Şükre dair

Şükür bir farkındalıktır. Nimetin nimet olduğunu fark etmek ve nimetin kaynağının inam fiili olduğunu fark etmek ve fiilin failinin Mün’im olduğunu fark etmek. Ve nihayet Mün’im olan Zat’ın bütün isimleri ile müsemma, bütün sıfatları ile mevsuf olduğunu fark etmek. Demek şükür öyle bir anahtarıdır ki Allah’ın sıfatlarına kadar uzanacak bir tefekkürün yolunu açıyor.

Çok kapıları olan tefekkür sarayının belki açılması en kolay kapısıdır şükür.

İman bir intisap ise şükür de o intisabın tezahür yollarından biridir. İnsanın kendisini Allah’a nisbet etmesinin en kolay yolu, kendisine verilen nimetler üzerinden gerçekleşir. Mesela kendisine verilen göz ve görmek nimetinin in’am fiilinden geldiğini ve Basir ismine ait bir nakış olduğunu bu ismin perdesinde de Basar sıfatının kendini gösterdiğini görmek.

Göz ve görmek nimetleri üzerinden giderek şükrün ne kadar mertebeleri bulunduğunu irdelemeye çalışalım. Evvela göz ile görmek iki ayrı nimettir. İktiran tabir edilen şekilde, ikisi beraber gönderilmiştir. Sebep olan göz ile müsebbeb olan görmek arasında o kadar geniş bir mesafe vardır ki o mesafeden Basir ismi tulu eder. Bu farkındalığın da bir nevi şükür olduğunu söyleyebiliriz.

Göz ve görmenin şükrünü eda etmek için evvela bunun nimet olduğunu fark etmek gerek, sonra bu nimete ihtiyacımı hissetmek ve bunun doğrudan doğruya Allah’tan geldiğini bilmek sonra bu nimetin kıymetini taktir etmek. Şimdi bunlara sırasıyla kısaca bakalım. Nimeti nimet bilmek bize verildiğini idrak etmekle oluyor. Gözümüz doğduğumuzdan beri bizimle beraber olduğu ve yokluğunu yaşamadığımız için ülfet ile bunun ne büyük nimet olduğunu fark etmekte zorlanabiliyoruz. Ancak bir ama görünce belki düşünüyoruz. Halbuki gözümüzü bir dükkandan satın almadık, kendimiz de yapmadık ve hak edecek bir şey yapmadığımız halde bize verildi. Göze ve görmeye olan ihtiyacımızı fark etmek de ancak bir ülfet perdesinin yırtılması için göstereceğimiz çaba ile mümkün olabilir. Esasen bu ihtiyaç kainatı temaşa etmekten, Allah’ı isim ve sıfatları ile tanıma ihtiyacımıza kadar uzanıyor. Sıra kıymetini bilmeye geldi ki bu kıymet baharı temaşa etmekten Allah’ı Basir ismi ve Basar sıfatı ile tanımamıza kadar uzanıyor. Allah bizi gören olarak yaratmış ki bu vasıta ile Allah’ı her şeyi gören bir Zat olarak bilelim. Ve bunu ilen edip gösterelim.

Maddi ve manevi her bir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmek demek olan “şükr-ü örfî” cihetinden bakacak olursak. Göz ve görmenin şükrünü yerine getirmek; Allah’ın bak dediği şeylere bakıp, bakma dediği şeylere bakmamakla gerçekleşiyor.

Allah Kur’an’da pek çok şeye bakmamızı emretmiş, göğün yaldızlı yüzü, Allah’ın Rahmet eserleri, yediklerimiz, devenin hurma ve üzümün yaratılışı, kendi yaratılışımız bunlardan sadece bazıları. Peygamberimizin de geceleri gökyüzünü uzun uzun temaşa ettiğini biliyoruz. Yani Allah yarattıklarına ve kendimize bakmamızı emrediyor. Bir de bakmayın dedikleri var. Kadınların ve erkeklerin gözlerini haramdan sakınmalarını emrediyor mesela. Eğer göz vazifesini yapıp bak denilenlere bakarsa adeta kainat bahçesinde her mevcuttan bir çiçek gibi öz toplayıp imanlı ballar yapan bir alet olabiliyor.

Göz ve görmek hakkında bizi şükre sevk edecek bir başka mesele de bunların bize emanet olarak verildiğini bilmemizdir. Zira bize ait olmayan bir şeyi dilediğimizce kullanamayacağımızı bilir ve emanet edenin isteğine uygun kullanırız. Hele ki bu verenin rızası doğrultusunda kullanmak göz ve görmenin semerelerini bize mâl edecekse daha bir şevk ve gayretle rıza dairesinde kalmaya çalışırız.

İşte göz bize ait olmadığı halde onun vasıtası ile okuduğumuz Kur’an ve kainattaki tefekkürümüz bizim amel defterimize yazılmaktadır. Görmekten gelen lezzet de yanımıza kar kalır.

Gözün şükrünü eda etmek hem bize azim sevap kazandırmakta hem de lezzetimizi arttırmaktadır. Göz ve görmek  üzerinden yapacağımız tefekkür ise bize Basir-i Mutlak olarak Allah’ı tanıttırıyor. Mü’mün şuur ile okuduktan sonra bir de okutturuyor. Başında göz taşıyan her şuurlu insan Rabbini Basir ismi ve Basar sıfatı ile tanıttırmakta ve dellallık etmektedir. Böylelikle kemal sıfatların izhar edilmesi olan hamd gerçekleşmiş olur. Elbette bunun tahakkuku için ruhumuza emanet bırakılan numunelerin kendi alemlerine açılması gerekir. Yine göz üzerinden gidersek, bize emanet olarak verilen göz ile görkmek, şükr-ü örfiyi ifa ve şeriata imtisal ile kendi alemine yani mubsırat alemine açılınca mubsırat alemine tecelli eden Basar sıfatı ile. Mubsırataleminden tezahür eden Basir ismine bir mir’at ve bir ayine olur. Böylelikle kendi alemine açılan, kendi alemi ile adeta ittisal eden bu aza o alem yerine geçebilir ve geçer. Böylece göz ve görmek nimetine mazhar bir mü’minmubsırataleminin okutturduğu manaları okutur. İşte tüm cihazlar, maddi ve manevi uzuvlar için bu iş tahakkuk ettiğinde mü’min insan hakiki insan olur ve kainat hükmündedir. Artık Allah onun gören gözü ,işiten kulağı, tutan eli olmuştur. Çünkü onun herbir uzvu kendi alemine açılmış ve o alemlerin dellallığını yapmaya başlamıştır.

İnsan olan insan kendini okumayı başarır kime ait olduğunu, nereden geldiğini ve buradaki işinin ne olduğunu anlamaya gayret ederse hakiki insan olabilir ki bunun belki ilk adımı şükürdür. Yani kendisine ne verildiğini, ne için verildiğini, kim tarafından verildiğini ve veriliş gayesine uygun kullanılırsa neyin tahakkuk edeceğini ve bu gerçekleşen gayenin kime ait olduğunu anlamak ve bununla Allah’a ait ulvi gayelere hizmet etmek. Kalbin göz bebeğinde aksin nurunu yerleştirmek ve bununla kendinden geçmek, eneyi yırtıp hüveyi göstermek. Aidiyetine şuur kazanıp bu aidiyet ile yaşamak ve bu aidiyeti ile kainatın Allah’a ait olduğuna güzel, nazlı, nazenin bir ilancı olmak.

İnsan için en büyük nimet Allah’ın varlığıdır. Bunun şükrünü ise insan ancak Esmayı algılayabilecek manevi cihazat mizanlarının çalışması ile eda edebilir. Şu asrın debdebesinde aklımızı bile kullanmakta sıkıntı yaşarken Esmaya açılacak cihazlarımızın çalışması müşkül görünmektedir. Fakat dahil olduğumuz şahs-ı manevide Allah’a şükür ki Risale okurken Allah’ın huzur-u lâmekanisineçıkan zatlar vardır. Öyle ise bu fevkalade kaliteli, keyfiyetli şahs-ı maneviye dahil olmak için gayret etmek, en azından gücüm yettiğince Risale-i Nur’a sadakat dairesinde hizmet etmekle mükellef kendimi bilmek ile bu harika cihazlarımı işlettirememekten gelen yaralarımı ve sıkıntılarımı şahs-ı manevi içinde Allah’ın taktir ettiği vazifemi yerine getirmekle hafifletebilirim.

Rasale-i Nur’un şükrü ona hizmet etmekle, hem de sadakat ve ihlas ve takva ve içtinab-ı kebair ile O’na hizmetle mümkün olabilir.

Üzerimizde kazaya kalan şükürle de dahil olmak üzere şükür vazifemizi yerine getirebilmemizi diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum