Arap Baharı'nda İslam ve laiklik tartışması

Başbakan Erdoğan'ın Arap Baharı ülkelerini ziyareti her durağında dikkat çekici görüntüler ve olaylara sahne oldu. Erdoğan'ın şahsında Türkiye'nin bu bahar ikliminde ne kadar sembolik bir anlama sahip olduğu bu gezi dolayısıyla daha net bir biçimde görüldü.

Devrim bölgelerindeki eski liderlerin mukadder gidişlerini tetikleyen ilk hareketin, Davos'ta 2009 Ocağında Erdoğan'ın Peres'e karşı protestosu olduğunu veya Nuh Yılmaz'ın dediği gibi (18 Eylül, Star, Açık Görüş) Arap Baharı'nın Davos'ta başladığını söylemek abartılı olmaz. Erdoğan'ın gezisi esnasında devrimi yapan gençlerden gördüğü teveccühün dili ile Tahrir meydanlarının dili arasındaki yakınlık bunu açıkça gösterdi.

Sarkozy ve Cameron'un apar topar sırf Libya'ya giden ilk lider unvanını Erdoğan'a kaptırmamak üzere bir gün farkla Libya'ya koşmaları esnasında sergiledikleri telaş onları gerçekten sadece komik durumlara düşürdü. Ama onların düştükleri komik durum da Türkiye'nin bu bölgelerde kazanmış olduğu inisiyatifin de bir göstergesi. Bu inisiyatife karşı bu komik duruma düşülmesinin göze alınmış olması da onların çaresizliğinin ifadesi olabilir ancak.

Erdoğan'ın Kuzey Afrika gezisinin tarihsel önemi sadece Türkiye'nin bölgeyle bütünleşme ve kaynaşması bağlamıyla sınırlı kalmadı. Erdoğan'ın laiklikle ilgili Mısır'da verdiği demeç ve sonrasında Tunus'ta ve Libya'da bu demece yaptığı şerhler dolayısıyla da İslam siyaset teorisi, Türkiye'nin laiklik tanımı veya bölgenin sistem arayışları açısından tarihsel etkiler yapacak bir tartışmayı başlatmış oldu.

Her şeyden önce bu konuşmanın "Türkiye modeli" diye bir şeye dikkat kesilmiş, Erdoğan'ın şahsına sempatinin neredeyse ülkenin halihazırdaki tek uzlaşma konusu olan Mısır'da bir iletişim kazası olarak değerlendirilmesi mümkün. Doğrusu konuşmayı ilk duyduğumda katıldığım TV programlarında bu yönde değerlendirmeler yaptım. Çünkü Türkiye modeline ilgi duyan Arap Baharı ülkelerinin Türkiye'den almayacakları belki tek şey laikliktir. Bu laiklik ister batılı anlamıyla olsun ister Türkiye'deki uygulamasıyla olsun, Arap halklarına vaad edebileceği hiç bir şey yok. Din, vicdan ve ifade özgürlüğü sözkonusu ise, bunun İslam hukukunda herhangi bir laik rejimden çok daha fazlasının garantiye alınmış olduğunu düşünüyorlar.

Halihazırda Mısır'da anayasada zaten 1923'ten beri bulunan "devletin dininin İslam, dilinin Arapça ve yasama kaynaklarından birinin Kur'an" olduğunu ifade eden maddelerin değişmesi yönünde liberal ve Kıpti kesimlerin bir girişimi karşısında neredeyse geri kalan bütün partiler arasında tam bir mutabakat oluşmuş durumda.

Temmuz (2011) ayının başlarında bu konuyu ele almak üzere bir araya gelen 32 partinin 28'i bu maddelere dokundurmama hususunda tam bir mutabakat metni ortaya koydu. Bu tartışmayı başlatanlara karşı sergilenen bu tutum bir iki istisna dışındabirbirine muhalif görünen bütün partiler arasında tam bir mutabakat konusu oluşturdu.

Toplumun bu düzeyde bir duyarlılık sahibi olduğu bir konuda Başbakan'ın laiklikle ilgili sözleri bir anlamda hayal kırıklığı yaratmış olabilir. Başbakanla beraber görüntü vermeyi çok önemseyen hemen herkes konu bu olunca da tepkisini göstermekten çekinmedi. İhvan, mesela, resmi bir açıklama yaparak işi neredeyse Başbakan'ı Mısır'ın içişlerine karışmakla itham etmeye kadar vardırdı.

Erdoğan'ın laiklikle ilgili sözlerinin nasıl bir topluluğa hitap ettiğini bilmediğini düşünmek mümkün değil. Son derece başarılı yürüyen ve Avrupalı liderleri hasedinden çatlatacak verimlilikte bir geziyi bu sözlerin parantezine almayı nasıl ve neden göze alabilmiş olabilir başbakan?

Wisdom-net'ten değerli akademisyen Dr. Levent Baştürk'ün bir yerde karşılaştığım bir yorumu başbakanın bu tercihi ile ilgili dikkate alınabilecek bir açıklama. Şöyle diyor Baştürk:

"Erdoğan'ın Mısır'da dile getirdiği "laiklik"le ilgili düşüncelerini sadece edilen sözlere bakarak değerlendirmek yanlıştır. Diktatörlükten serbest seçimlerin olduğu bir yönetime geçilen ve bazı İslamcı partilerin AK Parti'den açıkça ilham aldığı bir ülkede Başbakan'ın yaptığı laiklik vurgusu, bir kaç gündür İsrail basınında ısındırılan ve Batı medyasıına da servise hazırlanan "İslamcılık ve laiklik düşmanlığı" propagandasını etkisiz hale getirme girişimidir.

Erdoğan'in laiklikle ilgili sozleri, kendisinin Misır'da dile getirdiği Turkiye'nin "bölgedeki en büyük demokrasi" olduğu soylemine paralel olarak da ele alınmalıdır. Aslında bu İsrail'e karşı sadece siyasi ve askeri alanda değil, söylemsel düzeyde de bir meydan okuma, onun elinden "bölgedeki tek demokrasi" olma imtiyazını da alma girişimidir"

Baştürk'ün açıklaması gerçekten kayda değer, ama diğer yandan bu tartışma ciddi bir "İslam ve laiklik" tartışması da başlatmış oldu.

Öncelikle neyi amaçlamış olursa olsun başbakanın işaret ettiği laikliğin Türkiye'nin şimdiye kadar izlediği laiklik olmadığı çok açık. Diğer yandan Mısır'lı ünlü düşünür Fehmi Huveydi'nin dünkü Star gazetesinde yayınlanan yazısında dediği gibi Erdoğan'ın kendisi asla ne öylesi ne de öbür türlü bir laikliğin ortaya çıkardığı bir lider değil, aksine belki de o laikliğe rağmen ama demokrasi sayesinde ortaya çıkan bir liderdir.

Başbakan'ın konuşmasında işaret ettiği laiklik kendi tanımladığı bir laiklik, ama bu laikliğin de henüz Türkiye'de başarılı ve dindar insanları rahatsız etmeyen bir uygulaması yok. Başbakan'ın formüle ettiği ve Türkiye için Müslümanlar da dahil olmak üzere her kesimin razı olabileceği bir laiklik henüz sadece bir proje. Bir Müslümanın tam bir din ve vicdan özgürlüğüne ve dinler arasındaki ihtilaflarda tarafsızlık ilkesine dayalı bir laiklik tanımı Erdoğan liderliğindeki Türkiye'nin özgün bir modeli olabilir ve laiklik teorisine bir katkısı olarak tarihe geçebilir.

Bunun Müslüman siyaset teorisi için de bir tür içtihat tetikleyici girişim olarak değerlendirilmesi ve tartışılması mümkün. Başbakan da "İslam'a aykırı ise beni ikna edin" derken bu sözlerinin başlatacağı tarihsel ve teorik tartışmanın farkında olduğunu da gösteriyor.

Laikliği hiç bir şekliyle kabul etmeye niyeti olamayacak olan Arap Baharı ülkelerinde bu sözlerin bir etkisi olmayacağına göre, laiklik tartışmasının muhatabı belli ki, Türkiye ve Batı kamuoyu.

Türkiye ve Batı kamuoylarını muhatap alan bir konuşmanın Türkiye veya bir Batılı ülkeden değil, içerdiği riske ve maliyete rağmen, Kahire'den yapılmasının ise ayrı bir önemi ve etkisi var. Bu da daha çok tartışma götürecek başka bir hesap.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.