi: "Seni ilk gördüğümde gözüme büyük bir şahsiyet olarak görünmüştün. Ama sen Kâbe'nin korunmasını isteyeceğin yerde develerinin peşine düşünce gözümden düştün." Abdülmuttalib ise cevap olarak, "Ben develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.
Bu iki olayda da Abdülmüttalib’in kul olarak kendine düşeni yaptığını, bununla birlikte Allah’ın takdirine teslim olduğunu ibretle okuyoruz. Zaten Müslüman bir kulun da yapması gereken bu değil midir? Kendi gücünün yettiği veya sorumluluklarının sınırlarına kadar dert edinip, gücü veya sorumluluğu aşan noktada akıbeti Allah’ın takdirine bırakıp da “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler” demek imanın gerektirdiği bir davranıştır.

"Evet, Nurcular, cemiyet-memiyet, husûsan siyasî ve dünyevî ve menfi ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar. Fakat bu vatanın eski kahramanları kemâl-i sevinçle şehâdet mertebesini kazanmak için ruhlarını fedâ eden milyonlar İslâm fedâilerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedâilik damarından irsiyet almışlar ki, bu hârika alâkayı gösterip, Denizli Mahkemesinde bu âciz, bîçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesâbına söylettirdiler: 'Milyonlar kahraman başlar fedâ oldukları bir hakîkate başımız dahi fedâ olsun!' diye, onlar nâmına söylemiş; mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek Nurcularda hakikî, hâlis, sırf rızâ-i İlâhî için ve müsbet ve uhrevî fedâiler var ki, mason ve komünist ve ifsat ve zındıka ve ilhad ve taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp, hükümeti ve adliyeyi aldatarak lâstikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşallah bir halt edemezler. Belki Nurun ve imanın fedaîlerini çoğaltmaya sebebiyet verecekler." ( Tarihçe-i Hayat, Syf. 518 )

Netice itibariyle cemaat; Allah rızasını temin, uhrevi ve müsbet gayeler doğrultusunda ancak araç olabilir. Yukarıya da alıntıladığım kısımda Üstad Hazretleri’nin de belirttiği gibi Nurcular, cemiyet-memiyet, husûsan siyasî ve dünyevî ve menfi ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar. Nurcular olarak üzerimize düşen ilây-ı kelimetullah ve iman kurtarma vazifemizi sorumluluklarımız nisbetinde yapacağız, yani develerimizin derdine düşüp Kâbe’nin muhafazasını Allah’a bırakacağız. Sebeplere müracaat ederek sonrasında Allah’a itimat edeceğiz. Cemaat, din vesaire endişesine kapılmaksızın kadere teslim olup şevk, tesanüd ve ihlâsımızı muhafaza edeceğiz. Ve inşallah Allah’ın huzuruna alnımız ak olarak çıkacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.