Abdurrahman ESEN

Abdurrahman ESEN

Evrimleşme Vardır-1

Beşeriyet Dünya üzerindeki bu hayat yolculuğunda çok önemli gelişmelere, çalışmalara moda tabirle imza attı.

Âdem (A.S.) ile başlayan bu serüven ta kıyamete kadar da devam edecektir.

Bu beşerî serüven azından çoğundan Hepimizin bildiği hayretâmîz bir seyir göstermektedir. Bu serüvenin kronolojisine baktığımızda beşeriyetin hep 'Bir sille-i kahr ve te'dib' altında olduğu görülür.

En dikkatimizi çeken husus Dünya laboratuvarına bırakılan 'insan'ın ta'limle yükümlendirildiğidir. Bunu; akıl almaz zenginliklerle depolanan Dünya ve sayamadığımız kadar çok kabiliyet ve duygu cihazları ile donatılan insan keyfiyetinden kolayca anlayabiliyoruz.

Laboratuvarlarda çalışmalar olur, deneyler olur, fikirler yürütülür, yorumlar yapılır, keşifler olur, ilimde-ta'limde ilerlemeler kaydedilir. Arada yanlışlıklar yapılır, arızalar olur, kazalar olur, olur, olur...

Verimli çalışmalar sonuç itibarı ile bellidir; çalışanına da itibar kazandırır, tarihe mal eder.

Hepimiz Dünya laboratuvarından geçiyoruz. İlgi alanımız, çalışma iştiyakımız, gayretimiz, azmimiz, ihtiraslarımız, şefkat-merhamet duygularımız, haset, kin, bencilliklerimiz v.s. araştırma ve çalışmalarımızda muharrik unsurlardır.

Çalışıyoruz boş duran yok. Kimimiz boş durmaya çalışıyoruz, kimimiz mana-i ismiyle kimimiz mana-i harfi ile okumakla meşgul. Kimileri zikrullaha yıldızları tesbih edinmiş iken rahmetli Ceylan Çalışkan ağabeyin ifadesi ile kimileri ise uyumaya çalışıyor.

Bazıları laborantlara yardımcı olmaya çalışırken kimisi de kırıp dökmeyi iş edinmiş ve bu hoyratların gayreti ile de koca laboratuarın suyu kirletildi, havası kirletildi, toprağı kirletildi.

İnsana ikram edilen duygu ve kabiliyetler fayda eksenli kontrol altına alınmazsa korkunç tahrip mekanizmasına dönüşür. Bundandır ki mesela merak duygusu ile araştırılıp keşfedilen atomun bazı sırları ihtiras duyguları ile korkunç bir bombaya dönüştürüldü.

Çalışanlarımızın bir kısmı çalışma mekanizmasını anlayıp çözmeye uğraşıyor.

Çeşitli fikirler geliştirildi. Temelde üç tasnifle özetlenebilecek fikir gruplarının arasında belki de en ilgi çekeni veya daha doğru bir ifade ile laborantlara dayatma ile kabullendirilmek isteneni; ilk denek noktasının sonsuz formlarda kendini türettiği, ürettiğidir.

İnsan; enteresan, Üstad Bediüzzaman’ın ifadesi ile acip bir mahluk. Açık yüreklilikle hiç bir şey kendi kendine olamaz derken birçoğu da her şey de kendi kendine oluyor mugalatasına sahip çıkıyor. Bu mugalata ile referans aldığı bir noktadan mesela bir bakterinin kendini domates, biberden tutun ta dinazora kadar milyon forma dönüştürdüğünü, değiştirdiğini veya geliştirdiğini zan ve iddia ediyor. Kendilerine göre çarpıcı bazı örnekleri de; eskide kalan dev ağaçlarla şimdinin eğrelti otları ile kendilerine göre buldukları daha doğrusu uydurdukları, yakıştırdıkları maymun-insan benzerliği.

İnsanoğlu hakikaten çok tuhaf. Bulduğu bir çömlek parçasını, yontulduğunu düşündüğü bir taş parçasını heyecanla alıp aylarca belki yıllarca inceleyip (mutlaka birileri yapmıştır peşin ön kabulü ile) kim, ne zaman, niçin yapmıştır araştırmasına girerken sarfettiği emek, gösterdiği gayret itirazsız büyük takdir görür. Bulduğu bir kil parçasının üzerindeki çizikleri ''Acaba ne maksatlıdır'' anlama heyecanı ile hiç bilmediği bir dille, daha önce hiç görmediği bir yazıyı okuyarak tercüme de eder. Ve de büyük iş başarmış 'bilim adamı' diye takdir görür.

Bu takdirlik bilim adamlarının birçoğu da kendisinin milyon seneler süren bir evrilme serüveninden sonra kendisi olduğunu zan ve itikat eder. Halbuki öne sürülen postülatlar sıtardadında mesela hazır bulacağınız bir 'aminoasidin' mesela bir elmaya dönüşmesi süreci kâinatın tahminî 20-25 milyar yıllık var 'olma' zamanına dahi sığışmaz.

Misal olarak basit bir hesap yapalım:

Faraza önümüzde içinde iki odacık barındıran bir odacık var öyleki her odacığın içinde de ikişer odacık olsun. Bizden istenen bu düzenekle mesela 20. kademeye kadar odalara uğramak olsun ve bu işi de birer saniyede yapabildiğimizi farzedelim. Mesaimiz günlük 8-16 arası fasılasız 8 saat olsun. Akıllı, şuurlu mahluklar olarak bizim 30 günlük süre içinde uğrayabileceğimiz odacık sayısı 1 milyonu bulmayacaktır.

Kaldı ki mesela bir elmaya nazaran çok basit görünen bir aminoasidin tekemmül edebilmesi için mecburiyeten uğraması gereken iki değil oniki değil binlerce istasyon var ve bu uğrama işi saniye mertebesinde olsa bile kâinatın bilinen 25 milyar yıllık süresi yetmemektedir. Halbuki canlının temel taşı niteliğindeki aminoasitin ötesinde her biri birbirinden sayamayacağımız kadar farklı milyonlar canlı türü var. Bütün bu canlı oluşumun birbirinden evrilerek vücuda geldiğini zan ve iddia etmek akla ziyan bir safsatadır.

Bütün canlılarda azından çoğundan temel tuğla; hücrelerdir. Bir hücreye kabaca bir nazar gezdirelim: sınır sorumlusu hücre zarının izniyle içeriye girebilirsek akıl almaz ihtişamlı bir düzenin hükümferma olduğu bir alem görürüz. Kendisi veya cüz'ü olduğu canlının hayatiyetini temsil eden proteinleri sentezleyen Ribozom, hücrenin beynini oluşturan çekirdek, yağ ve karbonhidratları sentezleyen Golgi cihazı, karaciğer gibi hizmet gören enerji merkezi Mitokondri, dağıtım ve taksimat hizmetini yerine getiren Endoplazmik Retiküllüm, hücrenin midesi görevini gören Rizozom, binler cilt kitabı dolduracak bilgiyi içinde barındıran bir kütüphane olan Kromozomların oluşturduğu birlikteliği cansız, şuursuz nesnelerin şuurlu tercihi gibi çok aptalca bir iddia ile veya kör tesadüfle izah edemeyiz. Böyle bir iddiada bulunanlara Bediüzzaman Hazretleri: "Ey ahmak-ul humakâdan tahammak etmiş sarhoş ahmak!" diye hitap ediyor.

Bütün bir hücreden sarfı nazar ederek her biri de başlı başına birer âlem olan o elemanların yalnız bir tanesinin dahi kendini evrilterek iş yapacak kıvama gelebilmesinin kâinatın ömrü içinde değil 100 milyar senelerde de olamayacağı matematik hesaplarla kolayca gösterilebilir.

Evrim saplantısı ise hadiselerin tahlilinde 'niçin' değil de 'nasıl' sorusu ile işe bakmalarından kaynaklanmaktadır. Her 'Nasıl' sorusuna buldukları bir cevabın heyecanı ile bilinmezin sonuna yaklaştıklarını sananlar dipsiz bir kuyuda bocaladıklarını fark edemiyorlar. Doğru soruyu merak edip araştırmamaktan kaynaklanan bu hezeyanlı saplantı onlara insan olma onurunu kaybettirir, o kadar ki atasının bir maymun olduğu kabulüne kadar kadar düşürtür. Kendi şahsına maymunluğu yakıştırmayanlar atalarını maymun olarak tanımlar.

Uygun soru sormanın önemini basit bir misalle arz edeyim:

Mesela kilitli bir kapının önündeyiz, açmak istiyoruz. ''Nasıl'' açılır sorusunun basit, yalın ve somut bir cevabı var; "anahtar''la.

''Niçin'' sorusunun cevabı ise basit değildir, somut değildir, soyuttur. Kilidi açma unsuru anahtarı; elimize alabiliriz ama açma, açılma arzusunu elle tutamayız. Somut cansızdan soyut bir iradî hüküm veya tercih elbette ki mümkün değildir.

Bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri: "Zerrattan, sayyarata kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisanlarla şehadet ettikleri ve parmakları ile işaret ettikleri bir Sâni-i Zülcelâli gör..." diye ifade buyuruyor.

Peki evrim fikri nerden doğmuştur?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum