Teğabün Sûresi Tefsir Meali

Mekkî veya Medeni olması ihtilaflıdır. 18 âyettir. Adını dokuzuncu ayette geçen “teğabün” (aldanmak / aldatmak) kelimesinden alır. Sûrede esmâ-i hüsnâdan on iki isim yer almakta, bunların bir kısmı zât-ı ilâhiyyenin kudret ve azametini ifade ederken diğerleri O’nun bağışlayıcı ve merhamet edici yönünü beyan etmektedir.

Teğabün sûresinde kâfirlerin asıl probleminin âhireti inkâr etmek olduğu hususuna dikkat çekildikten sonra müminlerin hem kendi iç muhasebeleri hem de aile fertleri ve müslüman toplumla münasebetleri açısından uyum ve yardımlaşma esasına uymalarının gereği dile getirilmiştir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/tegabun-suresi)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

1-“Göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk (hükümranlık) sadece O’nundur. Her türlü hamd O’na mahsustur ve O, her şeye kadîrdir.”

Ayet metninde geçen “yusebbihu” / tesbih eder ifadesi muzari fiil halinde gelmiştir.Bu bize tesbih etmenin sürekli ve yenilenen bir şekilde gerçekleştiğine işarettir.Muzari fiil; şimdiki zaman, geniş zaman ve gelecek zamanda bir iş, bir oluş ve bir hareket bildiren fiillere denir.

Kâinatta bulunan muhteşem nizam Allah’ın sonsuz ilim, kudret, merhamet, hikmet, iyilik, güzellik ve adâletini gözler önüne sermektedir. (İsra 44, Haşr 24, Cuma 1). İmtihan için yaratılan insanlar ve cinler (Hûd 7, Kehf 7, Zariyat 56, Mülk 2) ise imtihan konusu olan işlerde serbest bırakılmışlardır. Ancak Cenab-ı Hak hakimiyet sahibidir, dolayısıyla başkasının hakimiyeti söz konusu değildir. Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “ol” der, o da oluverir. O’nun kudretine, O’nun adına hareket eden şu kâinat şahittir.

Not: O, her şeye kadîrdir (O’nun gücü her şeye yeter) cümlesi Kur’an’da birçok kez tekrarlanmıştır. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314) Ayrıca قَد۪ير kadîr sıfatı ise قادر kâdir sıfatının daha ileri bir anlamını vermekte ve kudretin erişilmez yapısını zihinlere kazımaktadır.

2-“(Ey İnsanlar!) Sizi yaratan O’dur. Hal böyleyken sizden inkârcılar da var iman edenler de… (Şunu iyi bilin ki;) Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir.”

Bu ifadeye dört şekilde anlam vermek mümkündür ve hepsi de geçerlidir.

a) “Sizi O yarattı. Sonra bazılarınız O'nun yaratıcı olduğunu kabul ederken, bazılarınız inkâr etti.” Bu anlam, birinci ve ikinci cümlenin birlikte okunmasından çıkmaktadır...

b) “Sizi O yarattı ve mümin veya kâfir olmakta sizleri serbest bıraktı. O bu konuda sizleri zorlamadı. İman veya inkârınızdan sorumlu olan sizlersiniz.” Bu anlamı sonra gelen, “Allah yaptıklarınızı görmektedir.” şeklindeki cümle de teyid etmektedir. Yani, size bu serbestiyi vermekle, sizin bu serbestiyi nasıl kullanacağınızı denemektedir.

c) “O, iman edersiniz diye, sizi selim fıtrat üzere yarattı. Ancak bu fıtrat üzere yaratıldıktan sonra, kimileriniz fıtratının aksine inkâr etmiş, kimileriniz ise fıtratı doğrultusunda iman etmek suretiyle, yaratıcısına tabi olmuştur.” Bu ayet Rum Suresi'nin 30. ayeti ile birlikte mütaala edildiğinde, yukarıdaki anlam daha sarih anlaşılır.

d) Allah'ın sizi nasıl yarattığını düşünecek olursanız O'nun size verdiği nimetlerden, yine O'nun verdiği vücut sayesinde istifade edebildiğinizi görürsünüz. Şayet O sizi bu şekilde yaratmış olmasaydı, sizler Yaratıcınıza karşı gelme imkânı bile bulamazdınız. Fakat bazılarınız hiç düşünmeden veya yanlış düşünerek inkar yoluna geçerken, bazılarınız da iman ederek, fıtrat üzere olan doğru yola tabi olurlar.

(Şunu iyi bilin ki; ) Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir.”

Bu cümle maddi bir görmeyi ifade etmekten öte, amellerin değerlendirilip, ona göre karşılığın verilmesini tazammun eder. Tıpkı bir amirin, memuruna “Nasıl çalıştığını bir görelim bakalım!” veya “Bir bakalım, iyi çalışırsan terfi edersin, kötü çalışırsan karşılığını ona göre alırsın” demesi gibidir. (Bkz. Tefhimu'l Kur'an, Mevdudi)

Not: Ayet “insanların yaratılıştan kâfir veya Müslüman olmadıklarının” delilidir. Fıtrat, yani yaratılıştaki mahiyeti itibariyle her insan lekesiz, tertemiz ve iman ve İslâm'a en müsait bir hüviyettedir. Fakat temiz ve selim fıtrat, küfür ve günahlarla kirletilip, köreltilebilir.

Allah, insanı bir damla sudan yaratmıştır. Fakat evreni yaratanın varlığını gösteren nice deliller olmasına rağmen bazı insanlar yaratıcısına açıkça düşman kesilmektedir. (Bkz. Nahl 4)

3-“(Allah,) gökleri ve yeri hak ile (bir anlam ve amaca göre) yarattı. Size şekil vermiş ve şeklinizi güzelleştirmiştir. (Bir süre dünyada yaşayacaksınız ve sonunda) dönüşünüz ancak O’na olacaktır.”

Bu ayet insanoğlunun Allah katında ne kadar saygın bir yere sahip olduğu ve Allah'ın fiziki şeklini yeryüzünde karşılaşacağı ortam ve şartlara uygun olarak ve güzel şekilde yaratmakla kendisine ne büyük bir lütufta bulunduğu düşüncesini uyandırıyor. Bu yaratılışta güzellik ve mükemmellik iç içedir. (Bkz. Mü'min 64)

Öyleyse siz de iç dünyanızı ve yaşantınızı ilahi mesajın öğretileri ile güzelleştirin ki Allah’ın azabına maruz kalıp dış güzelliğinizi de kaybetmeyin. Çünkü hesap vermek için O’nun huzuruna çıkarılacaksınız.

4-“O, göklerde ve yerde olanların tümünü bilir; sizin saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilir. (Hatta) Allah, göğüslerin özünde saklı olanı da hakkıyla bilendir.”

Bazı alimler Kur’an’da “kalb” geçen yerlerin akıl ve ilme delalet ettiğini (Bkz. Kaf 37), “göğüs” geçen yerlerin ise hem bu ikisine hem de şehvet, heva, öfke gibi ruhsal hususlara işaret ettiğini söyler. (Dr. Öğretim Üyesi Necla Yasdıman Demirdöven, Felak ve Nas Sûrelerinin Kavram ve İ’rab Açısından Tahlili, Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 7, Sayı 13, Yıl 2020)

Burada olduğu gibi, Kur’anda en çok vurgulanan durumlardan biri Allah’ın her şeyi bilmesidir. Bunu bilen ve buna inanan bir mü’min, bu şuurla Allah’a yönelir, hayatını buna göre dizayn eder.

5-“(Ey elçimizi inkâr eden kâfirler!) Geçmişteki kâfirlerin (akıbetleriyle ilgili) haber(ler) size ulaşmadı mı?! (Onlar da sizin gibi azgınlık etmişler ve sonunda) yaptıklarının cezasını çekmişlerdi. Ayrıca onlar için (ahirette) elemli bir azap vardır!”

6-“Çünkü peygamberleri onlara apaçık deliller [beyyinât] getirmiş, onlar da “Bize bir beşer mi yol gösterecek?” diyerek inkâr edip yüz çevirmişlerdi. Allah da (onları helak ederek iman ve ibadetleri dahil) hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. (Bu ilahi mesajı sizlere rahmet olarak vahyetmektedir.) Allah, Ğani - Hamîd’dir / Allah hiçbir şeye muhtaç değildir; her türlü övgüye layık olan sadece O'dur.”

Peygamberlerin getirdiği beyyinâtın ana çizgilerini dört madde halinde özetlememiz mümkündür:

1- Allah’ın varlığına, birliğine, kudretinin üstünlüğüne ve sınırsızlığı­na delâlet eden belgeler,

2- İnsan aklına ışık tutan ana fikirler, temel bilgiler,

3- Hayatın, ölümün, âhiretin ve oradaki hesabın, mükâfat ve ceza­nın anlam ve hikmetini açıklayan âyetler.

4-Hakk’a kul olmanın insana kişilik kazandırıp onu şerefli bir dü­zeye getireceğini bildiren ölçü ve kıstaslar.

(Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 12/6219-6221)

‘Bize bir beşer mi yol gösterecek?’ diyerek inkâr edip yüz çevirmişlerdi.”

Müfessir Râzî şöyle der: Peygamberin insan ol­masını yadırgadılar da, taşlardan yaptıkları putlara ibadeti yadırgamadılar! (Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/463)

Not: “Açıklamak, belgelendirmek, ihtimalleri ve şüpheleri ortadan kaldırıp gerçeği apaçık bir şekilde ortaya koymak” anlamındaki beyn-beyân kökünden türeyen 250’yi aşkın kelimenin, ayrıca bilgi ve belge kavramlarını destekleyen hidayet, tafsil, tasrif ve benzeri birçok lafızların Kur’ân-ı Kerîm’de yer alması İslâm doktrininin bütünüyle bilgiye, belgeye dayandığını, akıl ve basîrete hitap ettiğini gösterir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/beyyine)

7,8-“(Ey Peygamber!) İnkâr edenler, (öldükten sonra hesap için) asla diriltilmeyeceklerini zannettiler. De ki: Hayır! (Gerçek zannettiğiniz gibi değil!) Rabbime and olsun, mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu ise, Allah'a göre pek kolaydır. (Bu uyarılardan ibret alın) ve Allah'a, peygamberine ve indirdiğimiz Nûr’a (Kur’an’a) iman edin. (Unutmayın ki) Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”

Dünya hayatından başka hayat yok, biz diriltilecek değiliz, (Bkz. En'am 29, Kâf 3) ‘çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ derler. Kim yaratmışsa O diriltecek! (Bkz. Yasin, 77-79) Bu gerçeği vurgulamaya dönük bir hazırlık olarak surenin başında belirtildiği gibi O, her şeye kadîrdir, O’nun gücü her şeye yeter! Unutmayın ki; Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır; ona göre karşılık göreceksiniz.Çünkü kâinatın kuruluş plânında hayata ve ölüme yer verildiği gibi, hesap gününe ve ebedî hayata da yer verilmiştir. Artık bu plânın değişmesi, aksaması, uygulanmaması söz konusu olamaz.

Not: Nûr kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “insanların önünü aydınlatıp doğru ve gerçek olanı görmelerini, hak ile bâtılı, hayır ile şerri ayırt etmelerini sağlayan mânevî ve ilâhî ışık” mânasında kullanılmıştır.Burada nurdan maksat Kur’an’dır. Kur’an’ın isimlerinden biri de Nur’dur. (https://islamansiklopedisi.org.tr/nur)

9-“(Allah, mahşerde) toplanma günü için sizi bir araya getirir. İşte o gün, yevmü’t-teğâbündür / kazanan ve kaybedenin ortaya çıkacağı gündür. Kim Allah’a iman eder ve salih amel işlerse, (Allah’ta o gün) onun kötülüklerini örter ve onu (ağaçlarının) altlarından nehirler akan, ebedî kalacakları cennetlere alır. İşte, büyük başarı budur.”

Kıyametin gününün bir ismi de yevmü’t-teğâbün’dür.Bu güne “toplanma günü” denilmesi, o gün hesap ve ceza için toplanılmasıdır. Melekler, ins ve cin o günde bir araya getirilecektir.

10-“İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar (cehennemdeki) ateş ehlidirler. Orada ebedi kalacaklardır. O, ne kötü bir varış yeridir!”

Veya: Böyle bir akıbet, ne kötü bir akıbettir.

11-“(Ey iman edenler!) Allah’ın izni olmadan hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’a iman ederse, (Allah) onun kalbine (musibetler karşısında) hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”

Her bir musibet, Allah’ın takdiri ve iradesiyle meydana gelir. Musibet kelimesi daha çok insanı üzen olaylar manasını ifade etse de, “başa gelen her şey” şeklinde de anlaşılabilir. Evet, insanın başına gelen her şey ancak Allah’ın izniyle, O’nun koyduğu yasalar ve sınırlar çerçevesinde gerçekleşir. “O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez.”(En’am 59) “Yeryüzünde vuku bulan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın.”(Hadid 22)

Allah, kimin gerçekten iman ettiğini, kimin imanında ne kadar samimi olduğunu bilir. Musibet sırasında herkese kalbindeki imana göre aklına aydınlık verip gönlüne doğru yolu ilham eder.

12-“O halde Allah’a itaat edin, (hüküm, emir ve yasaklarına riayet edin) Peygambere de itaat edin (O’nun (sav) izinden gidin). İtaatten yüz çevirirseniz bilin ki elçimize düşen (itaat ettirmek değil ayetlerimizi) açıkça tebliğ etmektir.”

Emrettiği hususlarda Allah'a itaatle, tebliğ ettiği hususlarda peygamberine itaatle meşgul olun. İtaat etmezseniz bundan elçimiz değil, sizler sorumlusunuz.

Not: Ayette “itaat edin” ibaresinin tekrarı, itaatin şanını ve önemini vurgulamak içindir. (Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/467)

13-“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. O halde mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”

Allah'tan başka hiçbir varlık kulluk edilmeye layık değildir. Çünkü O'ndan başka ilah yoktur. O halde ey iman edenler! Sıkıntı ve zorluklara aldırmayınız ve imanınızda sebat ediniz! Allah'ın sizlere yardım edeceğinden şüphe etmeyiniz.Yalnız Allah’a güvenip dayanın.

Not: Allah’a inananların O’na tevekkül etmesi gerektiğine dair âyetler tevekkülün imanla alâkasını, müminlerin Allah’a tevekkül ederek inkârcılardan gelen baskılara karşı direnmesini isteyen, bu hususta peygamberlerden örnekler veren âyetler de kavramın amelle ilişkisini göstermektedir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/tevekkul)

Hz. Peygamberin (asm) bir duası şöyledir: “Bismillahi, hasbiyallahu tevekkeltü alallahi, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah.”

“Allah’ın adıyla! Allah’a tevekkül ettim. Allah’a dayanmaktan başka kudret ve kuvvet yoktur.” (Ebû Dâvud, Edeb, 102-103)

14-“Ey iman edenler! Eşlerinizin ve çocuklarınızın içinde size düşman olanlar vardır. Onlara karşı dikkatli olun! (Onların ölçüsüz davranışlarına sabredip) onları affeder, hoşgörülü ve bağışlayıcı davranırsanız, elbette Allah Ğafur - Rahîm’dir / çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir.

Bu âyetin nüzûl sebebi olarak bazı kaynaklarda yer alan şu rivayetlerden ilki âyetin başlangıç kısmının, diğer ikisi de son kısmının anlaşılmasına ışık tutmaktadır:

a) Avf b. Mâlik el-Eşcaî Resûlullah ile birlikte savaşa gitmek istemişti. Çoluk çocuğu toplanıp onun ayrılığına dayanamayacaklarını söylediler, ağlayıp sızladılar ve sonunda onu bu kararından vazgeçirdiler. Ama Avf daha sonra bundan dolayı çok pişman oldu.

b) Mekke’de müslüman olanlar hicret etmek isteyip çoluk çocukları buna razı olmayınca, “Şayet Allah beni hicret yurdunda sizinle bir araya getirirse görün bakın size neler edeceğim!” diye söylenir, yeminler ederlerdi (Taberî, XXVIII, 124-125).

c) Bazı Mekkeliler müslüman olmuş ve Medine’ye hicrete karar vermişlerdi. Aileleri buna karşı çıktı. Fakat bir süre sonra onları dinlemeyip Medine’ye geldiler. Daha önce müslüman olanların dinî konularda epeyce mesafe katetmiş ve yetişmiş olduklarını görünce, buraya gelmelerine karşı çıkan eş ve çocuklarına kızdılar ve onları cezalandırmayı düşündüler (Tirmizî, “Tefsîr”, 64). Âyetin “düşman olanlar vardır” şeklinde çevrilen ifadesinden de anlaşılacağı üzere burada aile fertleri arasında daima böyle bir durum bulunduğu gibi bir mâna çıkarılmaması için “bazı” anlamı taşıyan bir edat kullanılmıştır; ancak âyet metninde “vardır” şeklindeki vurgunun başa getirilmesi bu tür durumlarda duyarlı olunması için yapılan uyarıyı pekiştirmektedir (İbn Âşûr, XXVIII, 284).(Kur’an Yolu Tefsiri)

O Ğafur’dur bağışlar, siz de bağışlayın. Rahîm’dir merhamet eder, siz de merhamet edin.

Not: Ayet, eş ve çocukları ile meşgul olup Allah'a itaati bırakan herkesi kapsar.

15-“Mallarınız ve çocuklarınız sadece sizi imtihan etmek içindir. Büyük mükâfat ise Allah katındadır.”

Allah sevgisi, mal ve evlât sevgisinin önüne geçip salih ameller işleyenler için büyük mükâfat Allah katındadır.

16-“O halde, gücünüz yettiğince Allah’a karşı gelmekten sakının; (öğütlerine) kulak verin, (emirlerine) itaat edin ve kendiniz için bir hayır olarak (mallarınızı Allah yolunda) harcayın! (Şunu bilin ki;) her kim nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar felaha erenlerin / umduklarına kavuşacakların ta kendileridir.”

Ey mü’minler! Gücünüzün yetmeyeceği şeyleri kendinize yüklemeyin. İnsan faziletli (nafile) amelleri gücü yettiği kadar yapar. Fakat sakınılması gereken şeylerden ise, büsbütün sakınmak gerekir. Peygamber (sav)'den rivayet edilen şu hadis bunu göstermektedir: “Size bir şey emrettiğimde, gücünüz yettiği kadar onu yapın. Yasakladığım şeylerden de (tamamen) sakının.” (Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/466; Buhari, İ’tisam 6; Müslim, Fedail, 130)

Not: Sahih hadiste varid ol­duğuna göre birisi Rasulullah'a (asm) “Benim elimde bir dinarım var?” dedi. Rasulullah (asm) ona “Kendine harca.” dedi. Adam: “Bir tane daha var.” de­di. Rasulullah (asm): “Ailene harca.” dedi. Adam: “Başka da var” dedi. Ra­sulullah: “Çocuğuna harca.” dedi. Adam: “Bir tane daha var.” dedi. Rasulul­lah (asm): “Sadaka ver.” dedi. Bu hadiste Rasulullah (asm) önce kendisinden, ai­lesinden ve çocuklarından başladı, sadakayı sonraya bıraktı. Dinde aslolan işte budur. (Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/503-505)

17-“Eğer Allah’a karz-ı hasende bulunursanız (güzel bir borç verirseniz), onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah Şekûr - Halîm’dir.”

Kelime manası olarak “güzel borç” anlamına gelen ve Kur’ani bir terim olan “karz-ı hasen”, kişinin herhangi bir çıkar gözetmeden, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek verdiği borçtur.

Ayette Allah için iş yapmak, borç vermek temsiliyle anlatılmıştır. Allah elbette kat kat karşılığını verecektir.

“Allah Şekûr - Halîm’dir.”

Allah, iyiliklerin karşılığını bol bol veren; kullarına sabırla ve yumuşaklıkla muamele ederek ceza vermekte acele etmeyendir.

Not: Sadakanın “borç verme” şeklinde tasvirinde, şöyle güzel bir nezaket örneği vardır: Allah, kendi yolunda harcama yapmayı ve fakirlere sadaka vermeyi, temsil yoluyla, Allah'a, ödenmesi gereken bir borç vermeye benzetti. Bu, latîf istiare ve eşsiz güzel ibarelerdendir. (Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/467)

18-“(O,) gaybı ve şehadeti bilendir. Azîz - Hakîm’dir.”

Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir; hiçbir şey O’na gizli kalmaz. Allah sonsuz kudret sahibi ve her işi yerli yerince yapandır.

Azîz, “kendisini hiçbirşeyin âciz bırakamadığı Zat”; Hakîm ise, “tedbirinde, idaresinde hata etmeyen Zat” demektir.

Dikkat : Bir şeyin “gayb” oluşu, Allah’a göre değil insanlara göredir. Zira Allah’ın ilminin dışında kalan hiçbir şey yoktur. Allah, yaratılmışların algılama sınırlarının ötesinde bir âlem olan gaybı da,duyularla kavranabilen şehâdet âlemini de bilmektedir.

Not: Azîz ismi çoğunlukla Hakîm ismi olmak üzere Rahîm, Alîm, Kavî, Hamîd, Gafûr, Gaffâr, Vehhâb, Kerîm ve Zü’ntikam isimleriyle birlikte zikredilmektedir (M. F. Abdülbâki, el-Mu’cem, “azîz” md.). Bu isimlerle Azîz ismi arasında bir dengeleme münasebeti bulunmakta, âdeta Allah’ın kudret ve yüceliğinin ölçüsüz, keyfî ve ezici değil de merhamet, hikmet, bilgi, bağışlama, cömertlik, adalet gibi vasıfları da içeren bir kudret ve yücelik olduğu vurgulanmaktadır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/aziz--esma-i-husna)

Teğâbun Sûresinin ilk ayeti mülk (hükümranlık) ve hamd’in Allah’a mahsus olduğunu beyan edip “ve hüve alâ külli şey'in Kadîr” / “ve O, her şeye kadîrdir” cümlesi ile bitti. Surenin son ayeti ise Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz kudret sahibi ve her işi yerli yerince yapan anlamındaki Azîz ve Hakîm sıfatları anılarak nokta­landı.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:

“Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz, ‘lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh lehü’l mülkü ve lehü’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ sözüdür.”

(Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, her şeye kâdirdir) [Muvatta, Kur’ân 32, (1, 214, 215); Tirmizî, Da’avât 133, (3579)]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.