Çağdaş bir derviş ve ârif olan Sadık Yalsızuçanlar’ı dinlerken…

Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa çoktandır hasretini çektiği bir veliyi, bir ermişi, bir dervişi, bir ârifi, bir Allah adamını misafir etmenin bahtiyarlığını yaşıyor. Bir zamanlar kitaplarıyla epey halvet demleri geçirmiş ve bunlar sayesinde zât-ı âlileri ile derinden bir gönül bağı kurmuştum. Biliyorsunuz, kurulabilecek bağların en samimisidir bu gönül bağı. Bununla birlikte bir gazetede çıkan Tanpınar serlevhalı yazısı çok tesir etmişti bana. Tanpınar Huzur romanında huzursuzluğu yazmış diyordu. Tanpınar’ın dünyasında aylarca yaptığım seyahatten sonra aradığım ve fakat bir türlü kurmaya muvaffak olamadığım cümle tam da buydu.

Bir yazarı eserinden tanımakla bizzat tanımak aynı şeyler değil. Eser ile musemma arasında ahenkli bir nispet kurulamıyor her zaman. Kimi zaman bazı güzel eserlerin yazarlarını tanıyınca pişman oluyor ve “keşke tanımasaydım” diyor insan. Çünkü eserinin kaynaktan çok daha önde olmasının şaşkınlığını yaşıyorsunuz. Bazılarını tanıdığınız zaman ise eser ile musemma arasında tam bir ahenk ve terkibin kurulmuş olduğunu görürsünüz. Eseri zatının mücella bir aynası; zatı eserinin mücella bir aynası. İşte Sadık Yalsızuçanlar bu nadide yazarlardan biri, belki bunlar içerisinde birincisi.

Karşınızda bütün o güzel eserlerinde konuşan mütevazi, mütebessim, kalender, çelebi, bilge, ârif, âlim, derviş insan var. Hayatı ile sanatı, hal dili ile kal dili bu derece uyumlu başka bir sanatçı var mı, bilmiyorum. Hele o enfes konuşması ve bütün bir medeniyetin irfani yükünü temessül eden şümullü ve şirin hitabeti! Bunun içinde kimler yok ki: Hz. Mevlana, Hz. Yunus, Şeyh-i Ekber Hz. Muhyiddin İbn-i Arabi, Hac-ı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Galip, Dede Efendi, Itri, Neyzen Tevfik, Bediüzzaman Said Nursi, Tanburi Cemil, Yahya Kemal, Tanpınar, Turgut Cansever… O konuşurken çapraz tonozlu eski bir Urfa evinin arkaik duvarlarının içinden bu zatların ruhaniyetinin mütebessim bir edayla bizleri temaşa ettiğinden emindim.

Medeniyetimizin manevi temellerini çağdaş bir dervişten dinlemek gerçekten de tarifi kabil olmayan bir saadet. Bir şehri inşa etmekle bir insanı inşa etmek aynı şey. İnsan-ı kamil inşa edilmeden şehr-i kamil inşa edilmez. İnsan-ı kamil şehr-i kamili inşa etmenin evvel ahir şartıdır. İnsan-ı kamilin ruhu câmi ism-i şerifine mazhar olduğu için iyi bir şehir insan-ı kamilin ruh aynasıdır. Zatına hoşça bakamayan bir nazar şehre nasıl hoşça bakabilir ki? İnsan-ı kamil kesrette vahdeti, vahdette kesreti gören insan. İrfansız İslam kupkuru bir retorikten ibaret. İrfan cennetine ermeden ahiret cennetine varılmaz. İrfan cenneti bu dünyada ahiret cennetinin izdüşümü çünkü. İnsan olmadan İslam olunmaz. Önce insan, evvella insan, illa Hz. İnsan.

Temeddün ve temekkün. İskan ama şehirlileştirerek, medenileştirerek iskan. Haşa bu bir istila değil, feth-i mûbin. Hz. Pir-i Mevlana’nın ifadesiyle taşradan şehre hicret. Her türlü kirden, pastan, çer çöpten, takıdan, takıntıdan, hamlıktan, günahtan hicret. Bedenden ruha, zahirden batına, maddeden manaya, beşerden insana hicret. Salik herşeyden önce yıllarca eşikte beklemesini bilecek. İrfan cennetinin bedeva olmadığını, bunun en büyük bedelinin ise kendi nefs-i emmaresinden vazgeçmek olduğunu. Her medeniyet bir insan-ı kamil ile başlar ve  bütün ilk medeniyetlerin temelinde insan-ı kamilin zirvesi olan peygamberler vardır. Klasik mûsikimizin üstatları batılı ustalardan fersah fersah önde. Ama kaç kişi farkında bunun?

Sadık usta koca bir irfanın içinden konuşuyor. Muhteşem bir mazinin, yitik bir hikmetin içinden. Konuşurken fem-i mübareğinden sadır olan her cümlenin nakış nakış resmini çizmek istiyor insan. Bir süre önce yaptığım bir paylaşımda: “Bilmiyorum ne kadar doğru, bazılarına gülünç gelecek belki ama bana bir mürşit lazım. Bu ihtiyacı derinden hissediyorum” demiştim. Bugün Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa’da Sadık Yalsızuçanlar üstadımı dinlerken bu arzumun ne kadar yerinde ve muvafık olduğunu anladım. Konuşma sonrası az kalsın “hocam lütfen bana mürşit olur musun” diyecektim.

Kurtuluşumuzun tek çaresinin irfan olduğunu öğreniyoruz. Sadık Yalsızuçanlar bu ülkenin ârif yazarlarından. Gerçi böyle kaç ârif yazarımız var ki? Koca bir medeniyetin bütün irfani mûktesabatını omuzlarında hissederek konuşmak kolay şey değil. Her faniye nasip olmayacak yüksek bir paye bu. Kökü mazide olan bir ati Sadık usta. Bütün ülke ve hususan biz muhafazakarlar böyle ermiş bir sima ile ne kadar iftihar etsek sezadır.

Şehr-i Urfa’ya misafir olup candan, gönülden, müessir, edibane, arifane, şairane, alimane, dervişane, ermişane sohbetinizden istifade etme imkanı sunduğunuz için hoş olan zatınıza yürekten müteşekkirim üstadım. Ayrıca böyle aziz bir hayra vesile olduğu için İlim Yayma Cemiyeti Şanlıurfa Şubesi’ne ve bilhassa kıymetli dostum Vedat Akıllı hocama teşekkür ediyorum.  Kalbi selamlar ve hürmetlerimle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum