Balçıkla Sıvanamayan bir İslam âlimi SAİD NURSİ

Geçmiş günlerde Haber1 köşe yazarlarından, meslektaşım Sn. Ahmet Coşkunaydın’ın, sık sık gündeme getirdiği Said NURSİ’Yİ, ben de çok merak ediyordum.
O yıllarda; Sayın Coşkunaydın’ın bahsettiği Rusya olayları gibi, “yasaklama ve sindirme baskıları,” maalesef Türkiye’mizde de çok sık görülüyordu.

Gençlik yıllarımdaki heyecanla, tüm gazeteleri, pek “seçici” olmadan okuyordum. 
Mâlûm basınımız o zamanlarda, (bugün neredeyse tüm dünya ülkelerinin bağrına bastığı) Said Nursi’nin her hareketini, mühim bir olay ve ciddi bir tehlikeymiş gibi sürekli manşetten veriyordu.
Ancak; hiç objektif değil, sürekli menfi yorum ve saptırmalarla verilmesi sebebiyle, bende de bu isim (yani, Said Nursi) üzerinde buz gibi soğukluk, katılık ve antipati bırakıyordu…
Meselâ: “Nurcular elebaşlarıyla yakalandı.” “Said’i kürdi Van’da ele geçirildi ve gözaltına alındı.” “120 Nurcu âyin yaparken yakalandı.” ..gibi kasıtlı ve yanıltıcı manşetler, vb. …

Gün geçmiyordu ki, bu nefret uyandırıcı manşetlerle ve haberlerle (!) karşılaşmayalım.
Bilinçsiz ve o günkü gençlik anlayışımla; “Bunların elebaşları olduğuna göre bunlar, bir çete olabilir…” “Ele geçirildiğine göre, sürekli kanundan kaçan ya da kanunsuz işler çeviren kişiler olabilir…”zannediyordum. (Tabii ki neticede, binlerce beraat haberleri hiç verilmiyordu.) 
Veya “Âyin yaptıklarına göre bunlar, GAYRİMÜSLİM kimseler olabilir…” ..diye düşünüyordum. Öyle ya, Müslüman âyin yapmaz ki, ibadet eder, Kur’ân okur veya zikir eder. Bende ve genç arkadaşlarımda, Nurcular hakkında uyandırılan intiba işte böyleydi…
*******
Askerliğime birkaç ay kala, o günkü malûm gazetelerin (!) birinde, şöyle çarpıcı bir manşet ile daha karşılaştım.  “Said Nursi kendisini PEYGAMBER İLÂN ETTİ!...”
Altında açıklama olarak ise: “..Said Nursi yazmış olduğu, Şualar adlı kitabının, 14 üncü sayfasının 30. satırındaki ifadesi aynen şöyledir. ‘..Ben ve benden evvelki peygamberler..’ ..işte bu ifade kesin olarak gösteriyor ki, Said Nursi kendisinin Peygamber olduğunu açıklıyor…” yazılıydı. Böyle bir açıklama, düz mantıkla, açık açık bir ispat (!) olmalıydı...

Bu haberden sonra nefretim, gayriihtiyarî olarak daha da artmıştı.
 “..Pes yani, bu kadar da olmaz. Bunun (hâşâ) cezasını vermek lazım”… ..gibi yorum ve düşüncelere sevk etmişti beni… (Allah cc. Af etsin.)
Böylesine katlanmış bir nefretle birkaç gün daha geçmişti.
Nihayet bir başka gazetede, nur talebeleri hakkında biraz farklı bir manşet gördüm.
“Nurcular, Sultanahmet adliyesini camiye çevirdiler...”
İç sayfaya havale edilen haber ile ilgili, birkaç adet fotoğraf da basılmıştı.
Resimleri dikkatle inceledim. Bu insanlar takım elbiseli, bazıları kravatlı, tertemiz yüzlü, pırıl pırıl ve güven veren ciddi ciddi insanlardı.
Bazıları kanepelerin üzerinde, bazıları yerlere serdikleri seccadelerde namaz kılıyorlardı.

Oysa bende; uzun kirli sakallı ve saçlı, kanundan kaçan çete elemanları kılıklı kişilerin hayalleri vardı. Zaten, daha yukarıdaki manşetlerden, ancak böylesi hayal edilebilirdi…
Bu hayallerim, birden dağıldı. Yerini, çok karmakarışık duygular almaya başladı…
• Ben aklı başında bir insanım. Her atılan otu ve eti yememeliydim, tüh bana…
• Önceki manşetlere inanıp nefret ettiğim kişiler, meğer ne kadar da farklı ve temiz kimselermiş. Acaba hangisi doğru?...
Mademki böyle, bu işin altında bir bityeniği var. Ben bu işin ve bu kişilerin gerçek yüzlerini öğrenmeliyim… ..diye düşünerek, karar verdim ve araştırmalarıma başladım…

Çevremde sorgulamaya başladığımda bana; “Senin amcanın dört oğlu da Said Nursi Hz.’nin kitaplarını okuyorlar. Onlara sorsana!...” denildi.
Öyle ya, ben nasıl akıl edememiştim bunu. Rahmetli amcamın büyük oğlu Elektrik Yüksek Mühendisi, kardeşlerinin üçü de üniversite talebesi idi…
O günkü vasıtalarla, Skoda otobüs ve tramvaylarla, B.başı/Üsküdar’daki evlerine gittim.
Hoş-beş sohbetlerden sonra sadede geldim. Birkaç yıl süren bu kargaşaları tek tek anlattım. Amcamın büyük oğlu da, bir taraftan bana çay demliyor ve meyveler ikram ediyordu.
Bu ikramlar için, sözümü zorunlu olarak her bölüşünde de, çok çok özür diliyordu.
Son sorumu, çok net olarak sordum:
-“İbrahim abi, Said Nursi’nin kendisini peygamber ilan ettiği şu gazetede ispat ediliyor, işte bak, gözlerinle gör. Kendi yazdığı kitabında yazılıymış…” dedim.
O günkü tavrını hiç unutamıyorum. Uzattığım gazeteye hiç bakmadı bile. Bana sordu:
-“Hangi kitapmış o?...”  ..Ben hemen, gazeteyi açıp baktım…
-“..Şualar, olduğu yazıyor…” dedim. Diğer odaya gitti, elinde büyükçe bir kitap ile geldi.
-“..Yeğenim, o gazeteye bakar mısın, kaçıncı sayfada olduğu yazıyor?...” Ben hemen baktım ve söyledim. O sayfayı açtı ve geldi, benim yanıma oturdu.
-“Gel, birlikte bakalım yeğenim…” dedi.
Açtığı o sayfayı inceleyince, inanınız ki hayretler içinde dona-kaldım. Çok şaşırmıştım…
Çünkü o sayfa ve satırda hem orijinal Arapçasıyla, hem de Türkçe, aynen şu cümle yazılı:
-“Rasül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş(buyurmuş.): Ben ve benden evvel gelen Peygamberlerin, en ziyade faziletli ve kıymetli sözü L İLÂHE İLLELLAH kelâmıdır…”
Lütfen dikkatlice tekrar okuyunuz. Mâlum gazetede, sadece altını çizdiğim kısım alınmış ve iddia olarak konulmuştu… (Birazcık araştırma rûhu olan, lütfen üşenmesin, o kitabı da açsın baksın…)

O an üzerime kaynar sular döküldüğünü hissettim:
• Bu saf ve temiz Türk halkı, niçin bu kadar aptal yerine konuluyordu?...
• Doğru haber ve doğru bilgi ulaştırması gereken basın, niçin böylesine yanıltıcı, saptırıcı, tahrik edici ve aldatıcı olabiliyordu?...
• O haberleri okuyan 1000 kişiden, kaç kişi benim gibi araştırmış olabilir ki?...
• Said Nursi ve Nur talebeleri, nasıl insanlar ve niçin karalanmaya çalışılıyor?...
• Ben ki; o günkü meslek okulumuzun en birincisi olmuş ve teknik üniversitede okutulma bursu kazanmış, zeki ve akıllı bir kişi olarak, bu tuzağa nasıl düştüm?...
• Yazıklar olsun bana da, yuh bana!... ..diyerek, kararlı bir şekilde Said Nursi’nin hayatını ve 6000 sayfalık Risale-i Nur eserlerini incelemeye başladım…
Yüce Rabbime binlerle şükürler olsun ki, o günden bu güne 38 yıldan beri Risale-i Nur okumaya devam ediyorum. Yüce Rabbim bu güzellikleri tüm sevdiklerime, dostlarıma, okurlarıma ve yerli ve yabancı herkese kısmet etsin ve yaşatsın…
Evet, “Güneşler balçıkla sıvanmaz” sözünün doğruluğunu, bir kez daha müşahede ettik.
• En önemlisi de “Allah Nur’unu tamamlayacaktır, müşrikler istemese de” âyeti gümbür gümbür tecelli ediyor.
• Ne mutlu, bu güzide kervana katılan bahtiyar insanlara…

Moral Haber

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.