Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Bediüzzaman'ın Veziri Zübeyir Gündüzalp Ağabey-5

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Hizmet Rehberi (İzah-şerh-tanzim)

Zübeyir Abi, hem Hizmet Rehberi amaçlı, hem Mehmed Oğuz'un hatırası ve "ayaktayız" mesajı vermek için, hem de Ankara'da iyice bunaldığından, önce Denizli'de bir hafta kalıp sonra Nazilli'ye geçti.
(1961 yılı yaz başı)

Merhum Teyp Tahir (Gürdere) Anlatıyor;

1961'de Zübeyir Abi önce Denizli'ye, sonra davet ettik Nazilli'ye geldi. Hizmet Rehberini Nazilli dersanesinde hazırladı. (N.B.Kumandanı s, 381)

h.jpgBu fırtınada Zübeyir Abi; Nazilli Nur dersanesinde 45 gün çalışıp, risaleleleri tarayarak Hizmet Rehberi'ne ilk şeklini verdi.

1970 yılında ise izah, şerh, tanzim manasında Hizmet Rehberi’ne bugünkü şeklini verip neşretti.

Bütün gayesi, hayali, düşüncesi, nurcuların hizmette bir ve beraber olmalarını sağlamaktı.

Aydın'a gelişinden yaklaşık iki ay sonra yaz ayında Ankara 27'ye geri döndü. (1961 Temmmuz sonu)

Beraber kaldıkları berber Hüseyin Filiz, Zübeyir Abi'nin Nazilli'de 45 gün kalıp Hizmet Rehberi'ni yazdığını, bir haftalık pirinç lapası hazırlayıp, küçük tavada az tereyağ ve az dometesle ısıtıp yediklerini anlatıyor.

Zübeyir Abi'yle, hemşerilerinin davet ettiği köy düğününe gidip, yolda bisküvi atıştırıp, düğün yemeği yemeden döndüklerini anlatır.

Bir gün Uzunçarşı'da polisler Zübeyir Abi'yi Nazilli Karakolu'na götürürler.

- Ne iş yaparsın dediklerinde;

- Kardeşim ben eski elbise alır, eski elbise satarım şeklinde cevap verdiğini naklediyor. (Ağbeyler Anlatıyor).

[Hakikaten de Zübeyir Abi geçinmek için, birkaç kere eski alıp satıyor ama kimse bilmiyor. Ayrıca 7/8 Ocak'ta kafası duvarlara çarpılarak şehid edilen Mehmed Oğuz'un acısını hisssedip, kuvveyi maneviye vermek için Nazilli'ye geldiğini de yine kimse bilmiyordu!]

2- Merhum Kayalar Meselesi

Kayalar Abi 1952'de emekli olduktan sonra Diyarbakır camilerinde sabah namazından sonra Risale-i Nur'dan dersler yaptırıyordu.

1960 yılı Ocak başında üstad Ankara'ya çağırıp meşhur "müsbet hareket" dersini ona verdi.

Kendisi zaman zaman Hz. Ali'yi yakazada gördüğünü anlatır, her sabah yanındakilere gördüğü rüyayı sorar ve yorumlayıp dikkate alırdı. (Mehmed Kayalar, İ.Atasoy s, 335).

1964, 67 ve 1969'da yazları Adana Tekir Yaylası'nda kalabalık şekilde yaz okuma ve yakın döğüş programları yaptı.

Üstad Urfa'da vefat edince nurculara baş seçme teklifi getirdi. Zübeyir Abi yapılan toplantıda üstadı bir başın değil, meşveret heyetinin temsil edeceğini izah edince, ikna olmuş göründü ama bu fikrinden hiç vazgeçmedi.

1960 ihtilali sonrası Haziran başında Sivas'a sürüldü, ardından Çanakkale Zindanı'nda 12 ay kadar yatıp, bir yıl kadar da ailece Muğla'ya sürgünden sonra 1963 yazbaşında, Diyarbekir'e döndü. 300 çocuğu sünnet ettirip, bir sosyal hizmet fırtınası estirdi.

Bu 3 işkenceli ve zehirlenmeli musibet, sinirlerini iyice bozmuştu.

Üstadın mezarı kırıldığında Sivas sürgünündeydi ve öfkeyle "dışarda olsaydım suçluları vururdum!" dedi.

1962'de Temyiz Müdafası için Çanakkale'den Ankara'ya gelir ve Said Özdemir'le görüşür. Zübeyir Abi İstanbul 46 numarada kalmaktadır.

Bu arada temyiz verilen cezayı onamış, kalan hapis süresini yatmaktan başka çare yoktur.

Sonra menfi hareket düşüncesini; Mustafa Sungur ve Tahsin Tola huzurunda açıklar.

Üstadın son müsbet hareket dersini hatırlatıp ikna etseler de emin olamazlar.

Çünkü işkenceler sinir ve kontrol mekanizmasını iyice yıpratmıştır.

Merhumlar Sungur, Ceylan ve Fırıncı abilere durumu açınca gözü kara Ceylan "Çanakkale'ye kalan cezasını çekmesi için götürmekten başka çare yok" der.

Kendi dolmuşuyla kaldığı otelden alır, Sungur, Fırıncı ve Ceylan beraberce sohbet ederek Çanakkale hapsanesine faytonla teslim ederler.

Yolda gördüğü edebsiz görüntüleri gösterip, "bunların mesulü sizsiniz!" diyerek cezaevine teslim olur.

Çanakkale hapsindeyken; Nur'dan Kıvılcımlar şiir kitabının duruşması devam eder. Bu davada Bekir Berk'in savunmasını inatla reddeder.

"Kayalar abinin kişiliğini bu eseri özetler; bir yüzü nur/yakmaz ışık, öbür yüzü kıvılcım/ateş parçası!" (Mehmed Kayalar, İ.Atasoy s, 137/139)

Bilhassa Sungur Abi vefatına kadar onu şefkat ve merhamet kollarına alır.

Hatta Diyarbekir'de eliyle kafasına vurmasına ve 1994'de Yalova/Çiftlikköy'deki evinde imsak için (temkin vakti) tartışıp, kendi evinden gitmesine rağmen.

***

Zübeyir Ağabey'in Ankara Hayatı (12 ay kadar)

(1960 sonbaharı/1961 sonbaharı)

Ankara Hizmet Hatıraları

Allah afiyetini artırsın Gültekin Sarıgül Abi Anlatıyor:

27 Mayıs İhtilali sonrası; Said Özdemir Abi, Ayaş'ta hapis yatıyordu.

"Kardeşim seninle beraber Said kardeşi ziyaret edelim" dedi.

Atladık minibüse gittik, Said Abi çok memnun kaldı. Cevşen'e Nur talebeleri ve üstadın ismini o ziyarette eklettik. Bir ara bir kardeşimize ne okuyorsun dedi. O da; ben Cevşen okuyorum deyince;

"Kardeşim olmaz, Risale-i Nur okuyacaksın. Risale okumaktan artan zamanında Cevşen okursun.
Risale evrad yerine de okunabilir" dedi. (N.B.Kumandanı s, 206- 207)

Hamdi Sağlamer Anlatıyor:

"Bir gece Hacı Bayram'a doğru yürürken yanımıza bir sarhoş geldi bizden sigara istedi. Zübeyir Abi "ahh kardeşim olsa verirdik" dedi. O sarhoş Zübeyir Abi'nin önünde ceketini ilikledi 'senin canın sağolsun ağabey' dedi ve ayrıldı.

Yine birgün Bayram Abi, hizmete yardım etmek istiyen bir iki zengin esnafı Zübeyir Abi'ye getirdi.

"Kardeşim önce Risale-i Nur'un izzetini muhafaza etmek lazım" diyerek yardımı kabul etmedi.

"Ağabey borç para verse olmaz mı" dedik yine aynı sözleri tekrarladı.

Bu tip durumlarda hep 'kardeşim para veren akıl da verir' derdi. (Nur'un Büyük Kumandanı Z.Gündüzalp s,145- 148)

Yine Karadeniz'i dolaşıp Ankara'ya (27) gelmiştim.

"Fırıncı ve Türkmenoğlu ağbeylerin yanında şu soruyu sordum. Siz Konferans'ta Risale-i Nurların izaha ihtiyacı yok diyorsunuz. Halbuki biz dinleyicilerin anlayabilmesi için izaha ihtiyaç hissediyoruz" dedim.

"Kardeşim sen imani bahislere ait başka kitap okudun mu"?

"Hayır okumadım" dedim.

"O zaman senin yaptığın izah, Risale-i Nur'un kendi kendini izahıdır. Zira okuduğun yeri, yine nurlardan okuduğun başka bir yerle izah ediyorsun. Bunda bir beis yok" dedi. (Nur'un B.K.Z. Gündüzalp s, 141)

Merhum İsmail Ambarlı Anlatıyor:

Zübeyir Abi hiç bir şekilde; ortamın kötülüğünden uzunca bahsetmezdi. Savaş ustası bir erkanı harp, alemi kucaklayan bir müşfik, fikirleri inceleyen müdakkkik bir alimdi.

1961 yılı başıydı. Bendderesi'nde kaldığım dersaneye geldi. Hasta ve bir avuç hap içmişti. "Beni 27'ye, Bayram kardeşe götür, Bekir Bey gelmiş, onunla görüşeceklerim var" dedi.

Yolda hiç boş vakit geçirmezdi. Kur'an, Cevşen okur, manzaralı yerde kainat kitabını tefekkür ederdi.
Giderken bana hizmet hatıralarını ve 4 hatveyi anlattı.

Karşımıza; zamanında çok hizmet etmiş, 60 ihtilalinde çok zulüm ve çile çekip, emekli edilmiş bir astsubay çıktı. Sigaraya başlamış ve tam sigara çekerken karşılaştık. Astsubay kardeş o kadar utandı ki; insiyaki şekilde sigarayı arkasına fırlattı. Zübeyir Abi hiç görmemiş gibi, "kardaşım!" diye öyle bir sarıldı ki görülmeye değerdi.

Niye hiç gelip gitmiyorsun demeden; hizmetlerin çok inkişaf ettiğini, Ankara ve İstanbul'da birçok medrese açıldığını, üniversitelilerin iştiyakla Risale-i Nur okuduklarını, çok talepten risale basımlarını yetiştiremediklerini anlattı.

O ağabey de bizimle dersaneye geldi ve donatılmış bir sofrada kahvaltı yaptık.

Zübeyir Abi Ankara'ya gelişlerinde veya bir yere gittiğinde; hemen nur talebelerini sorar, şiraze bozukluğu hissederse ya ayağına gider veya çağırır, azami şefkat ve alaka ile muhatabını kırmayarak, üstad Risale-i Nur ve meslek meşrebimizi anlatırdı.

Namaz tesbihatı ve sünneti seniyyeye hassasiyetle riayet ederdi. Son derece tedbir ve temkinliydi.

Camilerde uzun pardesüsü ve sade takkesiyle namaz kılardı.

Resmi yerde ve hizmet buluşmasında; tam takım, saçları taralı, traşlı, kıravatlı giderdi.

Daima hikmetli konuşur, latifeleri hakikatlıydı.

Üstad ve Sözler'le ilgili şiirleri ezberden vecd içinde okurdu.

Yürürken sağa sola rastgele bakmaz, kadın ve kızlara karşı azami dikkat ve âli bir edep içindeydi, sanki üstad gibi pürdikkatti.

"Aziz üstadım, şanlı, mübarek üstadım" derdi.

Yumurtayı haşlamadan önce tuzla ovup yıkar yıkatırdı.

Zübeyir Abi; kiminle ne konuşacağını çok iyi bilir, fıtrat ve kabiliyetlere göre konuşur ve iş vermeye çok özen gösterirdi.

Kişinin ihtiyacını keşfeder ona göre muhatap alır, cevap verirdi.

Görev verdiğine itimat eder, hüsnüzan eder ve denetlerdi.

Olumsuz sonuç ve ihmalleri için hiç kimseyi kırdığı görüp duyulmamıştır.

Kaza penceresinden bakıp tevekkül ve kanaat ederdi.

Bir ara tefarik/toprak kokusu, iğde çiçeği ve gül kokusu kullandı.

Risale-i Nur'daki bir meseleyi bazen gelip gidene devamlı anlatırdı. O meseleyi herkesin iyice duyup bilmesini isterdi.

Bir ara Hacı Bayram'da gelenlere ene meselesini işledi.

k.jpgBir gün sabah namazından sonra; "Ambarlı kardeş! Beni üstadımın Ankara Kalesi'ne, çıktığı yere götür, üstadıma Cevşen okuyacağım" dedi.

Hemen arabayı hazırlayıp koluna girdim ve arabaya bindirdim. Belki bir saatten fazla Ankara Kalesi'nde; yüksek sesle inleyerek, ilticayla, Kur'an ve Cevşen okudu.

Okurken yalnız kalmak isterdi. Ben de uzaklaşıp, rahatsız etmeden okudum. (Nur'un Büyük Kumandanı s, 270/274)

Merhum Mazhar İyidöner Anlatıyor;

Zübeyir Abi Konyalı olduğu için gelir giderdi.

O zaman Mevlana yanında Saadet Fırını'nında çalışıyordum.

Konya'ya geldiğinde yanıma gelir, fırın yazıhanesinde tatlı sohbetler ederdik.

Ankara'ya gittimizde arkadaşım Hasan Nevruz'la 27'ye ziyaretine gittik.

Sohbet gece yarısına kadar sürdü ve "Kardeşim kendinize otelde yer ayırdınız mı" dedi.

Doğrusu şaşırdık ama bozuntuya vermeden, "ağabey Ankara şu sıralar çok kalaba değil, yer buluruz" dedik. Halbuki niyetimiz dersanede kalmaktı.

Zübeyir Abi'nin bu ikazı bize büyük ders oldu. Çıktık ve otelde kaldık. Zübeyir Abi, dersanenin otel gibi kullanılmasına karşıydı.

Yine Said Gecegezen'le Zübeyir Abi'yi Ankara'da ziyaret ettik. Sonra bazı yerleri ziyaret için çıktık ve dolaştık.

Acıkınca rastgele bir lokantaya girdik. Girer girmez baktık ki, Zübeyir Abi, büzülmüş şekilde yemek yiyor; önünde az bir pilav ve küçücük kasede yoğurt yiyor. Bizi görünce kalktı yanımıza geldi; "kardeşlerim beni hoşgörün. Sizi misafir edecek durumda değilim. Bu benim 3 günlük tayınatım" dedi. (Z.Gündüzalp/İ.Kaygusuz s, 407- 408)

Merhum M. Türkmenoğlu anlatıyor:

Emniyetçiler bizi devamlı takip ederlerdi. Gölge gibi peşimizdeydiler. Bize derlerdi ki; "sizi çok rahat takip ediyoruz. Ama bu zatı (Zübeyir Abi) bir türlü takip edemiyoruz, bir iki sokak sonra izini kaybettiriyor."
(N.B.Kumandanı s, 232)

Zübeyir Abi ile 27'de her sabah okuduğumuz bir andımız vardı.

"Eğer zenginlik hizmete mani olacaksa; yaşasın fakirlik!
Eğer evlilik hizmete engel olacaksa; yaşasın bekarlık!
Eğer ilim hizmetten alıkoyacaksa; yaşsın cehalet!" (N.B.Kumandanı s,230)

"Ankara 27'de beraber kalırken Zübeyir Abi büyük sıkıntılar yaşadı.

Abimizin en hassas işlerinden biri; meşveret meselesinin yerleştirilmesiydi.

Ayrıca hangi talebe hangi konuda mütehassıs ise; o konuda meşverette bulunsun isterdi.

Meşveretin uzmanlaşıp şemalaşması için çırpınıyordu.

Ankara'dayken şarktan ve başka yerlerden; şiddet dolu mektuplar gelirdi. (Genelde şiddetli tenkit ve tehdit ihtiva eden mektuplardı.)

Bu mektuplardaki meselelere cevap olarak biz de; her tarafa üstadın hizmet tarzını anlatan mektuplar gönderirdik.

Gelen bir mektup üzerine; parmaklarını kulaklarına götürdü; duymayacağız, sonra şehadet parmağını dudağına götürüp; konuşmayacağız ve şehadet parmağını ileri uzatıp; hizmete devam! dedi.

Birgün yüzlerce mektup yazıp zarflayarak, ortada bıraktık ve yattık. Zübeyir Abi'nin kaldırın uyarsına rağmen; bitkinlikten kaldıramadık. Sabah erkenden kapı çaldı baktık emniyetçiler.

- Kim yazdı bunları diye bağırıp duruyorlardı.

Bu arada Zübeyir Abi, odasından çıkıp, gayet ciddi şekilde; parmağıyla bütün odayı işaret edip;
"burda gördünüz her şey bana aittir, mektupları ben yazdım, bunların hiçbirinin ilgisi yok!
Buyrun ne soracaksanız!" dedi.

En belirgin özelliği üstadına olan sadakatıydı.

Kimseye iş buyurmaz hasta haliyle; odaları süpürürdü. Gönül kırmamak için büyük gayret sarfederdi.

"Birisi hizmette hata yaptı mı; önce ima eder, sonra vücut diliyle hissetirir, üçüncüde de netice alamazsam, ilgimi keserim" derdi. (Z.Gündüzalp İ.Kaygusuz, s, 272- 274)

"Birgün sabah yine zil çaldı, 1.şube polisleri. Bizimle kalan merhum Mustafa Acet, 27 Mayıs İhtilali'nde açığa alınmış, tekrar Diyanet kütüphanesinde görevli ve evliydi. Baktım rengi benzi atmıştı.

O anda Zübeyir Abi küçücük odasında çıktı ve ona, "Hadi kardeşim sen giyin git!" dedi. O da çıkıp gitti, hiç bir polis; sen kimsin nereye gidiyorsun demedi. İkimiz 2-3 gün tutuklandık, iskemlelerin üstünde yatıp kalktık.

Yine Türkmenoğlu anlatıyor:

Zübeyir Abi Ankara'dan ayrıldıktan takribi 5 yıl sonra tekrar Ankara'ya geldi, bir otelde kalıyordu. Ağabey niye dersaneye gelmiyorsunuz dediğimizde "kardeşim Ankara'ya şahsi işim için geldim, dersanede kalmam caiz olmaz" dedi. Kardeşi Haydar'ın bir işi için gelmişti.

Yine Ankara 27'de kalırken, bir hemşerisi (Mazhar İyidöner) yanına geliyor. Onu da dersane yerine otele gönderiyor.

Birgün polisler 27'yi bastılar. Salonda bulunan teksir makinesine göz dikmişlerdi. Zübeyir Abi; şimdi matbaalarda 50 bin nüsha basılıyor diyerek, makinenin önemsizliğini anlatsa da; poisler makineye göz koymuşlardı. Ne de olsa iş yapmış olup terfi edeceklerdi.

Zübeyir Abi bunun üzerine "size bir teksir makinesi verelim" dedi. Teksir makinesinin sahibini sorunca, Kastamonulu birinin, liseli mi üniversiteli mi bilmem. Nasıl bir şahıs dediklerinde; Lacivert elbiseli esmer birisi dedi. İsmi ne? Ee polis bey ben her rastladığıma nüfus kağıdı mı sorayım der.

Teksir makinesi, kitap ve evrakları bir yere toplayınca Zübeyir Abi; bunları nasıl olsa bize iade edeceksiniz, çuvallara koyup sayıp tartıp size öyle verelim dedi, tamam dediler.

Bu arada Zübeyir Abi bir kardeşe, bu makine yerine arka odadaki işe yaramaz makineyi koydurur.

Karakola vardıklarında eski makineyi görünce; Bir de müslüman olacaksın! Müslümanlıkta yalan söylemek var mı deyince; Zübeyir Abi oturduğu koltuğa yayılır ve tane tane konuşur.

"Ben size teksir makinesi vermedim mi?"
- Evet.
"İşte size teksir makinesi" deyince bir şey diyemezler. (N.K. Z.Gündüzalp s, 87/88)

Bana "Türkmenoğlu" derdi.

"Biz taş gibiyiz, taşı atınca, taş itiraz eder mi, şuraya buraya gideceğim" diye.

"Türkmenoğlu üstad sana fedakarlık dersi verdi. Herkese vermez, dikkat et!" derdi.

Merhum Dr. Mehmed Akay Anlatıyor:

Ankara Tıp'ta asistanken Cebeci'de doktorlar dersanemiz vardı.

Dersaneye ressam Re'fet Abi'ye bir tablo yaptırmıştım:

Ortada silüet halinde; Kur'an-ı Kerim ve Kabe-i Muazzama. Ve onlara uzanan yüzbinlerce el. Altında ise, "Yüzbinler başların feda olduğu bir hakikate başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-ı Kur'ani'yeye feda olan bu baş, size eğilmeyecek ve küfr-ü mutlaka teslimi silah etmeyecektir" yazılıydı.

Zübeyir Abi çok ince düşünceliydi. Ziyaretimize geldiğinde; "Yeni gelenler endişelenir, bu levha ders odasında olmasın kardeşim" dedi. (Z.Gündüzalp/İKaygusuz s, 171)

3- Merhum Said Ağabey

Diyanet'te gezici vaiz olan Said Özdemir Abi, Ankara'da yaşıyordu.

1960 sonbaharında Zübeyir Abi, Hacı Bayram 27 nolu dersaneye geldiğinde, kendisi Bendderesi'nde evinin altında bir dersanede hizmet ediyordu.

"Daha üstad sağken; İskender Göçer ile birlikteydi ve onu mehdi biliyordu. Sonra babası, Evranosoğlu ve kendisi Isparta'da üstadı ziyaret edip, "o bir meczup" cevabını alınca ondan ayrıldı."

Hamdi Sağlamer Anlatıyor:

"Yine Ankara'da Zübeyir Abi, İsmail Anbarlı ile beni bir derse gönderdi. İçeri girdik Ankara'da çok tanınan eski bir ağabey, sarığı sarıp cübbeyi giymiş, şeyh gibi oturuyor, kalabalığa nasihat ediyor. Biraz dinleyince; öyle değil, böyle olması lazım dedim. Hemen birkaç kişi ayağa kalktı. Ayağa kalkarsak kimin pişman olacağı belli olmaz" dedim.

O ağabey; "Hamdi kardeş sen bilmiyorsun, geçen komünistler bizim kardeşleri dövdü. Sol gazeteler; solcular Nurculara meydan dayağı attılar diye yazdılar" deyince.

"Kardeşim Nurcu sade siz değilsiniz ki, Nur'un hesabına karar veriyorsunuz. Bak üniversite dersanelerinde yüzlerce kardeş var. Zübeyir, Tahiri, Sungur, Bayram ağbeyler var. Karar verilecekse onların olduğu bir toplantıda karar verilir" dedim.

O silahlı gurup; hop oturup hop kalkıp evi terkettiler. Sonra kalktık 5/6 kişi 27'ye gittik. Sonradan Zübeyir Abi bıyık altından gülüp, tebessüm ederek 'adamlar bir daha toparlanamadılar' dedi.

(devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum