Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Üstadın edebi ağzı

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Birinci Söz Örneği

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَ بِهٖ نَسْتَعٖينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ وَ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ

İbrahim Suresi, 24. ayet: Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir. Güzel bir söz güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit dalı ise göktedir.

Hadis-i Şerif: "Besmeleyle başlamayan işte hayır yoktur." (Bismillah her hayrın başıdır.)

Sözler/Risale-i Nurlar hem hakikat, hem de güzel sözler mecmuası, maden ve menbaıdır demeye elyak eserlerdir.

Hakikat, belagat, mantık, muhakeme dolu nurlu eserler; kıyamete kadar maden gibi titizlikle eşeleyip çıkartılacak, işlenecek mücevherata benzer.

Bu nur madeni iki türlü işletilebilir.

a-Ana babadan miras kalmış bir mülk, bir miras, bir memalik gibi işletmek istifade ve feyizlenmek.

b- Kutsi bir hediye, bir lütuf, mübarek bir emanet gibi bakıp işlemek ve feyizlenmek.

Birinci şekilde; mirasa sahip çıkma duygusu ve kullanımı söz konusudur.

Üzerine bir şeyler ekleme, canlandırma düşüncesi zayıftır. Gereksiz bir kutsama vardır.

Mirasyedi psikolojisi ağır basar. Tekeline alma, başkalarına dokundurmama içgüdüsü hakimdir.

2. sahiplenme ve işletme ise; kendi emeğiyle, alın teriyle, kazandığı bir eser gibi görüp değerlendirmek ve sahip çıkmak.

2. tarzdaki sahiplenme, işletme ve yararlanma ise herkesin, aslını bozmadan, kendi emeği ve eseri görüp yararlanmasını sağlama çaba ve gayreti vardır.

Her istidat ve kabiliyetli okuyucu; bu nur madenini işletirken; üzerine bir şeyler koyma, bereketli ve bol yapma çilesi çeker.

Babasının malı gibi kıskanıp tekelleştirmez.

İşte Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebenin şartı ve hususiyeti olarak gördüğü; "nurları kendi malı ve telifi gibi görme şartı" bu iki biçimde uygulanabilir.

Bu da ancak Sözler üzerinde her türlü ilmi, edebi, kitabi, sanai/sanatlı çalışmayla olur.

İşleyen demirin ışıldaması gibi, işleyen/işletilen eserler de ışır, parlar, aydınlatır, tevessü ve tenevvür eder.

Yoksa bu maden azalır, küçülür, sönükleşir, etki ve nüfuzunu yitirir.

Kur'an-ı Hakim ve Hadis-i Şerifler bu mantık ve işletmeyle bize ulaştırıldı.

Aslı, orijinali, tırnak ve çerçeveye alınarak 4 kenarlarında, ilmi tetkiki, tahkiki, bağ, bahçe ve bostanlar oluşturulup asıl ve kaynak can verip ter dökerek korundu ve güzelleştirildi.

Bu tarihi gerçek ve gelenek Risale-i Nurlar için de geçerli ve elzemdir!..

***

Ağız nedir?

Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı Türkçe Sözlük “ağız” tanımını şu şekilde verir:

Aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine veya sınıflara özgü olan konuşma diline ağız denir.

Edebiyat profesörü Muharrem Ergin ise “ağız” tanımını şöyle yapıyor:

Bir şive içinde mevcut olan ve söyleyiş farklarına dayanan küçük kollara, ülkenin çeşitli bölge ve şehirlerinin kelime söyleyişleri bakımından, birbirinden ayrı konuşmalarına verdiğimiz addır.

***

Birinci Söz'den örnekler:

"Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır..."

"Biz dahi başta ona başlarız."

Bu söz mana açısından, "her söze ve kitaba besmele ile başlanır amma besmele çekmek ne demektir" anlamındadır.

"Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin."

"Kabile reisini ismini almak" ne demektir?

Mana açısında; çöldeki her kabilenin/büyük ailenin yaşadığı, konakladığı, sahiplendiği geniş bir arazisi vardır. Bu yerlerden başkalarının izinsiz geçmesine veya buralara yerleşmesine müsaade edilmez. 

Nasıl yani?

Mesela; insan şehirler ve ülkelere, seyahat ve izin belgesiyle girip gezebilir.

Ayrıca kişiye ait bir mülkte/ bahçede gezmek ve konaklamak için malikten izin almak mecburidir.

"Demek her bir ağaç, Bismillah der. Hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor."

Anlam yönünde açıklaması nasıl olabilir?

Tabla, Fransızca table veya İtalyanca tabella, "masa, tezgâh, sofra" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince aynı anlama gelen "tabula" sözcüğünden dönüşmüştür ve "sayfa" manasına da gelir.

Mesela, "tabula rasa" beyaz sayfa demek.

Ayrıca Arapça levha kelimesi de Türkçe'de "tabela, tabla, tablo" anlamına gelir.

Arapça lwḥ kökünden gelen lawḥ veya lawḥat لوح/لوحة "tabela, pano, tabla, tablo" sözcüğünden dönüşmüştür.

"Her bir bostan, Bismillah der. Matbaha-i kudretten bir kazan olur ki."

Bu kelamın açıklaması şöyle olabilir;

Arapça tabh “pişirmek”ten, matbah, mutbah, mutfaka dönüşmüştür.

Mutfak ise yemek pişirilen yer olarak Türkçe'ye geçmiş.

"Tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor."

Bu cümlenin açıklanışı şöyle olabilir: Bu cümleden önce verilen kavurucu sıcakta yeşil kalan yapraklar, kökler vb. örnekler; adeta tabiata tanrı diyenin ağzına tokat atar.

İslâm düşünce tarihinde ise tabiatçı/naturalizm/her şeyi doğa yapıyor diyen filozoflar ismine en layık âlim Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî diyebiliriz. (9.10 yy.)

Yaşadığı dönemin hoşgörü ortamında eski Yunan felsefesinden etkilenerek; deist dünya görüşünü temellendirmeye çalışan filozof, hakikate ulaşmada dine ve bir peygamberin rehberliğine ihtiyaç olmadığını iddia ettiği için gerek çağdaşları gerekse sonraki filozof ve kelâmcılar tarafından eleştirilmiş, mülhidlik zındıklık/ tabiatperestlik naturalistlikle damgalanmıştır.

"Biz dahi Bismillah demeliyiz. Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız."

Nam, kelime ve terim olarak ne anlama gelmektedir? Nam, Farsça'dan Türkçe'mize geçmiştir. TDK'ye göre nam kelimesinin anlamı şu şekildedir: Ad, lakap, ün ünvan şan şöhret.

Mesela, "Çemberlitaş'ta bir kahvede sizin namınıza bir mektup varmış."

"Hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise..."

"Ey nefis, böyle ebleh olmamak istersen Allah namına ver."

Mana karşılığı: Arapça belāhet “ﺑﻼﻫﺖ ahmak" olmaktan aklı kıt, ahmak, alık, bön (kimse).

Mesela; Medenîleştikçe müslümanlıktan çıktığımızı tabiî ve hoş gören eblehler, uzağa değil Balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler (Yahyâ Kemal).

Bu câhil, bu ebleh kafa nerede bir cenâze görse şakacıktan selâma durur (Rauf Tamer).

"Allah namına işle. Vesselâm."

Vesselam hem Sözler'de hem de edebiyatçıların dilinde mecazi anlamda/deyim olarak da kullanılır.

Arapça, harf-i târif el- > es selam- ﻭﺍﻟﺴّﻼﻡ “selâmet, kurtuluş” ile ve’s-selam."

"İşte o kadar, son söz bu” anlamında sözü kısa kesmek için kullanılır.

Mesela; "Öğüt verdik tutmadı, para verdik savurdu, adam olmadı vesselam!"

Âlemin nizâmı hep halkın haddini aşmamasıyle mümkündür vesselâm (Kâtip Çelebi’den).

Ayşe Ebe hiçbir yerde yok vesselâm (Ahmed Midhat Efendi).

Karışık bir iş vesselâm (Orhan V. Kanık).

Mektup sonlarına selâm sözü olarak yazılırdı.

(Vesselam, Osmanlıca’da konuşmanın ve cümlenin bitiminde kullanılan bir sözcüktür.
Kelime anlamı ile “işte bu kadar” ve “artık bitti” anlamına çıkmaktadır. Vesselam sözcüğünün Osmanlı döneminde mektup sonlarına da eklendiği bilinmektedir.)

Son söz; bu basit giriş çalışması edebiyatçı olmayan birinin çabası.

İki, Yeni Lügat gibi, tüm Sözler taranarak böyle çalışma tüm nurcuları, özellikle edebiyatçılarını bekliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum