Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Hz. Peygamberin (asm) İçtihat Yönü

Hz. Peygamberin hem risalet yönü hem de beşeriyet yönü vardır. Bediüzzaman bunu şöyle ifade eder:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hem beşerdir, beşeriyet itibariyle beşer gibi muamele eder; hem Resuldür, risalet itibariyle Cenab-ı Hakk'ın tercümanıdır, elçisidir.”[1]

Risalet yönüyle "O kendi hevâsından konuşmaz. (Size okuduğu Kur'an), ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.” ayetinin mazharıdır.[2] Beşeriyet yönüyle ise, içtihatla mükelleftir. Mesela Bedir esirlerine ne yapılacağı hususunda vahiy gelmeyince Hz. Peygamber fidye karşılığı onları serbest bırakmak içtihadında bulunmuş, daha sonra gelen vahiy O'nun içtihadını iptal etmemekle beraber şu hükmü bildirmiştir:

"Bir peygamber için yeryüzünde hükümran olmadıkça esirleri bulunması doğru değildir. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Hâlbuki Allah, ahireti diliyor, Allah Azîz'dir, Hakîmdir. Şayet Allah’tan (ezelde verilmiş) bir hüküm olmasaydı aldığınız şeyler sebebiyle size mutlaka büyük bir azap dokunurdu."[3]

Bu örnekte görüldüğü gibi, peygamber içtihadında isabet etmezse İlahi vahiyle düzeltilmektedir. Başkaları için ise böyle bir teminat söz konusu değildir.

Bediüzzaman, vahyi “sarih ve zımnî vahiy” olmak üzere iki kısımda ele alır. Mesela Kur'anın vahyedilmesi sarih vahiydir. Bunda Hz. Peygamberin hiçbir müdahalesi yoktur, Ona düşen gelen vahyi tebliğ etmektir. Zımnî vahiyde ise, bildirilenlerin tafsilatı ve tasviratı, Hz. Peygambere aittir. O, bunu tafsil ve tasvir ederken, ya ilhama veya vahye dayanıp beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Kendi feraseti ve içtihadıyla yaptığı tafsil ve tasvirde ise, ya ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf, âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre beşeriyeti noktasında beyan eder.[4]

SAHABEDEN İÇTİHAD ÖRNEKLERİ

Sahabe, Hz. Peygamber devrinde Onu görerek iman edenlere verilen isimdir. Usta ne derece mahirse çırağını da ona göre yetiştirir. Öğretmen ne derece seviyeliyse, öğrencisini de seviyeli kılar. Onun gibi, en büyük peygamberin muhatabı olan sahabiler, elbette diğer insanlara göre daha seçkin ve artı meziyetlerle dopdolu hale gelmişlerdir. Bediüzzaman, “Bazılara bir an, bir senedir” başlığı altında buna şöyle dikkat çeker:

“Fıtratların bir kısmı birdenbire parlıyor.

Bir kısmı tedricîdir, şey'en şey'en kalkıyor.

Tabiat-ı insanî ikisine de benziyor.

Şeraite bakıyor; ona göre değişir.

Bazan tedricî gider, bazan dahi oluyor,

Barut gibi zulmanî, birdenbire fışkırıyor, nuranî bir nar olur.

Bazı olur bir nazar, fahmi elmas ediyor.

Bazı olur bir temas, taşı iksir ediyor.

Bir nazar-ı peygamber, birdenbire kalbeder;

Bir bedevi-i cahil, bir ârif-i münevver.

Eğer mizan istersen: İslâm'dan evvel Ömer, İslâm'dan sonra Ömer...

Birbiriyle kıyası: Bir çekirdek, bir şecer...

Def'aten verdi semer,

O nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber...

Ceziret-ül Arab'da, fahmolmuş fıtratları

Kalbetti elmaslara... birdenbire serâser...

Barut gibi ahlâkı parlattırdı, oldular birer nur-u münevver.”[5]

Şüphesiz sahabilerin hepsi aynı idrak ve ilim seviyesinde değillerdi. İçlerinde avamdan kimseler olduğu gibi, İbn Mesud ve İbn Ömer gibi ilimde temayüz edenler de vardı. Kimi fetva soruyor, kimi fetva veriyordu.

Misal olarak asr-ı saadetten iki içtihat örneğine şöyle bakabiliriz:

1-Sefere çıkan iki sahabi, namaz vakti geldiğinde su bulamayınca teyemmümle namazlarını kılarlar. Sonra vakit içinde su bulurlar. Biri namazı iade eder, yeniden kılar. Diğeri ise önceki kıldığını yeterli görür. Dönüşte durumlarını Rasulullaha sorarlar. Hz. Peygamber iade etmeyene "sünnete isabet ettin", diğerine de "sana iki defa ecir var" cevabını verir.[6]

2-Hz. Ömer halifeliği esnasında bir gün hutbede şöyle der: "Kadınların mehrinde aşırıya kaçmayın. Şayet fazla mehir vermek dünyada bir ikram veya Allah katında bir takva olsaydı, en fazla mehri Rasulullah verirdi. Hâlbuki hanımları veya kızları için on iki okkadan fazla mehir vermemiştir."

O esnada kadınlar mahfilinden bir kadın sesi yükselir: "Ey Ömer! Allah bize veriyor, sen ise mahrum bırakıyorsun. Allah, "Eğer bir zevceyi bırakıp ta başka bir zevce almak isterseniz, evvelkine yüklerle mehir vermiş de olsanız o verdiğinizden bir şey almayınız..." demiyor mu?"[7]

Bu müdellel söz üzerine Hz. Ömer "kadın isabet etti, Ömer yanıldı" der, mehir miktarında serbest olduklarını söyler.[8]

[1] Nursi, Mektubat, s. 93

[2] Necm, 3-4

[3] Enfal, 67-68

[4] Bkz. Nursi, Mektubat, s. 93

[5] Nursi, Sözler, s. 710-711

[6] İbn Kayyim, I, 106

[7] Nisa, 20

[8] Ebu Abdullah Kurtubi, el-Cami' li Ahkami'l-Kur'an, Daru'l- Kütübi'l- İlmiyye, Beyrut, 1993, V, 66

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum