Anayasa Mahkemesi aradan çekilmek zorundadır

Eski adalet bakanlarından Seyfi Oktay'a uygulanan teknik takip çoktandır herkesin dilinde olan ama kimsenin telaffuz etmeye bile cesaret edemediği bir ilişkiler ağını gün gibi açığa çıkardı. Hukuk sisteminin bu kadar çok açık verdiği, hukuk metinleri orta yerde dururken tuhaf tuhaf kararlar alabildiği, bir dizi faili meçhulün eldeki bütün teknik ve kurumsal donanıma rağmen bir türlü aydınlanamıyor olduğu, hâkimlerin akla ziyan kararlara imza attığı bir ortamda hâkimlerin akıl ve vicdanlarıyla hareket etmiyor olduğunu düşünmekten başka bir açıklama yolu olmuyordu.

Teknik takibe takılan tam da o hâkimlerin vicdanları olmuş görünüyor. Hrant Dink'in yargılandığı davada en basit Türkçe bilgisine sahip birinin başka türlü anlayabileceği bir metni, Türkçe profesörü bilirkişilerin aksi yöndeki görüşlerine rağmen "Türklüğe hakaret" olarak yorumlayan hakimlerin kendi başlarına hareket ettiklerini doğrusu düşünmek kolay değildi.

Teknik takip sonucunda hukukun üstünlüğünün normal insanlara giderek daha ziyade "hakimlerin üstünlüğü" olarak görünen korkunç uygulamalarının aslında hakimlerin üstünlüğü bile olmadığı aksine hakimlerin tayin ve tespiti üzerinde kurulan bir şebekenin üstünlüğünden ibaret olduğu da görülmüş oldu.

"Yüksek yargı"yı "elde kalan tek kalemiz" olarak algılayan bir yapılanma belli ki kendisini "biz" parantezinde tanımladığı bazı özel insanlarla ülkenin geri kalanlarından üstün ve imtiyazlı, kendilerine mesleği gereği adaletle yaklaşması beklenen ülkenin diğer insanlarını da "yabancı" olarak görüyor. Yüksek yargının zihin dünyasını belirleyen ve Mithat Sancar'ın bir araştırmasında ortaya koyduğu "devletçi, Kemalist" ideolojinin kaynağı da bir yerde somutlaşmış oluyor. Kendini Kemalist ideolojiye olan afiliyasyonu dolayısıyla yönetmeye daha ehil ve üstün gören bu zihniyet bir yandan istediği davaya istediği sonucu verecek hakimleri atayan sistemi kurarken bir yandan da kendilerinden olan uyuşturucu baronlarını aklayacak ve beraat ettirecek hakimleri de tayin etmekte beis görmüyor. Uyuşturucu baronu olan yeter ki "bizden" olsun, Kemalizm adına yapılan sadakat yemini nasılsa bütün kabahatleri örter.

Bu sistemin kuruluşu aslında sadece HSYK'daki üyelerle kurulan ilişkiler sayesinde mümkün olabiliyormuş. Bu da Anayasa Mahkemesinin gündemindeki HSYK'nın yapısındaki değişikliği öngören anayasa değişikliğinin ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Ortaya serilen kirli ilişkiler ağı mevcut haliyle HSYK'nın kapalı bir kast sistemi oluşturduğu yönündeki eleştirilerin kuru eleştiriden ibaret olmadığını kanıtlamıştır. Yargının böylesi bir kast tarafından esir alınması yönünde bir sakınca "olabilir" değil, bu durum "bilfiil olmuştur".

Halihazırda devam etmekte olan davalarda mahkeme seçip istenilen sonucu verebilecek hakimlerin atanması bütün toplumun önünde olabildiğince cüretkâr bir şekilde yapılabilmektedir. Medyanın her şeyi naklen veriyor olması, eleştiriler, apaçık niyetlerin ortaya çıkmış olması hiçbir şekilde mahkemeler üzerinde bu ölçüsüz nüfuz kullanımını engellemiyor. Ergenekon davasının hakimleri herkesin gözünün içine bakılarak değiştirilmek isteniyor. Bununla aslında Türkiye'de artık örtbas edilemeyen bir dizi cinayetin, entrikanın üstü örtülmek isteniyor. Anayasadaki boşlukların kendilerine sağladığı kaçamak yolları bu pervasız cüretkârlığı da beraberinde getiriyor, ama yasalar ne kadar bu tür boşluklar tanısa da yetkilerin bu şekilde bir "mutlakiyetçi mülk" gibi kullanılması bir kültür işidir de.

Ortaya serilmiş bu çarpıklığıyla bu yargıdan bir adalet beklemek artık bu mümkün değildir. Öteden beri verdiği sonuçlar dolayısıyla özellikle yüksek yargıya işi düşenin "iyi bir avukat tutacağına iyi bir hakim tut" dediği bir adalet sisteminden bahsediyoruz. Son olayların bu sistemin doğasına dair müthiş bir güvensizliği ortaya çıkarması kaçınılmazdır. Adalete güvenin yok olması bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaketlerdendir. Adaletin mülkün temeli olması öylesine söylenmiş bir söz değildir. Hukuk sistemi adalet yerine bu yozlaşmayı üretiyorsa bir ülkede mülk de olmaz devlet de...

HSYK düzenlemesi tam da hakimlerin bu keyfi seçiminin önüne geçecek, hakimlerin seçiminde daha nesnel kriterlerin geçerli olacağı bir sistem getirdiği için adaletin tesisinde tartışmasız çok daha ümit verici bir düzenlemedir. Bu düzenlemenin yetkisi dahilinde olmadığı halde AYM'nin yine keyfi bir müdahalesiyle engellenmesi ülkede şu ana kadar yaşanmış olan ve bundan sonra yaşanacak olan bütün adli yozlaşmanın tek sorumluluğunu anayasa mahkemesinin üstlenmesi anlamına gelecektir.

Şu ana kadarki tercihleriyle epeyce yıpranmış olan AYM'nin bu kez sorumluluğunun çok daha ağır olduğunu hatırlatmak isteriz. Sorumluğu ağırsa da yapacağı şey son derece basit ve kolaydır: aradan çekilmek. Bu hem kendi saygınlığını hem de Türkiye'deki adaletin saygınlığının iadesini sağlayacaktır.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.