
ÇOCUKLAR İÇİN MESNEVÎ-İ NURİYE
Arılar yollarını buluyorlar da insanlar nasıl şaşırıyor?
Selamün aleyküm arkadaşlar. Ben Ciiikciiik. Ama o Cikcik değil. Hani meşhur olanı. Tanıdığınız. Arkadaşınız. Kankanız. Yani benden önceki. Size evvelki hikâyeleri anlatan. Evet. O Cikcik vardı ya. Hah, o Cikcik ben değilim işte. Ne yazık ki.
"Ona ne oldu?" derseniz haberler kötü. Eski Cikcik serçelerin bahar şarkılarına dayanamadı. Evdekilerin dalgınlığından faydalanıp banyonun kıyık penceresinden firar etti. Yani kaçtı. Arkasında bir mektup bile bırakmadı. Salih Kayra da bunun üzerine çok ağladı. Tabii ben ağladığını görmedim. Çünkü o sırada evde değildim. Bana sonradan anlattılar.
Kuş dükkanında diğer kuşlarla 'cik-cik-cik' sohbet ediyordum. Sonra Salih Kayra'nın babası geldi. "Oğlum çok üzgün. Evde ağlıyor. Çünkü kuşu Cikcik kaçtı. Sen Cikcik'e çok benziyorsun. Seni görse belki oğlumun morali düzelir. Bizimle yaşamak ister misin?" diye sordu. Doğrusu benim de o kuş kalabalığından kafam şişmişti. "Biraz sessizlik iyi gelir!" diye düşündüm. Teklifi kabul ettim. Hooop, Salih Kayraların eve geliverdim. Artık eski Cikcik'in bütün eşyaları benim. Naaabeeer! O da ağaçtan ağaca dolaşsın dursun. Güzel havaların tadını çıkarsın. Yeterince görevini yaptı. Şimdi sıra bende. Kadere imanımız üzerinden düşünürsek arkadaşlar şöyle diyebiliriz: Allah, Salih Kayra'ya kankalık etme görevini eski Cikcik'ten aldı, yeni Cikcik'e (yani bana) verdi. Bu güzel vazife artık benim. Bakalım biz ne maceralar yaşayacağız?
Böyle dedim amma ben biraz utangacım da. O yüzden hemen ötmeye başlamadım. Çekindim. Ortalığı 'cik-cik-cik'lerimle doldurmadım. Evde şuan sessizlik hâkim. O yüzden galiba Salih Kayra eski Cikcik'i özlemeye devam ediyor. Bazen onun geri geleceğini söylüyor. Etrafı biraz dolaştıktan sonra sıkılıp dönecekmiş. Kendisini bırakacağına inanamıyor. Fakat ben de açıklamaya çalıştım:
- Salih Kayracığım, biz muhabbet kuşları pek güzel öteriz ama, doğrusu yuvamızı bulmak konusunda güvercinler kadar iyi değiliz. Evet. Ne yazık ki. Cikcik mutlaka seni özlüyordur. Görmek de istiyordur belki. Lakin yuvasını tekrar bulması kolay değil.
O zaman Salih Kayra da bana şöyle itiraz etti:
- Küçücük arılar bile kovanlarını tâ nerelerden buluyorlarmış. Hatta buldukları çiçeklerin yönünü birbirlerine dansederek gösteriyorlarmış. Onların kafası iğne topu kadar. Siz onlardan daha büyük beyinlere sahipsiniz. Neden bulamayacakmış benim Cikcik'im evini? Bulur işte! Bence bulacaktır yani. Allah'ın yardımıyla neler neler başarılır. Cikcik'ime güveniyorum.
- Amenna Salih Kayracığım. Elbette Allah diledikten sonra olmaz denilen şeyler olur. Onun kudreti herşeye yeter. Zaten herşeye yettiği-yeteceği yarattıklarından belli. Baksana gökyüzünde ne kadar çok yıldız var. Bunlardan bazıları güneşimizden binlerce kat büyük. Ona rağmen emrinden çıkmıyorlar. Ne buyurursa onu yapıyorlar. Buna ben de inanıyorum. Fakat böyle şeyleri büyüklük-küçüklük üzerinden ölçmen de doğru bir kıyaslama şekli sayılmaz. Çünkü güzeller güzeli Allahımız, eğer o yeteneği vermemişse, büyük sandığın şey o vazifede küçüktür denilebilir. Eğer o yeteneği bahşetmişse de küçük sandığın şey aslında büyük sayılabilir. Yani burada fiziksel yapı, boy-pos, kilo-kalıp vs. birşey ifade etmez. Mesela: Allah hayat verdiği zaman tavşan dağdan daha büyük olur.
- Nasıl yani? Tavşan dağdan nasıl büyük olur? Hiç öyle şey var mı?
- Hayat sahibi olmak itibariyle büyük olur. Sözgelimi: Tavşan isterse dağdan dağa koşar. İsterse çukurlar kazar. İsterse yamaçtan yamaca dolaşır. Fakat dağ, o büyük cismine rağmen, yerinden kıpırdayamaz. Tavşanın yaptıklarını yapamaz. Kırlarda koşamaz. Tilkileri peşine takamaz. Yaramazlığı tutup başkalarının tarlasından havuç çalamaz.
- Hımm... Doğruuu! Hiç böyle düşünmemiştim. Yani Allah neyi seçerse o hünerli oluyor. Seçmezse de hünersiz. O yüzden benim muhabbet kuşları ile arılar arasında yaptığım kıyaslama doğru olmadı. Sizin kafanız büyük ama Allah size o yeteneği vermemiş.
- Aynen öyle. Somon balıklarını düşün mesela. Belki belgesellerini izlemişsindir. Nasıl da akıntının tersine doğdukları yeri bulmak için yüzüyorlar. Nasıl yollarını şaşırmıyorlar. Nasıl karıştırmıyorlar. Bunu balık hafızalarıyla yapabilirler mi? Böyle bir ezber yeteneği balıklığın şânında var mı? Hatta insanlar içlerinden birisine 'Hafızan zayıf!' demek yerine şöyle söylerler: "Ne balık hafızalı adamsın!" Halbuki somon balıkları hafıza konusunda diğer balıklardan ne kadar farklıdır. Bu yetenek, işte, Allah'ın ona özel bir hediyesidir. Dilerse öyle de yapabileceğini gösterir bunu yapmakla. Hatta, bak, Bediüzzaman Dede bu konu hakkında ne diyor:
"Arkadaş! Zerrelerden tut, seyyarelere kadar ve nakışlardan şemslere varıncaya kadar herşey, zâtında, hakikatinde sabit olan acz ve fakrın lisan-ı haliyle Sâniin vücub-u vücudunu ilân eder. Ve keza, acziyle beraber, nizam-ı umumînin bozulmaması için, hâmil bulunduğu acip ve mühim vazifeler cihetiyle Sâniin vahdetine delâlet eder. Binaenaleyh, Sâniin vâcip ve vâhid olduğuna herşeyde iki şahit olduğu gibi, Hâlıkın ehad ve samed olduğuna da herbir zîhayatta iki âyet vardır."
- Aaaa, sen de mi Bediüzzaman Dede'yi tanıyorsun? Senden önceki Cikcik de tanırdı. Onunla böyle konularda çok sohbet ederdik. Aaah, aah. Canım Cikcik'im. Güzel kuşum. Kimbilir kimlerle sohbet ediyor artık? İnşaallah yine ben gibi arkadaşlar bulup güzel şeyler anlatıyordur.
- İnşaallah. Bak ben de sana şimdi güzel birşey anlatacağım. Burada Bediüzzaman Dede bize söylemek istiyor ki: Herşey gerçekte çok acizken (yani güçsüzken) ve fakirken (yani ihtiyaçlıyken), yine de öyle şeyler başarabiliyorlar ki, bu aslında bize Allah'ın olmazsa olmazlığı anlatıyor. Mesela: Senin arı misaline geri dönelim. Arının başı toplu iğnenin başı kadar dediğin gibi. Ama o küçük başın içinde öyle işler dönüyor ki, aman da aman, bizim bile başımız onları başaramıyor. Şaşırıp kalıyoruz. Hatta, en zekimiz olan insanoğlu bile, bazen küçük şehirlerde dahi, yolunu şaşırıyor. Gideceği yeri karıştırıyor. Bulamıyor. Çeşitli cihazlardan, uygulamalardan, yolu bilen insanlardan, tabelalardan yardım almak zorunda kalıyor. İnsan kadar zeki bir canlı bile bunu başaramazken arı nasıl başarıyor?
- Sahi arı kardeşler bunu nasıl başarıyor?
- Çünkü Allah'ın güzel isimleri, özellikle de el-Hâdî ismi, arkalarında yardımcı. el-Hâdî ne demek biliyor musun? 'Doğru yolu gösteren' demek. 'Hidayet' kelimesi de aynı kökten geliyor. Allah nasıl gezegenlere, yıldızlara, galaksilere gidecekleri yönleri gösteriyor; aynen öyle de; arılara, karıncalara ve hatta atomlara dahi gidecekleri yerleri gösteriyor, öğretiyor.
- Haydi, arıları-karıncaları anladım da, atomlara nasıl gösteriyor Cikcik?
- Akıllım, bir düşünsene, sabah yediğin çikolatalar bütün vücuduna nasıl dağıldı?
- Bilmiyorum ki.
- Kime-nereye gideceğini sen mi söyledin?
- Hayır. Benim yaptığım sadece çikolatayı mideme göndermekti. Gerisine karışmadım.
- Peki oradaki atomlar, hangi hücrede görev yapacaklarını nasıl bildiler, gidecekleri yeri nasıl buldular?
- Cevabını bilmiyorum.
- Elbette Allah'ın yardımıyla oldu bütün bunlar. Kesinlikle! Garip gelmesin söylediklerim. Çünkü insan vücudunda gıdaların dağıtılması işi çok karmaşık bir iştir. Bazen bir marketten yaptığın alışverişte bile alacağın şey karışır. İstediğinden başkası eline ulaşır. Halbuki orada ne kadar çok insan çalışıyor! Hepsi ne kadar çok dikkat ediyorlar. Fakat vücudun içinde hatlar, bir hastalık olmadığı sürece, kesinlikle karışmaz. Yanlış adrese yanlış ürün postalanmaz. İşte böyle sıradışı şeyleri gördüğümüz zaman deriz ki: Bunları yapan-yaratan bir Allah'ın mutlaka varolması lazım. Yoksa olmaz. Atomlar, zerreler, acizler, fakirler böyle şeyleri başaramazlar.
- Yani diyorsun ki: İnsan zekasının bile aciz kaldığı bu işleri yürüten birisi olması lazım. Ve o birisi öyle sonsuz bir bilgelik sahibi olmalı ki, insan gibi şaşırmamalı, karıştırmamalı, hata yapmamalı. Bütün kainatın işleri onları oluşturan atomların acizliğine rağmen sürebilmeli... Olanların ardındaki 'bilgi, irade, kudret yükünü' kaldıracak bir Allah'a inanmak zorundayım bu nedenle.
- Evet. Yoksa kainattaki bu düzeni açıklayamayız. İşte, Bediüzzaman Dede, sözünün devamında öyle diyor: "Ve keza, acziyle beraber, nizam-ı umumînin bozulmaması için, hâmil bulunduğu acip ve mühim vazifeler cihetiyle Sâniin vahdetine delâlet eder." Bu varolan şeyler; her ne kadar kendilerinde bir zeka, bir akıl, bir ilim bulunmasa da; kainatın düzeni için gerekli olan zekalı, akıllı, ilimli işleri bihakkın (yani hakkıyla) yerine getiriyorlar. O halde onların arkalarında başkası iş görüyor. Tıpkı Karagöz ile Hacivat oyununda olduğu gibi...
- Karagöz ile Hacivat mı?
- Evet. Hiç görmedin mi yoksa? Hani bir perdenin arkasından çubuklarla oynatılan karakterlerdir. Işık öyle bir ayarlanır ki çubukları tutan usta görünmez. Sadece perdenin önündeki resimler görünür. Ve onlar hareket ettirilip konuşturulur. Aslında hareket ettiren de konuşturan da arkadaki ustadır. Fakat perdenin önündeki çocuklar ustayı görmezler. Gerçekten Karagöz ile Hacivat konuşuyor sanırlar. Hem de çok gülerler. İşte kainatta olan işler de bizi perdenin arkasını düşünmeye yönlendirir. Eğer orada nihayetsiz bir ilim sahibi, nihayetsiz bir kudret sahibi, nihayetsiz bir irade sahibi olmazsa burada bu kuklalar oynamazlar.
- Hımm... Bu son verdiğin misalle tam anladım Cikcik. Çok teşekkür ederim. Galiba seninle ben çok iyi arkadaş olacağız. Zekaca öteki Cikcik'ten hiç de geri durmuyorsun. Bediüzzaman Dede'yi de iyi tanıyorsun. Buna çok sevindim. İçimin acısı biraz geçti sanki.
- Elhamdülillah.
Gördüğünüz gibi arkadaşlar. Salih Kayra'yla yavaş yavaş kaynaşıyoruz. Birbirimizi giderek daha yakından tanıyoruz. Ben de ötüşlerimin miktarını arttırmaya çalışacağım artık. Eski Cikcik çok şakacıymış. Çok da hareketliymiş. Yerini doldurmak kolay olmayacak. Galiba biraz yaşım da küçükmüş benim. O yüzden az ötüyormuşum. Neyse. Allah büyüktür. Her hayırlı işimizde yardımcımızdır. Eğer ben de öteki Cikcik gibi serçelerin şarkılarına kapılıp evden kaçmazsam buralarda daha çok buluşuruz. Ve size Salih Kayra'yla aramızda geçen komikli şeyleri anlatırım. Şimdilik Allah'a emanet olun. Çünkü Allah kendisine emanet edilenleri asla ziyan etmez. Âmin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.