Zülkarneyn’den günümüze yansımalar

Yaşadığımız günler tarihin önemli gün veya yıldönümlerine havi. Veya yıldönümlerine denk geliyor. Bunlardan birisi 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşının yüzüncü yıldönümüdür. Temmuz ayı itibarıyla veya ramazan ayı itibarıyla Birinci Dünya Savaşının yıldönümünü idrak etmiş olduk. İlginç, Temmuz ayı aynı zamanda Gazze saldırılarının yapıldığı aydı. 2014 yılı aynı zamanda Çaldıran Savaşının beşinci yüzyılına denk geldi. Unutmamamız gereken kulağa küpe bir tarih. 
 
Derin Tarih bu tarihi münasebeti unutmadığı gibi Haber Türk’te de Murat Bardakçı konuya temas etti. Değindi. Halbuki bugün İslam dünyası yeniden Yavuz’un geçtiği günlerden geçiyor. Yeni Safeviler tarihin bir kuşağında veya şafağında yeniden dirilmiş oldular. Yeni Safeviler anlamında tarih tekerrür ediyor. Humeyni’nin başlatmış olduğu çığır, İsrail’in varlığı ve Batılıların müdahalesiyle birlikte İslam dünyasını Yavuz döneminden daha nazik bir konuma sürüklemiş ve düşürmüştür. Ne yazık ki Çaldıran’ın mana ve ehemmiyetini idrak seviyesinde veya düzeyinde değiliz. Yavuz döneminde de öyle idi. Özellikle Sufi Beyazıt olarak anılan Yavuz’un babası tehlikeyi görse bile savuşturabilecek düzeyde değildi. Tehlike afakta ve hariçte dal budak saldığı gibi Yavuz’un da kafasında büyüyor ve büyük bir yer işgal ediyordu.  
 
İdris-i Bitlisi ve Ebu’s Suud Efendi gibi zevatın da himmetiyle birlikte meselenin üstesinden gelebilmiştir. Yavuz Sultan Selim Han tefrikaya son verdiği gibi dağınık İslam dünyasının iki yakasını da bir araya getirmiştir. Bugün de aynı iki arazla karşı karşıyayız. İran’dan gelen tefrika seli ve İslam dünyasının bahtsız hali. Ehl-i Beyt mesleğini siyasete ve saltanata alet ederek; suistimal ile, suret-i haktan görünerek her türlü kaypaklık ve sinsilik ile İslam dünyasının altını oymuştur. Bugün de vaziyet aynıdır. Suriye, Irak, Yemen, Lübnan kaynayan ve ötesinde fokurdayan kazan halindedir. Bunun kıvılcımları bütün İslam dünyasını kavurmaktadır. Tarihi unuttuğumuz için bizden intikam alıyor, iki de bir tekerrür ile kapımızı çalıyor ve kendisini bize hatırlatıyor. Halbuki Çaldıranın beşinci yüzyılı üzerine birçok kitap çıkartılmalı ve mesele tarihi ve güncel boyutlarıyla eşelenmeliydi. Halbuki biz değini şeklinde geçiştiriyoruz.
 
*
 
Yahudiler ise bizim unuttuğumuz Endülüs sürgününü hatırlamışlar ve hatırlatmak için de meşaleler yakmışlardı. 1492 adına vakıflar kurmuşlar, kitaplar ve çalışmalar yapmışlardı.  Şah İsmail’le birlikte İran adeta ikinci bir Endülüs olmuştur. Dolayısıyla Çaldıran meselesini daima hatırlarda tutmalıyız. Yoksa yeni Çaldıran bedelleri ödemek zorunda kalırız. Nitekim öyle de olmaktadır. Şah İsmail kendisini yeni bir Timur olarak görmüş ve Yavuz’u dedesi Yıldırım Beyazıt’a benzetmiştir. Özbek Şeyban Han gibi Yavuz’un kafatasını da belki yeni bir içki kasesi yapmayı tasarlamış ama planları ayaklarına dolanmış, Çaldıran’da bozguna uğramış ama  maalesef açtığı çığır devam etmiştir. Yavuz ise yangını söndürmek istemiştir.  Şah İsmail kendisini Timurlenk’e benzetirken Yavuz Sultan Selim’i de yeni bir İskender’e benzetenler çok olmuştur. Hatta Ömer Bin Abdulaziz gibi kendisini Mehdi zannedenler de olmuştur. Bununla birlikte Yavuz, Şah İsmail ve Kızılbaşların şevketini kırsa bile sonuç itibarıyla köklerini kurutamamış ve İran ilini baştan sona yarıp geçmemiştir. Bundan dolayı İskender’in varisi olamamıştır.
 
*
 
Zülkarneyn janus tabir edilen müteşabih bir zattır ve Kur’an’da ismi değil lakabı veya sıfatı geçmektedir. İki boynuzlu veya iki zamanlı anlamlarına gelmektedir. Şarkı ve garbı fethettiğinden ve fetihlerinden bahsedildiği için Zülkarneyn’in İskender olabileceği ifade edilmiştir. Lakin İskender Batı’dan çıkarak Pers Kralı Dara’yı yenmiş, Hindistan ve Afganistan gibi yörelere gitmiş, Mısır gibi bölgelere inmiştir. Hem putperest olduğuna dair genel kanı hem de garba yönelik fetihleri veya yolculukları bilinmediğinden Zülkarneyn ile benzerliği tartışmalı, şüpheli veya sınırlıdır. Buna mukabil, müfessirler arasında Zülkarneyn’i İskender olarak tanımlayanlar olmuştur. 
 
Zülkarneyn ile ilgili ikinci değerlendirmede Ebu’l Kelam Azad’ın yaklaşımıdır. Pers kralı Cyrus veya Kuruş’un Zülkarneyn olduğunu ileri sürmüş ve bu hususta bir eser kaleme almıştır. Ona göre, Zülkarneyn’in Ye’cüc ve Me’cüc’e karşı inşa ettiği set ise Kafkaslar’da Derbent ve Babu’l Ebvab mevkiinde veya buna yakın yerlerdedir. TDV İslâm Ansiklopedisi’ndeki ilgili Zülkarneyn maddesini yazan tefsir uzmanı Mustafa Öztürk, Ebu’l Kelam Azad’dan yola çıkarak meselenin yüzde 95 olarak çözüldüğünü ve Zülkarneyn’in Cyrus yani Kuruş olduğunu ifade etmektedir. Her ikisinin de lakabı Büyük’tür. Kuruş’un ön önemi özelliği ise Yahudileri Babil sürgününden kurtarması ve Arz-ı Mev’ud’a geri sevki ve iadesidir. Zülkarneyn oldukları ileri sürülen İskender ile Kuruş arasında yaklaşık bir iki asırlık bin zaman farkı vardır. İskender Pers ülkesini fethederken Kuruş, Yahudiler namına Babil’i ele geçirmiş ve Yahudileri 70 yıllık esaret ve sürgünden kurtarmıştır. Bununla birlikte iki tarihi şahsiyet tek şahıs farz edilse ancak Zülkarneyn’in yaptıklarını karşılayabilir. Biri Batı’ya diğeri Şarka sefere çıkmıştır.   
 
Kuruş Kitab-ı Mukaddes’te en az 30 defa geçmektedir. Mekke Müşrikleri Yahudilerden akıl danışarak Peygamberimizi sıkıştırmak için üç mahrem sual sorarlar. Bu nübüvvetine de delil olacaktır. Bunlardan birisi Ruh ve Mağara Arkadaşları (Ashab-ı Kehf/Yedi Uyurlar) ve Zülkarneyn’dir. Bu meselelerin üçü de müteşabihtir ve özellikle de ahirzamanla da bağlantılı olan Zülkarneyn’in kimliği meçhul veya tartışmalıdır. Bununla birlikte Zülkarneyn namzedi iki tarihi şahsiyet üzerinden günümüzle bağlantı kurmak mümkündür. Yeni İskender muhakkak ki İslam dünyasına gölge eden İran gailesini savuşturmalı ve def etmelidir. Buna mukabil, yeni Kuruş’un silüeti Babil’i yeniden kurtarmalı ve onun ötesinde 70 yıldır Yahudilerin esareti altında olan Filistin halkını hürriyetine kavuşturmalıdır. 
 
Tefsir tarihi uzmanı Mustafa Öztürk, Zülkarneyn’in Yahudilerle bağlantılı olduğu için Arap müşrikleri vasıtasıyla peygamberimizden bu tarihi şahsiyeti teşhis etmesini isterler. Zira kitaplarında Zülkarneyn 30 defa zikredilmektedir. Hazreti Musa ve Hızır Kıssası ve onun ötesinde Ye’cüc ve Me’cüc ilintili kıssalardandır. Zülkarneyn’in ahirzamana bakan yüzlerinden birisi de Ye’cüc ve Me’cücdür. Settin yıkılmasıyla birlikte Ye’cüc ve Me’cüc’ün uyuyan hücreler olmaktan çıkıp dünyayı fesada vermeleridir. Ye’cüc ve Me’cüc meselesiyle bağlantılı olan Zülkarneyn’in doğrudan ahirzamanla ilişkisi var mıdır? Mehdi Zülkarneyn makamındadır. Kimileri Mehdi’nin de Zülkarneyn ve Hazreti Süleyman gibi fetih sahibi olacağını ifade etmektedirler. Zamanında Zülkarneyn Ye’cüc ve Me’cüc tehlikesini nasıl bertaraf etmişse ahirzamanda da Mehdi ve Hazreti İsa, Ye’cüc ve Me’cüc tehlikesini bertaraf edecektir. Öyleyse Zülkarneyn ve Ye’cüc ve Me’cüc kıssasının başı tarihin derinliklerine dayanıyorsa da sonu günümüze bakıyor ve ahirzaman diliminde sahnelenecektir.
 
Kehf Suresindeki konular geçmişte yaşanıyor ama geleceğe bakıyor. Janus yüzlü bir anlamı var. Yani tarihin iki diliminde sahneleniyor. Başı mazide, sonu atide! Yani bizdeki ifadesiyle müteşabih yani janus anlamlı. Şairin ifadesiyle, kökleri mazideki ati. Pelin Çift konukları; tefsir tarihi uzmanı Mustafa Öztürk ve İstanbul Baş Vaizi Mustafa Akgül ile Kehf Suresinde geçen olayları ele aldı ve irdeledi. 
 
Konukları biraz analiz etmek istiyorum. Mustafa Akgül konvansiyonel tabir edilen bir anlayışı temsil ederken öteki tefsir tarihçisi Mustafa Öztürk modern hatta modernist bir anlayışı temsil etmektedir. Mustafa Akgül Hoca karşısında ne pozitivist ne natüralist ne de rasyonalist olduğunu söyledi. Lakin bunların hepsinin karışımı olduğu da bir gerçek. Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz. Hazreti Süleyman cinlerini, çevre kavimler olarak tanımladı.  Onun ötesinde bunların mimarlık ve dalgıçlık yaptığını söyledi. Elbette Süleyman Aleyhisselamın o tarz insi ameleleri de vardı. Lakin cinler taifesinden de çalışanları ve ameleleri vardı. Hazreti Davud’a demir ram olduğu ve macun kıvamına getirildiği gibi Hazreti Süleyman da cinler, rüzgar ve hayvanlara tahakküm etmiş ve hepsi ona musahhar kılınmıştır. Hadislerde de Mescid-i Nebevi de yakalanan bir cin Süleyman Aleyhisselam hatırına bırakılıyor. Bilindiği gibi Belkis’in tahtını ihzar eden de özel bir cin olan İfrit’tir. Mustafa Öztürk beyin fazlasıyla bir modernist ve ötesinde kompleks ile malul olduğu anlaşılıyor. Elbette bilgiye uymak ile bilgiyi kendine uydurmak arasında fark var. Leyyi unuk’in nas veya tatviu’n nas diye bir tabir var. Yani metinleri ve nasları yumuşatmak ve  tasarrufu altına almak. Mustafa Öztürk hocanın da yaptığı -kusura bakmasın ama- tam da bu. Artık geleneğin içine de sızan modernizm hurafelerinde bıktık!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum