‘Avrupa’

Atlas Okyanusu ile Asya’nın engin toprakları arasına sıkışmış bir yarımadadır Avrupa… Güneşin battığı tarafın adıdır. Ege Denizi’nden başlayıp Cebel-i Tarık Boğazı’na, yukarıda Kuzey Buz Denizi’nden Danimarka ve Grönland’a kadar giderseniz Sami dilinde Erep (ya da İrib) denilen Yunanlıların Europa dedikleri toprakları dolaşmış olursunuz. Ural Dağlarıyla Asya’dan ayrıldığı düşünülen Avrupa’nın, hakikati halde de dünyanın diğer bütün kıtalarından farklılaştığı pek çok unsur vardır denilebilir.

 

Afrika medeniyeti eşittir Mısır medeniyeti diyebilirken; Çin-i Maçin’in kadim medeniyeti, Hind mistisizmi ve İslam dinini çerçeveleyen bir muhtevayla ancak bir Asya Kıtası tarifine varabilirsiniz. Ne Avustralya ne de Antarktika için bir medeniyet tarifi ortaya koymak pek mümkün olmaz. İki Amerika ise uzaktan nağmeler fısıldayan ancak kendi topraklarında Azteklerden başka bir medeniyet üretemeyen kara parçaları olarak tarih sahnesinde yaşamaya devam ediyor.

 

Söz konusu olan Avrupa ise edecek kelam da çok demektir. Grek Zekâsı’nın, Roma Siyasal İradesi’nin ve Hıristiyanlık Ahlâkı’nın imtizacından doğan bir halitadır bu medeniyet. Artık ne belirli bir toprak parçasının, ne medeniyeti oluşturan unsurlardan kendine has bir karışımı ihtiva eden bir bütünlüğün, ne de benzer niteliklere sahip kavimlerin oluşturduğu bir milletin adıdır Avrupa. O, bunlardan daha farklı, belki bunları da içeren daha geniş bir kavramdır. Bunların üzerine “matematiksel düşünme” ve “kentlileşme” gibi çeşitli hususiyetleri de ekleyerek bir Avrupa tanımına ulaşılabilinir. Paul Valery Avrupa'yı Asya Kıtası’nın bir burnu olarak tanımlar, Suares için Elbe'den Urallar'a kadar uzanan bir bölgede yerleşmiş bir ruh halidir Avrupa; Thibaudet'yi dinlersek Avrupa bir tarz-ı hayattır; Kipling içinse Şark Şarktır Garb da Garb, bunlar asla birleşemezler[i]. Coğrafyadan kaçabilirsiniz ama bir anlayış, bir zekâ, bir espri her zaman sizi bir yerlerde bulabilir.

 

Yunanistan Greko-Lâtin zekâsının oluştuğu toprakların adıdır. Keskin, derin ve mütehâssis bir disiplin içinde eşyânın her bir noktasını, mekânın her bir paftasını ve insanın insan olarak çevrelediği mûhit mânâyı tenkid ve tahlile girişen Hellenistik Medeniyet, Avrupalının ilmî zekâsını inşâ edecektir. Refah ve merakın; ticaret ve seyehat yollarının kesiştiği bir noktadır Yunanistan. Milet, Yunan Mitolojisi'nin sorgulanmaya başlandığı şehirdir. O zamana kadar imandan çok inanca yöneltilmiş Avrupalıya düşünce hürriyetini bahşeden Hellenistik Felsefe’dir. Önceleri tabiat üzerinde birtakım araştırmalarla avunan Felsefe, daha sonra M.Ö. 431 yılında başlayıp 30 yıl sürecek ve Atina şehir devletini refahtan sefalete atan savaşları müteakip tabiattan kopup insan üzerinde yoğunlaşacak; Aristo ve Platon’la başlayan yeni devirde de “Bilgi ve Bilgi Felsefesi” üzerinde sistematik bir çalışmaya girişecektir. Sayı o zamanlar için nihaî hedeftir; Philolaus "sayı olmadan hiç birşeyi bilmek, düşünmek mükün değildir" der. Yani matematik, ümidimizin boğulmaktan kurtulabildiği bir düzlemi ifade etmektedir. İlk Çağ’da elde edilen matematik nosyonunu Orta Çağ'da Şarklılar ele alacak; Rönesans'ın mâkablinde tekrar Avrupa’ üstlenecek; işte bu hendesî, bu nümerik, kelimenin tam manasıyla armonik olan bu zekâ da devamlı gelişen bir şekilde modern dünyayı inşa edecektir.

 

Avrupa'yı Avrupa kılacak olan ikinci unsurdur "Roma". Kendine has adlî bir sisteme, halka mal olabilmiş bir içtimaî düzene ve değişik unsurları birbirleriyle beraber yaşatabilen bir devlet yapısına sahiptir. Şahsın haysiyyet ve hürriyetine özen gösteren bir tür liberalizme dayanmış, böylece içtimaî hayatta sağlam sayılabilecek bir uzlaşmayı başarabilmiştir. Roma için Cicero anlamlı bir şahsiyettir. Hatta Roma ne demekse Cicero da o demektir denilebilir. Yunan Felsefesi'ni Roma siyasası ve ekonomik yapısına adapte eden de; Sokrates'i, Aristoteles'i ve Platon'u Romalı’nın hayatına taşıyan da yine Cicero'dur.

 

Sezar, Trajan ve Virjil'le; Aristo, Sokrates, Eflatun ve Euclid ile beraber İsa (as)  ve Havarîlerini de anmak elzemdir. Nasıl ki Roma Avrupalı’ya hak ve vazife pratiğini ve Helenistik Felsefe de mantıklı düşünme kabiliyetini bahşetmişse; Hristiyanlık da, şarklılar karşısında hep eksikliğini hissettiği “vicdanî düşünme ve ahlâkî hareket etme”yi öğretmiştir. Fikirlerde birleşebilen fakat duygularda tevahhûş eden insanları birbirlerine mülâyim ve dost kılan bir sırdır Hristiyanlık. Avrupalının damarlarına o kadar işleyecektir ki, yüzyıllar boyu sürecek bir hâkimiyete ve kudrete malik olabilecektir. Modern dünyanın muharriklerinden birisi de, hiç kuşkusuz Kilise'dir. Skolâstik Felsefe önce beşâret ve merhamet, sonra ümitsizlik ve nefret uyandıracağı Greko-latin kitlesi için iyi bir tecrübe olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum