Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Bediüzzaman’ın çizdiği insan karakteri

Bediüzzaman bir tip peşinde koşmamış. Olağanüstü özellikleri olan bir karakter portresi çizmiş. Muhtelif eserlerinde kişilere yüklediği özellikler onun “işte böyle” der gibi bazı karakterleri arzu ettiğini gösteriyor.

Her büyük sanatçı bazı tiplerini ve karakterlerini “o benim“ diye okuyucusuna sunar. Yakup Kadri, Yaban romanındaki Ahmet Celal’in kendisi olduğunu söyler, o tipi eleştirmek istemiyorum, o onun tercihidir. Halide Edip bir çok tip çizmiş Handan romanında. Handan golf oynayan tam bir batılı genç kızdır ama yıllar sonra büyük badireler atlatan ve insanı tanıyan Halide Edip, İstanbul’da barınamayıp, Avrupa’ya kaçar oradan da Amerika’ya gider. Clown of Dauğhter diye bir roman yazar, Türkçe adı Sinekli Bakkal’dır. Halide Edip artık Avrupa döküntüsü tipleri değil tamamen yerli bir tipi bu romanında anlatır. Rabia bir imamın kızıdır, imam korkulan ve Allah’ın azabı ile insanları uyaran ve müsamahası olmayan bir imamdır. Rabia büyür ve Hafız olur, daha sonra mukabele okumaya başlar. Bir İtalyan Rahibi Peregrini Müslüman olur ve Rabia’yı tanır, adı Osman olur Rabia ile evlenir. Rabia ideal bir tiptir, Handan‘dan Rabia’ya gelinceye kadar ünlü yazarımızın büyük değişimler, zihni sirkülasyonlar geçirdiği önemli.

Atatürk’ün yakın çevresinde iken kaotik bir şekilde Avrupa’ya apar topar kaçar, 1939’da İstanbul’a döner. Yürekli bir hanımefendidir, tarikatların kaldırılmasını istemez, çünkü tarikatlar Müslüman Türk milletinin ruhsal hazinesidir. Akşam zikre gidip günahlardan silkinen insanlar evlerine tezekki etmiş olarak döner ama şimdi onlar yok veya var, birileri yok zannediyordu ama öyle değil. Şimdi onların yerine kafelere, köy kahvelerine gidip tavla oynayıp televizyon seyredip evine ağırlaşmış olarak dönüyor. İşte bizim sakat mordernizmimiz. Hala gider bu kaosu üretenleri anarız, defatir-i husiyelerine alayişkar elfaz-ı gayrimenuse yazarız. Bu topraklardaki büyük ümmetin kaderini kimse değiştiremez. Bu böyle biline.

Yirmi İkinci Söz’ün birinci kısmındaki birinci adam tam bir karakter gibi düşünür.

“Şu acib alemin ebette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir maliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız onu tanımalıyız. Çünkü anlaşılıyor ki bizi buraya getiren O’dur.“

Bu karakter tam bir ehl-i dikkattir.

”Gel her tarafa bak, herşeye dikkat et. Bütün bu işler içinde bir gizli el işliyor.”

On iki bürhanlık bu kısımda her bölüm bakmak ile başlar. Demek Bediüzzaman bakmayı, bakan insanı, baktığını gören ve yorumlayan insanı ister. Bakmadan başka aradığı tefekkür eden insan olmaktır.

“Bütün bu memleketin tanzimatını gör ve bütün bu alemin sanatlarını tefekkür et.”

Bakmak, dikkat etmek, tefekkür etmek… Hayatımızı gözden geçirelim. Bahar geldi bizim bahçede sarı çiçekler açmışlar, neredeyse bunları koparmayın diye ilan asacağım.  Hz. Mevlana “bir çiçek bir yılda açar bir ot iki ayda büyür” der. O çiçeği koparana ceza versem yeridir, o kadar rahatsız edici. Gariban bir yıl beklemiş daha açtığı gün kafasını koparır çocuklar, bir saat sonra solar atılır sokağa, bitki ve hayvan sevgisi vermediğimiz çocuklar.

Bediüzzaman kahramanını, karakterini tarih gemisine bindirir ceziretül araba götürür. Bu da o yarımadaya bak demektir. Tarih bilmesini ister kahramanından Bediüzzaman.

“Gel bir gemiye bineceğiz şu uzakta bir cezire var oraya gideceğiz, çünkü bu tılsımlı alemin anahtarları orada olacak.”

Sonra Kur’an’a bakmayı örgütler.

“İşte bak yukardan inen ve herkes O‘na hayretinden ve hürmetinden kemal-i dikkatle bakan, şu nurani fermana bak. O bin nişanlı Zat onun yanında durmuş, o fermanın mealini umuma beyan ediyor.“

Yirmi İkinci Söz’ün ikinci makamı yine “bak” ve özellikle “dikkat et” kelimeleri ile başlayan açılışlarla yapılır.

”Bak şu kainat bostanına şu zeminin bağına, şu semanın yaldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne dikkat et.”

Sanatçı yetiştiriyor, sanatçıların da büyük Avrupa dâhilerinin bile ifadeleri bakmak ve dikkat etmek üzerine kurulmuştur.

”Bak şu kainat-ı seyyalede şu mevcudat-ı seyyarede cevelan eden zihayatlara göreceksin ki…“ “Bak şu semavatın denizinde yüzen ve şu zeminin yüzüne serpilen rengarenk mevcudata ve çeşit çeşit masnuata dikkat et göreceksin ki…“

Onbir ve On İkinci Lema Peygamberimiz (asm) ve Kur’an’a hasredilmiştir, o kadar cami cümlelerle anlatır ki:

“Kitab-ı kebirin ayet–i kübrası ve Kur’an-ı Kebir‘deki ismi azamı ve şecere-i kainatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o saray-ı alemin güneşi ve alem-i islamiyetin  bedr-i münevveri ve Rububiyet-i ilahiyenin dellal-ı saltanatı ve tılsım-ı kainatın keşşaf-ı zihikmeti olan Seyyidimiz Muhammedül Emin Aleyhisselatü vesselam…”

Daha sonra sıra Kur’an’ı yine okyanusvari cümlelerle anlatır.

“Şu yirmi iki söz o güneşin ancak yirmi iki Lem’asıdır” Onun karakteri “aklı hüşyar, kalbi müteyakkız kardeştir.”

Pencerelerde konuşan kendisidir. Temaşa anlatıcının büyük özelliğidir:

”Zeminin yüzünü yaz zamanında temaşa edip görüyoruz ki icad-ı eşyada müşevveşiyeti iktiza eden ve intizamsızlığa sebeb olan…”

Bakmak devam ediyor:

“Şu kainatın lambası olan güneş kainat Saniinin vücuduna ve vahdaniyetine güneş gibi parlak ve nurani penceredir.”

Daha da ayrıntılı bakışlar var.

“Bir bahar mevsiminde garibane, müfekkirane seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi.”

29 Pencere. Bütün işi insanın itikad ve sanat dünyasına pencereler açmaktır. Yüzyıllardır klasik ve donuk bakış açısını genişletmek için çırpınır.

”Şu pencere imkan ve hudusa müesses umum mütekelliminin penceresidir. Ve isbat-ı  vacib ül vücuda karşı ceddeleridir…” ”Şu pencere insan penceresidir ve enfüsidir…” “Bütün geçmiş pencereler Kur’an denizinden bazı katreler olduğunu düşün sonra Kur’an’da ne kadar ab-ı hayat hükmünde alan envar-ı tevhid var olduğunu kıyas edebilirsin.”

Ayet’ül Kübra’daki kahraman şiddetle merak ederken, en başta göklerin nur yaldızıyla yazılan güzel yüzü görünür. Ona "Bana bak, aradığını sana bildireceğim" der. O da bakar, görür ki:

“Sonra bulutlara bakar o mütecessis adam. Bana bak, merakla aradığını ve seni buraya gönderini benimle bilebilir ve bulabilirsin" der. O misafir, onun ekşi, fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş, fakat müjdeli gürültüsünü dinle...”

Büyük bir sinema perdesi havadır, oraya bakar Meraklı şahıs.

“Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: Bu câmid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesi…”

Merakı devam eder yolcunun, karakterin.

“İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde, bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisât-ı cevviyeyi tedbirden terekküp eden bir hakikatın yüksek ve âşikâr şehadetini işitir...”

Merakı sürekli artar.

“Merakını şiddetle tahrik ettiğinden; semâ, cevv ve arzın mükemmel ve kat’î derslerini dinlediği halde, "Hel min mezîd" deyip dururken, denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekârâ...”

Ne seslerini işitir? Merakını yerinde kullandığından zevki ve şevki artar, demek merakımız yok ki şevkimiz de yok.

”O meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken, hayvanat ve tuyûr âleminin kapısı açılır.“

“...O pür-merak ve pür-iştiyak misafirdir.”

Sonra merakı ile peygambere dikkat eder.

”... kemâl-i merakla ve gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle bu zâtın bütün gizli ve âşikâr hallerini ve fikirlerini, vaziyetlerini taharrî ve teftiş ve tetkik etmeleri neticesinde, bu zâtın...”

Yolcu Fatiha’nın merdivenlerinden çıkmaya başlar.

“Meraklı ve müştak yolcu adam, kendi ruhuna dedi ki: "Fatiha-i şerifede, başından tâ "İyyake" kelimesine kadar gâibane medh ü senâ ile bir huzur gelip "İyyake" hitabına çıkmak…“

Bir küçük etüd ile Bediüzzaman’ın ortaya çıkarmak istediği canlı karakterinin özellikleri, bakmak, görmek, düşünmek, tefekkür, taharridir. Bütün bunları büyük bir merak ile yapar, çünkü merak büyük bir özelliktir bütün peygamberlerin, alimlerin, keşşafların en önemli özelliğidir. Nasıl Resullullah (asm) merak ile semanın kapısından Cebrail’in gelmesini sağlamışsa, hayatımızı kolaylaştıran ve büyük kaşifler de büyük hassasiyetlerle keşifler yapmışlardır. Biri meridyen ve paralelleri bulmak için çalışmış çünkü bunlar, adres olmayan bir şehirde yer aramayı kolaylaştırmıştır, hangi ülkede, hangi mahallede oturur, bunların çalışması ile ortaya çıkmıştır.

Bediüzzaman, nasıl bir adam talep etmiş? Biz ise neyiz, bir ona bir kendimize bir de şu aleme bakalım… Onun çizdiği insan portresine uygun yaşasaydık kim bilir neler olurdu neler? Yaşasın dikkat ederek, bakarak, görerek, düşünerek yaşamak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum