Atasoy Müftüoğlu ve Bediüzzaman

Atasoy Müftüoğlu’nu dinliyorum:

“Türkiye 15 Temmuz’u konuşuyor ama, hiçbir şey konuşmamıştır. Çünkü bu bir projeydi. Nurculuk, önce Said-i Nursi, sonra Fethullah Gülen’in araçsallaştırılması yoluyla… Fethullah Gülen’i konuşmak için, önce Said-i Nursi’yi konuşmaya cesaret etmek lazım. Çünkü  Said-i Nursi en az onun kadar vahim birisidir, tehlikeli birisidir. Papayla ilk temas kuran kendisidir. Kendisine “Zülfikar” kitabını gönderip “bunu Hz. Ali yazdı, ben yazmadım” diyen adamdır. Said-i Nursi Avrupa Birliği’ni “mesihiyet” olarak gören adamdır, o kadar hayrandır…”  

Şimdi bu iddiaların neresinden tutmalı, neresinden başlamalı, neresini düzeltmeli. Bir şeyin asli zatı ile o şeyin su-i istimal edilmesi arasındaki kapatılması olanaksız farkı fark etmeyen bir insana ne demeli? Sözgelimi DEAŞ İslam’ı referans gösteriyor diye yaptığı insanlık dışı eylemlerden İslam’ı sorumlu tutabilir miyiz? Ya da Hatem-ül Enbiya’dan sonra peygamberlik iddia ediliyor diye peygamberlik müessesesini sorumlu tutabilir miyiz? Misalleri çoğaltmak mümkün.

Sahi eğer Müftüoğlu’nun iddia ettiği gibi Nurculuk ve Said-i Nursi batılı bir proje ise kendisinin çok meftunu olduğu İran Devrimi ve onun lideri olan Humeyni’nin batılı bir proje olmadığının teminatı ne? Bu mantıkla İslami ve gayr-i İslami her oluşuma “batılı bir proje” demek kaçınılmaz hale gelmez mi? Basit ve fasit bir mantık.

Hatta başta İran Devrimi olmak üzere topyekûn İslamcılığa batı kaynaklı bir proje diyen yerli ve yabancı akademisyen sayısını ve konuyla alakalı yazdıkları eserleri yazmaya kalkarsak bu köşe kifayet etmez. Keza İslamcılığın en meşhur figürü olan Cemaleddin-i Afgani’ye “mason” diyen araştırmacı sayısı ve makaleleri de.

Said Nursi Papa’ya Zülfikar göndermiş, Avrupa Birliği’ne “mesihiyet” demiş… Ne zaman göndermiş, niye göndermiş, nasıl göndermiş? Hiçbirinin cevabı yok. Göndermiş işte.

Avrupa Birliği’ne ne zaman “mesihiyet” demiş, nerde demiş, nasıl demiş, ne makamda demiş? Meçhul. Demiş işte. İslamcı kalemlerin bu anti-Bediüzzaman tavrına oldum olası bir anlam veremedim.

Afgani’yi aklamak ve paklamak için bin dereden su getirenler söz konusu Bediüzzaman olunca çok kolayca ve ucuzca serd-i kelam edebiliyorlar. Müftüoğlu yarım asırdır büyük bir hayranlıkla İran’ı ve Hümeyni’yi takip ediyor ama yanı başında büyük bir irfan çeşmesi olan Risale-i Nurlar’a ve Bediüzzaman’a karşı müstağni duruyor. Sadece müstağni dursa iyi, en gabi insanların bile sarf etmeyeceği “cahilce” sözler söylüyor.

Kabul, belki Nurcu camiada bir parça risaleleri temsil edememe zafiyeti var ama seksenine merdiven dayamış İslamcı bir entelektüel için bu geçerli ve meşru bir mazeret olabilir mi? Aslında sorun bütün çıplaklığı ile ortada. Müftüoğlu başta olmak üzere birçok İslamcı aydın Bediüzzaman’ı anlamak için okumadı, yargılamak için okudu daima. Yargılamak için yapılan bütün okumaların neticesi ise: insafsızlık, acımasızlık ve hakikatten gaflet oluyor.

Bu hususta hiç değilse bir Cemil Meriç, bir Şerif Mardin kadar bile hakperest olamadılar ve kıymetini takdir edemediler Risale-i Nurlar’ın. Çok yazık!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum