Bediüzzaman Said Nursi'nin mektubunda doktor-hasta ilişkileri

Bediüzzaman Said Nursî, özel olarak gönderdiği mektuplarda, diğer yazılarından biraz farklı, muhatabının özel durumlarını dikkate alarak daha açık ve komprime önerilerde bulunur. Bu gibi mektuplardan bizim de kendimize çıkaracağımız bir dizi dersler var. Bu tür mektupları okurken, hem mektup muhataplarını ve hem de kendimizi göz önünde bulundursak anlamak için iyi bir yöntemdir. Yazdıkları şeylerin aynısının bizde olması mümkündür. Bazen de bir meslek kesimini ya da bir toplumu ilgilendiren genel kurallar yer alır bu tür mektuplarda.

Barla Lahikası (1) adlı eserinde Bediüzzaman, Dr. Yusuf Kemal Durakoğlu'na yazdığı mektup bu tür mektuplardandır. Bu mektuptan doktor-hasta ilişkilerinin olması gereken düzeyin ipuçlarını rahatlıkla çıkarabiliyoruz.

Doktorlar, insan unsuruyla sürekli muhatap oldukları için, her şeyden önce kendilerinin hem ruh uyanıklığı içinde olmaları ve hem de hastalarını çok iyi tanımaları gerekmektedir. Kendinin farkında ve ruh dinginliğine sahip olmayan bir doktorun, hastalığına yenik düşerek aciz duruma düşen ve doktorunun iki dudağına bakan hastasının psikolojisinden anlaması çok zordur.

Kendi hastalığını teşhis edebilen Dr. Yusuf Kemal, bir doktorda olması gereken en önemli özelliğe sahip olduğunu bu özelliğiyle göstermektedir. Hastalığı teşhis, tedavinin yarısı demektir. Adı geçen doktorun hele manevi boyuttaki hastalıklarından da haberdar olması ise, duygusal dünyasına da nüfus ettiğinin göstergesidir. Gördüğü hastalıklarını bir bir tedavi etmiş olması da şart değil elbette; buna zamanı ve gücü yetmeyebilir. Önemli olan eksiklerini görüp onları telafi etme yoluna girmiş olmasıdır. Hastalıklarının farkında olması, bir manevi istiğfar demektir. O halde bir doktor, bütün yönleriyle ruhen tam uyanık ve kendisi ile birlikte çevresinin ince sırlarının hepsine vakıf olmasa bile, hiç olmazsa bir farkındalık içinde olması gerekir. Yani hastasının beden ötesine geçerek ruhunun ve duygularının derinliklerinde hastalığına ipuçları araması önemlidir.

Ruh uyanıklığı nasıl olur bir doktor için? Bir kere, hayat en değerli bir varlık.  Hayata hizmet etmenin kutsallığını vurgulayıp doktorun çok iyi bir göreve sahip olduğunu ima ettikten sonra Bediüzzaman, bu hayata ilişkin görevlerin içinde en önemlisinin de geçici hayatı daimi hayata çevirmek için çalışmak olduğunu söylüyor. Doktor, hayatı, hayat sahibi insanı, hastalığın hikmetini, şifayı verenin kim olduğunu bilecektir, bilmelidir. Sürekli hayatla ve en anlamlı hayat sahibi insanla ilgilenen bir doktorun, hayat ve insanın gizemli taraflarıyla ilgilenmemesi ve onları görmezlikten gelmesi elbette büyük bir eksikliktir. Mesela, bir mercimek tanesi kadar bir hap, ölüm halinde olan birini hayata yeniden döndürebiliyorsa, basit bir işmiş gibi bütün bu mucizevî oluşum hapta aranmaya kalkılırsa, o zaman ne akıl ve ne de duygu kesimi tatminkâr bir cevap alır. Elbette maharet hapta değildir. O sadece bir sebeptir. Hapın gerisindeki şifa elini görmek ruh uyanıklığıdır işte. Yani Yaratıcının Şafi sıfatının bir yansımasıdır hap. Doktor bunun bir vesile olduğunu bilirse, artık hastalara ve hastalıklara karşı geliştireceği bakış açısı, ona çok geniş manevi pencereler açacaktır.

Bediüzzaman, doktorun bilgi birikimini de takdir ediyor. Ancak doktorluk ve daha birçok alandaki bilgilerin altında ezilmesine gönlü razı olmuyor. Bilgi hamalı değil, bilgileri evirip çevirip insanın en büyük amacı olan öte âlem hizmetinde kullanma becerisini kazanmaktır asıl olan. Bediüzzaman bunun farkında olmasını da ister doktorun. Gereksiz bilgilerin olabileceğinden, bu bilgilerin altında ezilme ihtimalinden, duyguların baskısından, odun yığınları gibi ruhsuz şeylerin bizi son derece rahatsız edeceğinden söz açarak, bunlara yönelik tedavi yöntemini belletiyor doktora. 'Benim yaptığım gibi senin de kafanı teftiş et!' diyor.

Herkes kafasının içinde odun yığınlarına rastlar ister istemez. Onları ayıklamak elbette bir disiplin ister. Bizi bir yerden bir yere savuran, kendimizden çok uzaklara atan duygularımız da var; onların güdümünden kurtulmak için de farkındalık, sezgisel derinlik gerekir. Bilgileri kutsal amaca yönlendirerek, onları faydalı, nurlu ve ruhlu hale getirmek pekâlâ mümkündür. 

Kafayı denetlemek, duygu eğitiminin birinci adımıdır. Farkındalık dediğimiz bu işlem, bizi hikmetin bazı gizemlerine ulaştırabilir. Böylelikle hayat başka bir görünüme bürünmüş olur. Doktorlar, bu farkındalığa sahip olduktan sonra, doktor-hasta ilişkilerinde istenilen düzeyi yakalamayı da becermiş olurlar.

Hasta-doktor ilişkileri, bütün dünyada özenle üzerinde durulması gereken bir duyarlılıktır. Doktorların Hipokrat yemininin esprisi budur. Hastanın iyileşmesi, doktorun hastaya vereceği morale bağlı değil mi? Manevi olarak güçlü olmayan doktor, hastaya şifa olacak morali nasıl verebilir?

Bu mektupta, bir hastanın psikolojisi ile bir doktorun takınması gereken tavırları açık bir şekilde görüyoruz. Maddeler halinde aşağıya çıkaralım.

Hastadan başlayalım:

a) Temelde aciz olan insanın zayıflığı hastalığıyla birlikte zirveye çıkar. Ümitsizdir. Bu aşamada en çok ihtiyaç duyacağı tesellidir. Kanserli bir hastanın doktorlara olan şu iniltili çağrısı ilginçtir: Kötü haberler verirken, çok az da olsa, birazcık ümit de vermenizi istiyorum. (2) Tesellinin köklü olması ve duygularda yer etmesi ise, hastalığın acı ve sıkıntısını en aza indirir.

b) Özellikle manevi tesellinin bazen ilaçlardan çok daha etkin olduğu bir gerçek. Ahiret inancı yaklaşımıyla, ne denli ağır olursa olsun, hastalığın her şeyin bir sonu olmadığı anlamında yapılacak telkin, hasta için büyük bir güçtür. Hastalıkların insanların sınavları olması noktasında da sabır göstermenin sonucunda ödüllenme bilincinin yerleşmesi, büyük rahatlamayı beraberinde getirir.

c) Çoğu bedensel hastalıkların altında manevi zaaflar yatar. Bu zaafları giderecek ya da bu zaafları olumluluklarla değiştirecek doktorlardır. İnançlı doktorlar, direnç göstermeyeceklerinden hastalarının zaaflarını rahatlıkla giderebilirler. Onların fıtratları, fıtrata uygun telkinlere karşı gelemez.

Doktorların hasta-doktor ilişkilerindeki donanımları ise şöyle:

a) Doktorun fıtratının gerektirdiği bir şekilde yetişme zorunluluğu var. Fizyolojisi yanında bir de psikolojik yapısı var ve oldukça da etkin. İkisini de doyuma ulaştırmalıdır doktor. Çünkü muhatabı olan insan da düalist bir yapı ve karmaşa bir yapıya sahip. Yani doktor her şeyden önce inançlı olmalı.

b) İnançlı insanın en açık özelliği şefkatidir. İnançlı doktor da hastalarına son derece müşfik davranmalı; öylesine ki, hasta doktorunu bir anne ya da bir baba sıcaklığında görmeli.

c) Doktor hastasına empatik davranmalı; empatik olduğu kadar da hastalığına iyi gelecek bütün önlemleri almada cesur olmalı ve en küçük ihmal göstermemelidir.

Bediüzzaman, bahtiyar doktora bu mektubu yazarken, diğer doktorlar nezdinde de yeni bir çığır açmasını, onlara da örnek olmasını ister. Böyle bir ruhsal uyanıklığa erişmek için Allah'a bol bol yalvarılması gerektiğine işaret eder. Her şey Allah'ın iradesiyle olacağına, ruhsal uyanıklık kazanmak da ince ip üstünde yürümek gibi zor olduğuna göre, dualarımızla O'nun yardımını istemek gerekir.

(1) Nursî, B.S. (2007). Barla ve Kastamonu lahikaları
(2) Gordon, Dr. T. (1997). Doktor-Hasta İşbirliği, Sistem yayıncılık, İstanbul

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum