‘Sahteleştirme’ ile sadeleştirme arasında

Bu “sahteleştirme” tabirinin patenti kime ait bilmiyorum ama tam münasip düşmüş. Bunun  üzerine çok şey yazıldı, çizildi, söylendi. Söylenmedik, yazılmadık, çizilmedik şey kalmadı ama bütün bunlara rağmen bu teşebbüs daha doğrusu cürm-ü azim bütün merareti ve şetaretiyle devam ediyor. Risale-i Nur’un manevi hukukunu muhafaza etmenin ona gönül vermiş bütün dost/kardeş/talebe herkesin birincil ve hayati bir vazifesi olduğunu söylemeye hacet yok. Görünürde adı sadeleştirme fakat hakikatte “sahteleştirme” olan o meş’um teşebbüsün belki bizatihi kendisi değil, Risale-i Nur ve Hz. Üstad’ın manevi hukukunu rencide ettiği, ayaklar altına aldığı için Nur’a gönül vermiş olan herkesin açıkça kınaması, kerih görmesi, tel’in etmesi boynunun borcu.

Batılı bir düşünürün şöyle ölümsüz bir sözü vardır: “Her tercüme bir katl, her mütercim de bir katildir.” Aynı mealde aşinası olanların lisanında şöyle bir deyim dolaşır: “Traduttore traditore.” (hain mütercim) Zira tercümenin de mütercimin de müellif ve onun eserinin manevi hukukunu çiğneme tehlikesi her an mukadderdir. Bu ince, nazik ve narin ölçüyü muhafaza edebilen mütercim sayısı bir elin parmakları kadar nadir. Bir mütercimde aranan vazgeçilmez vasıfların başında “ehliyet” ve “liyakat” gelir. Batı dünyasında mütercimlik en az yazarlık kadar önemli bir meslek. Hatta bazı zaman eserin geniş okuyucu kitlesine arızasız bir şekilde ulaşması açısından mütercimler müelliflerden daha ziyade önem kazanırlar, ön plana çıkarlar.

Kimi zaman bir “dünya klasiği” naehil bir çevirmenin elinde paçavraya dönüşür. Yakın tarihimiz doğudan ve batıdan yapılan bu tercüme faciaları ile dolu. “Bir Mabed Bekçisi”  Cemil Meriç merhumun bu ibretlik tercüme facialarına karşı yapmış olduğu muhteşem kalem muharebeleri konuya aşinası olan herkesin malumu. Bekçi mabede bezirganların girmesine izin vermez. Onun görevi “mabedi bezirganlardan temizlemek… bezirganlardan, dilencilerden ve kalem haydutlarından.” Günümüzde “tercüme mabedi” bezirganlardan geçilmiyor, her şey onların elinde. Yazık ki Meriç usta gibi hassas ve namuslu bekçilerimiz de kalmadı artık.

Mütercim, iki dildeki kelimelerin şecerelerini, estetiğini, diyalektiğini ve dahi musikisini en az müellif kadar bilecek, onlara aşina olacak. Çünkü dil her şeyden önce musikidir, “her kelime bir kelimeler dünyasının anahtarıdır, zihnin bu esrarlı meyvesini asırlar besler, asırlar olgunlaştırır.” İş bununla da bitmiyor, bunlardan çok daha ehemmiyetli bir husus çoğu zaman metnin arkasında saklı duran müellifin kastını, muradını engin bir kavrayışla ortaya çıkarabilmek ve buna uygun kelime libaslarıyla o nazenin manayı ifade edebilmek. Sadece metne sadakat bazı zaman müellifin muradının tam tersi garip manaların türetilmesine sebep olabilir. Buna en güzel örnek yakın zamanlara kadar artık bir “furya” halini almış olan seviyesiz ve utanılası Kur’an tercümeleri.

Risale-i Nurları “sahteleştirme” işini uhdesine alan iki tufeyli yukarıda bahsi geçen, bir mütercimde bulunması hayati olan vasıfları, taşıyor mu acaba? Risale-i Nurlar’ın kavram dünyasına, onların delalet ettiği remzi, imai, işari ve telmihi nüktelere, anlam haritasına, üzerine inşa edildiği irfan hazinesine ve muhterem müellifin ilmi karihasına,  ne ölçüde vakıflar? Ortaya koydukları zavallı ve sefil tercüme müsveddeleri bu sorular için kafi ölçüde bir cevaptır. O zavallı tercümeden sadece bir örnek: “İnsanları canlandıran emeldir, öldüren ümitsizliktir.” Bu sahtesi, şimdi orijinalini okuyalım: “İnsanları canlandıran emeldir, öldüren ye’stir.” Bu kısa vecizede tercüme edilen kısım “ye’s” kelimesi, peki ya “emel” neden tercüme edilmemiş, orası meçhul. “Emel”i bilen “ye’s”i neden bilmesin? Görüyorsunuz işte her şey bu kadar özensiz, ciddiyetsiz, rezil. Anlaşılan Bediüzzaman gibi büyük alimlerden yalnız dinimizi değil, dilimizi de öğrenmek zorundayız.

Bütün kusurlarına rağmen bir asaleti, bir mazisi, bir geleneği vardır tercümenin ama bu sahteleştirme marazı böyle sevimli bir meziyetten bile mahrumdur. Tercüme, her şeyden önce asli bir ihtiyaçtan sudur eder, burada ise her şey kelimenin en sahih anlamıyla yapay. O “sarı kitaplara” bakınca Süleymaniye tahrip edilmiş, enkazından sefil bir gecekondu kurulmuş gibi. Risalelerle alakası olmayan tatsız, zevksiz ve garabetler ile dolu bir karalama hepsi. Ve çok tuhaftır! bu işin mimari olan sayın Gülen, kendi eseri “Kalbin Zümrüt Tepeleri”nin sevenleri tarafından sadeleştirilmesine gönlü razı olmadığı için izin vermiyor halbuki bu eserde kullanılan Osmanlıca risalelere kıyasla çok daha ağır, ağdalı, kesif ve hantal. Risaleye göre Çince dense yeridir.

Nasıl ki asıl adı “sahteleştirme” olan bu meş’um teşebbüse karşı çıkmak, karşı durmak onu kınamak, Risale-i Nur’un manevi hukukunu korumak adına bütün nur talebelerinin görevidir ve bu husus hayati derecede elzemdir. Aynen bu “sahteleştirme” kadar bekli de bir ölçüde ondan daha fena olan Risale-i Nur’a ve şakirtlerine malum bazı zevattan gelen “kuru iftira” denebilecek teşebbüslere karşı da aynı azim, kararlılık ve metanetle karşı çıkmak, onları kınamak, tel’in etmek bir vecibedir. Risale-i Nur’a gönül verdiği kuşku götürmeyen,  kalem erbabı bazı gözde simaların bu husus muvacehesinde tedirgin, çekingen ve ürkek tavırlar içerisinde olması hayli üzücü.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
27 Yorum