Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Arayış teması ve Bediüzzaman

Felsefenin, dinin ve sanatın en büyük temasıdır arayış. Hilkatin de en büyük sihirli  davranışıdır. Doğan çocuğunu bağrına bastıran sabinin ilk aradığı annesinin süt çeşmesi olan göğsüdür. Onu bulduğunda arayış denilen sihirli davranışın kapısını çalmıştır, ondan sonra kabre kadar devam eder, o zaman ağzını toprağa verirler. Bir geliştir ve bitmeyen bir gidiştir hayat.

İnsanlık tarihi de bir arayıştır. Kitaplı dinlerinin telakkileri takip edilemez hale gelince insanda yine arayış başlamıştır ama zor bir uğraşıdır arayış. Hz. Adem’den Cenab-ı Peygambere (asm) gelinceye kadar arayanla, aramaya gönderen merci-i ali arasında ne kadar büyük zihni sirkülasyonlar cereyan etmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarının meşhur bir kitabı vardır. “Suyu arayan adam.” Bu kitap ilkokul öğretmeni olarak yetişmek üzereyken, Birinci Dünya Harbinde savaşa katılan ve sonra Büyük Turan'ı kurmak yolunda Kafkas, Hazer ülkelerine koşan bir gencin hikayesidir.

Neyi bulduğu şüpheli olan Tevfik Fikret “koşan elbet varır, düşen kalkar, kara taştan su damla damla akar, birikir sonra bir büyük göl olur, arayan Hakkı en sonunda bulur” der. Bediüzzaman Fikret’ten ta Şevket Süreyya’ya kadar bu arayan insanları seyretti ve sonunda “Kainattan halıkını soran bir seyyah”ı yazdı: Ayet’ül Kübra.

Edebiyata ilgi duymayan dünya ve bizim edebiyatımızın ana temalarının ne olduğunu bilmeyen insanlar Bediüzzaman’ın nasıl büyük bir kurgu ustası olduğunu anlayamaz. Kitap topluma yabancı duruyorsa, yerini bulamamışsa tezgahtarın gayretindedir kitabın kaderi. Suyu Arayan Adam ve Ayet’ül Kübra arayış denen ivicaclı yolların iki yolcusunun hayat hikayesidir, arayış derdine düşmüş büyük nesillerin macerasıdır.

Cenap Şahabettin o meşhur şiiriyle bir kelebeğin arayışını anlatır:

Bir beyazlerze bir dumanlı uçuş
Eşini gaib eden bir kuş gibi kar
Geçen eyyam-ı nevbaharı anar
Ey kulübün sürud-ı şeydası
Ey kebuterlerin neşideleri
O baharın bu işte ferdası
Kapladı derin bir sukuta yeri.

Ahmet Haşim karamsar şair. O da bir başka belde arar çok artistik bir şekilde.

O belde

Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.

Melali yani sanatı besleyen, ıstırabı anlamayan bir nesil var orta yerde, zevklerinin peşinde. Ne yapabilirim? İnsanların dünya ve kainat ve Allah algısını nasıl değiştirebilirim, şunu nasıl öğrensem, nasıl anlatsam, yok böyle bir yaşama tarzı. Hayatın küçük ayrıntısı ile mutlu olmak kolay bir şey. Bu yüzden şair sana yalnız ince taze bir kadın, yani kadınki annedir, sanatın şefkatin kaynağıdır, onu ilgilendirmez o sadece bir taze kadındır, o kadından sanatkar izlenimler alamaz. Bana eski bir budala diyen bugünkü beşer, şaire şiir sanatın anası, Bediüzzaman şiir söyler şiir olmadığını iddia eder, halbuki nesirleri bile iç kafiyelerle şiire dönüşmüştür.

Gayet keremkarane bir ziyafetgah
Gayet sanatkarane bir teşhirgah
Gayet haşmetkarane bir ordugah
Ve talimgah
Gayet hayretkarane ve şevkengizane bir seyrangah
Ve temaşagah
Ve gayet manidarane ve hikmetperverane bir mütalaagah olan bu güzel misafirhanenin  sahibi…

Şu gah gah ile biten cümleler nasıl bir iç kafiye ve nasıl harika bir ilahi oratoryonun sesidir?

Dünya edebiyatı da dahil bir insana kainata bakmayı, onlarla dialoglar kurup bu tevhid konçertosunu anlamaya teşvik eden bir başka metin var mı?

Faust ile Ayet’ül Kübra’yı karşılaştır bak. Goethe nerde Bediüzzaman nerde…?

Genç Verter’in Acıları ile Seyyah’ın pür merak, pür iştiyak seyyahın tatlı acılarını karşılaştır.

Kaldırımlar şairi Necip Fazıl nasıl kaldırımlarda şaşkın ama Yahya Kemal bayram sabahı Süleymaniye’ye gider orada ümmeti seyreder. Maverai ve varlık ötesi hayallerle yüzyılları tarar. Diyarbakır’da Yahya Kemal sempozyumu yapalım dedim. Rektörün odasından bir hain gibi ayrıldım. Ben buradayım onlar nerede bu ülkede bu toprakların harika edebiyatının altın kümelerinden habersiz bir din anlayışını anlamıyorum.

Iğdır’da Çanakkale şehitlerini anmayı kaldıramayan bir dindar, Yahya Kemal’i anmaktan kaçan dindar modeli. Kime daha çok benziyoruz? Iğdır’da anladım bu nesille bir sentez ortaya çıkmaz. Korkak, cesaretsiz, paradan ve menfaatten başka düşüncesi olmayan muhafazakarlık. Kırkıncı Hoca’nın odasında Ezan-ı Muhammedi şiiri vardı Yahya Kemal’in. Gittim yerinde yeller esiyor. Akif “kalk baba kabrinden kalk” der. Babasını Arnavutluk’un imdadına çağırır. Hocam kalk kabrinden kalk senin dengeli sentezini uygulayacak kimse kalmadı, ne yapalım.

Arayış en efsunlu kelime, bütün eserleri arayan bir karakterin seyahatleri ile, seyirleri ile geçer ama onun merak ve taharri, yüklediği bu adamları okuyanların merakına ne oldu? Bu Bediüzzaman’ı nasıl anlatabilirim şaşkın kalabalıklara. Kainattan sora tevhid seyirleri yapan adamın yerine ona benzer kaç adamımız var? Pencerelerde pencereden seyreden adam dünyalar kadar pencerelerden otuz üç pencere... Münacaat Risalesi fonksiyonel nesnelerin hepsini konuşturur. İlim lisanı ile onların görevlerini anlatır, dersini hocasına anlatan bir öğrenci gibi, sonra onların diliyle dua eder.

Hüdhüd bir peygamberin izni ile peygambervari, bir milleti tevhide davet eder. Ödülü cennette o haliyle yaşamak, hadi bizler de bir hüdhüd olalım Bediüzzaman’ın bulutu, rüzgarı, yıldızları, yağmuru konuşturup tevhid dellalı yaptığı gibi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum