Ağlayan üdeba ve Bediüzzaman 

Namık Kemal’den itibaren devletin inhitata doğru gittiği görülür. Bir gün bir grup insan Adalarda sürgünde Namık Kemal’i ziyaret ederler. Karamsar, meyusane bir tablo çizerler ve “battı Osmanlı, yıkıldı gidiyor” derler. Büyük adam dinler birden kalkar “Hayır Osmanlı batmayacak Türk milleti yıkılmayacak göreceksiniz” der. Dinleyener sus-pus olur. Ama 1850’lerden itibaren devletin inkırazı konuşulur. Çoğunluk üdeba çareler ararlar, içten içe ağlarlar. Meyus ve bitkin giderler dünyadan. 1918 Mondros’a gelinir, devlet yıkılmış, ordunun silahları alınmış, elimizde bir orta anadolu kalmıştır. Sırtındaki elbisesinin hangi asli parçası olduğunu bilmeyen o asker, mehmetcik kalkar vatanını kurtarır, yıllarca savaşır.

Bediüzzaman bütün bu ağlayanları bilir, yapılanların yetersizliğini görür ancak bir nesil ve eğitim inşası ile bunun sağlanacağını düşünür. Barla’da itikafa çekilir gibi eserlerini yazar. Sav Kasabasında bin kişi matbaa gibi çalışırlar. Saf, temiz insanlar gece yüklüklerde mum ışıklarında eserleri yazarlar. Ortaya bir nesil çıkar ve bir mektep, Risale-i Mekteb-i Edebi ve Dini mektebi.

Yahya Kemal’in aşağıdaki eseri onun hem hassasiyetini ve çare arayışını hem de ümitsizliğini de anlatır.

Koca Mustapaşa

Koca Mustapaşa! Ücra ve fakir İstanbul! 
Ta fetihden beri mü’min, mütevekkil, yoksul, 

Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü’yada.

Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.

Manevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak; 
Yaşıyanlar değil Allah’a gidenlerden uzak.

Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı
Hisseden kimse hakikat sanıyor hülyayı.

Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada, 
O kadar komşu ki dünyaya dıvar yok arada, 

Geçer insan bir adım atsa birinden birine, 
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.

Serviliklerde sükun, yolda sükun, evde sükun.
Bu taraf sanki bu halkıyle ezelden meskun.

Bir afif aile sessizliği var evlerde; 
Örtüyor farkı asaletle çekilmiş perde.

Kaldırımsız, daracık, iğri sokak, doğru sokak..
Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak.

Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen, 
Çeşmeden her su içerken: "Şükür Allah’a" diyen

Yaşıyor sade maişetlerin en safında; 
Ruh esen kuytu mezarlıkların etrafında.

Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten
Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten.

Türk’ün asude mizaciyle Bizans’ın kaderi
Karışıp mağrifet iklimi edinmiş bu yeri.

Şu fetih vak’ası, yarap! Ne büyük mu’cizedir! 
Her tecellisini nakletmek uzundur bir bir; 

Bir tecellisi fakat, ruhu saatlerce sarar: 
Koca Mustafa var, camii var, semti de var.

Elli yıl geçtiği günlerde büyük mu’cizden, 
Hak’dan ilham ile bir gün o güzel semte giden

Rum vezir, eski manastırda ederken secde, 
Kalbi çok dolduran iman ile gelmiş vecde, 

Onu, tek Tanrısının mabedi etmiş de hayal, 
Vakfedip her neye malikse, bütün mal ü menal, 

Bir fetih camii yapmak dilemiş islama.
Sebep olmuş bu eser yad edilir bir nama.

Dört asırdır inerek camie nur üstüne nur
Yerde bulmuş yaşıyanlar da, ölenlerde huzur.

Ona hala gidilirken geçilir bir yoldan, 
Göze çarpar ölüm ayetleri sağdan soldan, 

Sarmaşıklar, yazılar, taşlar ağaçlar karışık; 
Hafız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık

Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor; 
Belli, kabrinde, O, bir nura sarılmış yatıyor.

Gece, şi’riyle sararken Koca Mustapaşa’yı
Seyredenler görür Allah’a yakın dünyayı.

Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine; 
Gece sessizliği semtin yayılır her yerine.

Bir ziyaretçi derin zevk alarak manzaradan, 
Unutur semtine yollanmayı artık buradan.

Gizli bir his bana, hatif gibi, ihtar ediyor; 
Çok yavaş, yalnız içinden duyulan sesle, diyor: 

Onların meşrebi, iklimi ve ırkındansın.
Gece, her yerdeki efsunlu sükunundan iyi, 
Avutur gamlıyı, teskin eder endişeliği; 

Ne ledünni gecedir! Ta ağaran vakte kadar, 
Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’ın ruhu yanar.

Ne saadet! Bu tarflarda, her ülfetten uzak, 
Vatanın fatihi cedlerle beraber yaşamak! …

Geç vakit semtime döndüm Koca Mustapaşa’dan
Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’ya’dan.

Bu muammayı uzun boylu düşündüm de yine, 
Dikkatim hadisenin vardı derinliklerine; 

Bu geniş ülkede, binlerce latif illerde, 
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde, 

Manevi varlığının resmini çizmiş havaya.
Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yaya.

Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan; 

Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük; 
Budur alemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.

Sızlatır bazı saatler dayanılmaz bir acı, 
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.

Ruh arar başka teselli her esen rüzgarda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum