
Prof. Dr. Şadi EREN
Sabit Hakikatler
Hayatımızda nice değişkenlere sahibiz. Mesela mevsimlere göre yiyeceklerimiz ve yiyeceklerimiz değişir. Bununla birlikte hayatımızın değişmez prensiplere ve sabit esaslara da ihtiyacı vardır. Sözgelimi ekmek gibi temel gıda bütün mevsimlerde vazgeçilmez bir esastır. Bediüzzaman bu bağlamda şöyle der:
“Hem de meşveret-i efkârın mehasinindendir ki: Makâsıd ve mesâlik, bürhan-ı kâtı’ üzerine teessüs ve her kemâle mümid olan hakk-ı sabitle hakâiki rapteylemesidir. Bunun neticesi: Batıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz.”[1]
Yani fikirlerin birbiriyle meşveret etmelerinin, ortak akılla düşünmenin güzelliklerinden biri, maksatlar ve mesleklerin kat’i delil üzerine kurulması ve her türlü mükemmelliğe medet veren sabit hak ile hakikatlerin birbirine rabtedilmesidir. Bunun sonucu olarak artık batıl hak suretini giymekle fikirleri aldatamaz.
Bediüzzaman üstteki ifadelerinde sabit hak ve hakikatlerin her kemale medet verdiğine de dikkat çeker. Onun bu tesbiti Mevlâna’nın meşhur “pergel misalini” hatıra getirir. Mevlâna, şöyle demektedir:
“Biz bir pergel gibiyiz: Bir ayağımız şerîatte, diğer ayağımız da yetmiş iki milleti dolaşır.”[2]
Böyle sabiteler, ayağın yere sağlam basmasını sağlar. Bunlardan mahrum olanların dünyası ise çok karışıktır. Hakikatleri hayal, hayalleri hakikat olarak kabul edebilirler.
Bediüzzaman’ın şu ifadeleri, sabit hakikatlerin hayatı nasıl huzurlu kıldığını gayet güzel gösterir:
“Bu fakir Said, Eski Said'den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmarenin gururundan gayet müdhiş ve manevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyadan seraya, kâh seradan süreyyaya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.
İşte o zaman müşahede ettim ki: Sünnet-i Seniyenin mes'eleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenameli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-ı ruhiyede çok tazyikat altında gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyenin o vaziyete temas eden mes'elelerine ittiba ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum. Bir teslimiyetle tereddütlerden ve vesveselerden, yani "Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?" diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam; yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir halet hissediyordum.”[3]
Mesela günlük hayatta faizin hemen her alanı kuşattığını gören biri “Acaba faiz ekonominin olmazsa olmazı mıdır?” diye düşünebilir. Ama Kur'an âyetlerini okuduğunda onun haram olduğunu görecektir ve bir kısım acabalardan, tereddütlerden kurtulacaktır.[4]
BATILIN HAK SURETİNİ GİYMESİ
Kurdun kuzu postuna bürünmesi misali bazan batıl bir şey hak suretinde görülebilir. Cenab-ı Hak İsrailoğullarının şahsında bütün insanlara şu uyarıda bulunur: “Hakkı batıla karıştırmayın.”[5]
Mesela İslâm dini barışı esas alır. Gerçi savaşa da yer vardır, ama bu Beydavî’nin de işaret ettiği gibi, "âhiru’d-deva"dır, yani son çaredir.[6] Böyle bir dini tümüyle bir “savaş dini” olarak göstermek ise, batıla hak sureti giydirmek olur.
İşte dinin sabit hakikatlerini bilmek insanları böyle yanılgılardan ve yanlış değerlendirmeler yapmaktan kurtaracaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.