Ülfet hastalığı

Ülfet, hakikati örten en kalın ve kesif bir perde, bir hicap. Mananın üzerine çullanan ve onu nazarlardan saklayan bir musibet… Bakar körlük… Bakan görmez ya da gören bakmaz… Alışma, alışkanlık kazanma ve bunun sonucunda alıştığı ve alışkanlık kazandığı şeyi görmez bir hale gelme… Varken yok etme… Silme. Sıfırlama.

Ülfetin mayasında sathi nazar (yüzeysel bakış) vardır. Bakar ama baktığı şeyi görmez. Onun inceliklerine, güzelliklerine, ihtişamına nüfuz edemez. Yüzeyde kalır, satıhta kalır.

Nazar-ı sathi zülumatlıdır” diyor üstadımız. Manayı hem örter, hem gizler hem de silikleştirir. Nazlı ve cilvegir olan mananın böylesi bir bakış tarzına asla tahammülü yok.

Arif insanın dünyası ülfete kapalıdır. Ülfet, vuramaz onu, uğrayamaz yamacına. Çünkü anlamlı bir teyakkuz hali içinde yaşarlar genellikle.  Bir nevi huzur-u daimi içinde.

Ülfetin türleri vardır: görsel ülfet, ilmi ülfet, ameli ülfet…

Görsel ülfet, kainatta sergilenen nice antika ve mu’ciz eserlere karşı ilgisizlik ve lakaytlık hali. İnek, sinek, böcek, kelebek, arı, karınca, çiçekler, ağaçlar, yapraklar, dallar, sema, bulut, yağmur… Bunlar hakikatte ibretle, hikmetle ve fikretle okunmayı bekleyen birer mısra, şiir ve kaside. Kur’an, bu görsel ülfeti kırmak için defaatle şöyle der:

Göğe, bakmaz mısınız, onu nasıl bina etmişiz, hiçbir çatlağı, yırtığı yok

Deveye bakmaz mısınız, onu nasıl sanatlı, vezinli bir şekilde yaratmışız

İlginçtir, o dönem insanlarının en fazla içli dışlı olduğu, ünsiyet ettiği ve baka baka artık bakmaz bir hale geldiği iki şey: İbil (deve) ve geceleyin birer kandil tanesi gibi parlayan ve parıldayan muhteşem yıldızlar.

İşte Kuran-ı Kerim onların en fazla ülfet ettikleri şeyleri nazara veriyor, ülfeti yırtmak için bakmaz mısınız, görmez misiniz, diyor. Halbuki en fazla baktıkları, gördükleri şeyler onlar.

İlmi ülfet: bu tür bilenler (alimler) için geçerli umumiyetle. Bunun da en büyük vartası “ülfeti ilim telakki etmektir.” (Mesnevi) Ve insanı fikri dalalet (düşünsel sapma) gibi uçurumlara sürükleyen tehlikelerin başında gelir.

Biliyormuş gibi yapmak. Satırlardan geçip sadırlara doğru inememek. Satırların arkasında gizlenen ve ehli için göz kırpan manaya karşı duyarsızlık. Manayı dondurmak veya sabitlemek.

Ey iman edenler, iman edin”(ayet-i kerime)

Bilirsiniz ve biliniz”(İhlas risalesi)

İman ediyoruz ama imanımızın üstümüzdeki elbise gibi her gün yıprandığının farkında değiliz. Biliyoruz ama bu bildiğimiz şeyleri unutuyoruz. Bu meyanda ülfet gaflete götürür zaten ülfet ile gaflet kardeşler.

Üstadımız, bir mektubunda, münacat risalesi için onu “ülfeti yırtarak okudum ve bütün bütün harika buldum” diyor. Ülfeti yırtarak okuma sanki ilk defa okuyormuş veya görüyormuş hissini verir ve istifadeyi hem kolaylaştırır hem de derinleştirir.

Ülfet içinde yapılan bütün okumalar, yazmalar ve bilmekler ya da ülfet perdesi ardında saklı duran bütün okumalar, yazmalar ve bilmekler, zahirde ilim gibi görünürse de gerçekte onlar ilim değil cehildir.

Ameli ülfet: İbadetlere karşı gösterilen ülfet. O ibadetleri tekrarın verdiği gevşemeyle zamanla birer ritüelveya rutin haline getirme. İçini boşaltma, bir tür içeriksizleştirme. İbadetlerde huşu ancak ülfeti yırtmakla olur. Daha doğrusu parçalamakla. Bir de en büyük vaiz olan ölüme karşı ülfet. Mezar taşlarına ve tabutlara karşı bir duyarsızlık. Ölümü unutmak veya önemsememek. Bütün bunlar ülfet belasının acı sonuçları.

Genelde Kuran-ı kerim, hadisi şerifleri, mazimizdeki irfani eserleri, özelde ise Nur külliyatını ülfete kurban etmemek ve dolayısıyla ülfetin kurbanı olmamak. Tüm mesele bu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum