Abdullah YILMAZ

Abdullah YILMAZ

İddianızla Kanserle Sınanmak

2005-2006 yıllarıydı; 6 ayda bir doçentlik mülâkatına giriyor ve her mülakattan eli boş geri dönüyordum. Gençliğin heyecanından, biraz da gafletin ağır basmasından olacak, her defasında asistanım Yavuz’a derdim ki; “Yavuz, bu adamlar beni öyle sıkıyorlar ki, göreceksin bak, 10 yıl sonra bende ya ülser ya kanser çıkacak.”

Mevlana’ya nispet edilen bir söz vardır: “Dünyada olabilecek her bir olay için misal âleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın.”

Benim de babamdan defalarca işittiğim bir sözü var: “Oğlum eskiden biri büyük bir laf ettiğinde ya da birini herhangi bir sebeple ayıpladığında; ölmeden aynısını yaşarsın, derdik. Şimdi senesi dolmadan yaşıyor insanlar!”

Ve ben ağzımdan -hem de defalarca- çıkardığım o sözlerle kendime yeni bir imtihan kapısı açmış oluyordum.

Aradan yıllar geçti. 2012 yılıydı. Kayınpederim bir gün beni aradı, Ankara’ya gelmiş, aylardır devam eden kabızlık şikâyetinden dolayı, “gelmişken bir de Ankara’da doktora gideyim” demiş. Birkaç günlük muayene ve tetkiklerin neticesinde doktor pat diye suratına kolon kanseri olduğunu söylemiş. Adamcağız beni ararken sesinde hem büyük bir şaşkınlık hem de bundan sonra ne olacak sorgulaması vardı.

Sonradan hanımla konuşurken; aslında dedim, bir insan kanser gibi ciddi bir rahatsızlık yaşıyorsa bunu bilmeye hakkı var. Çünkü Cenab-ı Hak, ecel gizli olduğu için, tövbe kapısını son nefese kadar açık tutuyor. Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise hastalık bazen ölüme vesile olduğu cihetindendir.” (Lem’alar; s. 244) Kanser gibi hastalıklar ölümü hatırlattığı için insanı dehşete düşürüyor. Bu hastalıklarla imtihan olan hastalığını bilmeli ki; kendini ölüme, ecele ve ahiret yurduna hazırlasın. Hastalık dönemi dünya kazuratından temizlenmek için, tövbe ve nedamet için tam bir dua vakti olsun, demiştim. Doğru ama büyük laf etmişim.

Sonrasındaki 2 yıl boyunca garibim kayınpederin yorucu, insanı tüketici hastane macerasına şahit olduk. Doktorların talimatıyla neredeyse 2-3 ayda bir PET cihazına girerdi. Google’da aratırsanız görürsünüz. İşin uzmanları diyorlar ki; 3 defa PET cihazına girmek bir defa atom bombasına maruz kalmak kadar tehlikelidir. Ben de her defasında kızardım; bu adamın özel zevkleri arasında PET cihazına girmek var, derdim. Çok büyük laf etmişim.

Kayınpederim o süreçte 18-20 ay aralıklarla iki defa kemoterapi tedavisi gördü. “Bu adam niye böyle yapıyor, göz göre göre zehir alıyor, radyoaktif madde alıyor” diye yine sitem ediyor, kızıyordum ona. Yine çok büyük laf etmişim.

2014 yazında kayınpederim 3 ameliyat, 2 kemoterapi tedavisine rağmen kanserin metastaz sonucu bütün vücuduna yayılmasından mütevellit Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Vatan-ı aslîsine, meydan-ı tayeran-ı ervaha nakl-i mekân eyledi. Bir Fatiha’nızı eksik etmeyin lütfen!

Aradan bir yıl bile geçmedi. Bir Mayıs günü tıraş olurken çenemin altında leblebi büyüklüğünde bir kitle elime geldi. Önce önemsemedim, bir hafta on gün böyle geçti. Her defasında tıraş olduğumda o kitle bıçağa yokuş aştırmaya başlayınca, kardeşim mesabesindeki bir KBB uzmanı dostumu aradım.

-Abi hemen gel, dedi. Gittim.

Kitlenin sağına soluna baktı, biyopsi yaptı, parça aldı.

-Beni dinlersen bu kitleyi alalım abi. İyi huyluysa zaten problem yok, kötü huyluysa yayılmadan almış oluruz, dedi.

Ömrü hayatında herhangi bir yerine bıçak değmemiş ben; “Yahu hele bir ilaç, antibiyotik, bir şeyler ver, belki geçer” deyip geçiştirdim. İstemeye istemeye antibiyotik verdi. İki kutu kullandım ve 10 gün geçmeden kitle kayboldu.

-Tamam, işte bu! Dedim. Hallettik bu işi.

Bu arada, 15 gün geçti geçmedi, biyopsi sonucu geldi. Yetersiz numune alımı dolayısıyla, kesin bir sonuç çıkmamış.

Yıllar sonra geriye dönüp o günleri hayalimde canlandırdığımda, Bediüzzaman hazretlerinin şu vecîz ifadelerini derhatır ediyorum; “İnsan her ne kadar fâil-i muhtar ise de “fakat وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِين sırrınca, meşiet-i İlahiye asıldır ve kader hâkimdir. Meşiet-i İlahiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir. اِذَا جَٓاءَ الْقَدَرُ عُمِىَ الْبَصَرُ hükmünü icra eder. Kader söylese iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.” (Mektubat; s. 56)

Tabii ki ben kitleyi unuttum. 2-3 ay sonra yine tıraş olurken bu defa çenemin sol alt tarafında -bu defa- badem büyüklüğünde ve uzunluğunda yeni bir kitle elime geldi. Ben yine dostumun yanında soluğu aldım. Şöyle bir baktı, dokundu, can sıkıntısı ve telaşla;

-Abi, dedi. Seni hemen ameliyat edelim. Ben de; “Kardeş, sen hele yine biyopsini yap -bu arada da Hac çıkmıştı bize- sana söz, hacca giderim, Kâbe’ye yüzümü sürerim, Ravza-yı Mutahhara’da dua ederim, zemzem içer, yüzüme gözüme sürerim. Rabbim şifayı verdi verdi. Vermezse söz, geldiğimde senin ameliyat masana yatarım” dedim.

Ve biz gittik hacca! Günlerce Kâbe duvarına yüz sürüp şifa duası ettim, litrelerce zemzem içip boynuma sürdüm. Ama hikmet-i Rabbaniye o hastalığın hâl diliyle bana dedi ki; bu hastalığın şifası dua değil ameliyat masasına yatmaktır.

35 Günlük hac yolculuğu sonrasında yorgunluk, tebrike gelen ziyaretçileri ağırlama telaşesi derken bir ay geçti. Bir gün okulda bir hocamız ziyaretime gelmişti. Konuşurken dedi ki; “Yahu senin şu çene altındaki şişlik epey büyümüş.” O dedikten sonra fark ettim; bizim badem iki badem kalınlığına ulaşmıştı ve sonraki üç-dört günde kocaman bir yumruya dönüştü.

Koştur koştur telaşla doktoruma gittim. Görür görmez anladı tabii ki. Ve 3 gün sonra bendeniz o kaçıp durduğum ameliyat masasına çar naçar uzandım. Kendime geldiğimde, sevgili doktorum başımda duruyordu. Kitle üç parçaymış, ikisini almışlar. Biri boyunda hassas bölgelere çok yakın olduğundan his kaybına yol açar korkusuyla almamışlar.

-Sıkıntı yok ilaçla geçer, dedi.

Ben, hâlâ kötü bir sonucu kendime konduramadığımdan olsa gerek, kendi kendime; madem bu illetin bir ilacı vardı, ben niye ameliyat oldum? Diye düşünüyordum.

İki gün hastanede yattım. Çıkarken; patoloji sonucuna göre tedavi sürecine başlarız, dedi doktorum. 5-6 gün evde istirahat ettim. Hastane müdürü arkadaştan rica etmiştim, sonuç geldiğinde bana haber verecekti. 6. gün öğlene yakın bir vakitte mutfakta geç bir kahvaltı yapmaya hazırlanırken geldi o telefon.

-Hocam ben filankes. Patoloji sonucunuz geldi, mailinize yolladım. Çat! Diye telefonu kapattı.

3 Yıl önce “bir insana kanser olduğu gizlenmemeli, yüzüne söylenmeli” diyen bendeniz kanser olduğumu, bırakın başkasından duymayı, kendi raporumu okuyarak öğrendim ve nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; o anda bütün ömrüm bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Bedenimdeki bütün kuvvet, takat bir anda çekildi. Ve ben -o anda- zamanında söylediğim o büyük lafın altında kaldım.

Aynı gün İzmir’deki bir dostu aradım. Ertesi sabah İzmir’de Hematolog hocanın talimatıyla PET cihazına girdim. Hani o kayınpederime kızdığım, “Üç PET bir atom bombası” diye ahkâm kestiğim “PET Cihazı” var ya, işte ona girdim. Va esefa! Sonraki 8 aylık tedavi sürecimde de 4 defa daha “PET Cihazı”na girmek zorunda kaldım.

Sonrası mı? Sonrasını başka zaman anlatırım!

Aman siz siz olun, iddialı laflar etmeyin. Hatta kalbinizden bile geçirmeyin!

Aksi takdirde Mevla sizi o iddianızla öyle bir sınıyor ki!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum