Söz’ün ‘Uçurum’unda esmerliğime bakma!

Söz’ün ‘Uçurum’unda esmerliğime bakma!

Mustafa ORAL'ın yazısı...

İnsanın insan olma halini gerçekleştiren en büyük unsur şüphesiz sanattır.  Sanat çok katmanlı yaratılan insanı bütün olarak kapsayan ve onu ifade eden yegane unsurdur. Hegel’e göre sanatın zirvesinde müzik durur. Sonra şiir ve öykü gelir. İnsan kainatın bir özeti ve kainatta da ilahi bir ahenk olduğundan hikmetle hareket eden insanın her anında, her halinde, bu ahenk değişik boyutları ile bulunur. İnsana düşen sanatın türlerinden birini veya birkaçını içselleştirerek kainattaki hikmet ve ahenge uygun şekilde kendini gerçekleştirmesidir.

İnsan kendini en güzel şekilde müzikle veya müziğin içinde sindirildiği edebi türler ile dillendirir. Şiir edebi ürünler içinde müziğin en belirleyici olduğu türdür. Şiirdeki müzik şiirsellikle ölçülür. Bu bağlamda bir edebi eserin gücü şiirselliğin onda ne kadar hükmettiği ile doğru orantılıdır.

Şiirsellikte belirleyici olan asıl unsur temadır. Bazı şairler içlerinde engin bir kainat taşırlar. Bunun sonucu olarak geniş bir ilgi alanına, dolayısıyla yüksek bir tema zenginliğine sahiptirler. Edebiyatta türü belirleyen en önemli unsur tema olduğundan temaya göre şairler öykü, roman, deneme gibi edebi türlerde ürün verirler. Şair eline aldığı ağacı/konuyu yonta yonta ona değişik şekiller verir. Ağacın özü şiirdir. Öze ulaşan şiire ulaşır. Şair öze ulaşıncaya kadar şiir olmayacak dalları, budakları bir kenara koyar. Onları daha sonra tekrar ele alarak tekrar yontmaya başlar. Sonuçta o dallardan, budaklardan öyküler, romanlar, denemeler ortaya çıkar.

Mustafa Uçurum yukarıda belirttiğimiz türden geniş bir ilgi alanına sahip bir yazar. Uçurum edebiyat yolculuğuna şiirle başladı. Bununla beraber dergilerde öykü ve denemeler de yayımladı. Bir süre önce “Tenhalayın Kalbimi”  isimli bir kitap yayımladı.  Son olarak Sütun Yayınlarından çıkan “Esmerliğime Bakma” adlı denemeleriyle okurunun karşısına çıktı.

Kapakta kitabın  türü “deneme” olarak belirtilmiş olmasına rağmen, metinlerde güçlü bir şiirsellik ve öyküleme göze çarpıyor.  Bazen deneme adı altında çok sesli bir şiirsel metinle karşılaşıyoruz, bazen de bir öykü ile. Tabir yerinde ise deneme yontulmuş yontulmuş öykü olmuş, öykü yontulmuş yontulmuş şiir olmuş.

Kitap değişik ruh hallerinin izlerini taşıyan otuz beş denemeden oluşuyor. Yazar içinde met-cezirler yaşayıp duruyor. Bazen cemal merkezli bir dil ile okuyucusuna selam veriyor, bazen celal merkezli bir dil ile haykırıyor. Bazen de cemalin ve celalin dengede olduğu bir ruh hali ile okuyucuya sesleniyor. Bazen kalb ağır basıyor, kendini dalga dalga çağrışımlara bırakıyor. Bazen akıl devreye giriyor, sorular sorulup duruyor. Bazen akıl kalbin içine yerleşiyor, orada celal ile göveriyor; bazen kalp aklın içine yerleşiyor, orada kendini, cemalini gösteriyor. Konu aşk, ayrılık, yağmur, bahar olunca Mustafa Uçurum Yahya Kemal gibi cemalin aynasında görünüyor. Söz Ortadoğu’dan, İslam coğrafyasından, müminin yalnızlığından ve hor görünmüşlüğünden açılınca aynayı kırıyor, Sezai Karakoç gibi kendini zamanın sesine bırakıyor.

“Esmerliğime Bakma” için içinden şehirler ve isimler geçen kitap diyebiliriz. Uçurum sık sık çocukluğunun geçtiği Adapazarı’na, ona ruh veren Sakarya Nehrine, üniversiteyi okuduğu Sivas’a, askerliğini yaptığı Ankara’ya, şair dostlarının memleketi Maraş’a ve nihayet doğduğu ve doyduğu  şehir Tokat’a atıflarda bulunuyor, mekanının menzillerinde zamansal bir yolculuğa çıkıyor. Öte yandan bu şehirlere, mekanlara yazarlardan, şairlerden yani isimlerden yeni mekanlar, coğrafyalar, şehirler ekliyor. Orada Hüseyin Atlansoy Kafkasya’dan göç eden bir menzil, Gökhan Özcan göl ortasında bir ada, Selçuk Küpçük Karadeniz’e açılan bir körfez, Recep Şükrü Güngör bağlarla çevrili bir bozkır kasabası, İlhami Çiçek kocaman bir mezaristan, Mustafa İslamoğlu topyekun İslam coğrafyası oluyor.

Uçurum’da aşk gizli özne, gerçek şehir/tümleç, asıl kip/zaman.  İnsanın içinde aşk gibi binden fazla güçlü duygu var ve günümüz insanı bunların bir çoğuna tenezzül etmiyor. Modern zamanların insanı akıl karışıklığından ziyade his karışıklığı yaşadığı için üzerine sirayet eden duygunun ne kadarının “aşk” olarak tanımlanabileceğini kestiremiyor. Onun için karşı cinse olan her türlü etkilenmeyi ilk elden aşk ile açıklıyor. Uçurum bu ayrımın farkına vararak bilgece konuşuyor. Aşkın karşı cinsler arasındaki kuvvete dayalı bir etkileşim değil bir bütün olarak kainatta bulunan ve insanı kainatla ve yaratıcı ile iletişim halinde bulunmaya sevk eden en güçlü bir amil olduğuna işaret ettikten sonra aşkın bir kudret olduğunu ve insanı yönelttiğini ve yönettiğini hatırlatıyor. Bunun izlerini “Aşk Nedir Bilmeden”, “Aşk Bir Kudretmiş” ve “Eksik Yanı Kalmasın Aşkın” gibi yazılarda bulmak mümkün.

Uçurum’da çocuk ve anne bir birine açılan odalar gibi. Biri diğerine pencere, öbürüsü karşısındakine balkon oluyor bazen. Yazar edebiyatevinin odaları olan şiir, öykü ve deneme arasında dolaşıp durduğu gibi anne ile çocuk arasında da gidip geliyor. İşin içine anne sütünün saflığı, çocuğun günahsızlığı girince kabr-i kalbten çıplak çıkan sözler şeffaf elbiseler giyiyor. Ses sureti yırtıyor, kendini ortaya koyuyor.

Zeyl: Mustafa Uçurum şiir, hikaye derken bu sefer deneme ile okurunun karşısına çıktı. Yazar bizi bu kitabında sözün “Uçurum’una çağırıyor. Zira meydanda olup bitenler en güzel uçurumdan görülüyor, uçurtmalar en çok uçurumlarda dalgalanıyor. O halde biz de “Bir uçurtmanın ipine takıp umutları, bir ırmak serinliğini alarak yanımıza, uçsuz bucaksız denizlere açılmak için sonsuz bir davet sunan bu yazıları” okuyalım. Okuyalım ki “Ortadoğu ne kadar bizim, bütün insanlar nasıl büyük kardeş, aşk ne kadar da bize yakışıyor” görelim.