Zeki KAMİLZÂDE
Rakıyla Kamer Genç'in mezarını da delebilirler mi?
NBA'de forma giyen milli seksekçimiz Alperen Şengün'ün 'rakı övgüsü' geçtiğimiz günlerde tartışma konusu oldu muhterem kârîlerim. "Rakı milli içkimizdir!" diyen Şengün arkasından ekledi: "Birbirimizi uzun süre görmediğimizde buraya gelir, rakı içer ve muhabbet ederiz." Tabii ki Şengün'ün özel hayatı bizi çok enterese etmiyor. Aynen. İsterlerse arkadaş buluşmalarında tiner bile çekebilirler. Fakat 'Milli içkimiz' deyince işler karışıyor. Zira, malumunuz, 'milli' demekle kastedilen ülkenin 'resmiyette hiç anılmayan' dini 'İslam.' Ve İslam dininde içki içmek büyük günahlardan birisi.
Öyle ya. Mustafa Kemal bile, 10 Nisan 1928'e kadar, 2. maddesi "Türkiye devletinin dini, din-i İslâm'dır!" yazan bir anayasayla yönetiyordu ülkeyi. Her ne kadar kendisi pek düşkün olsa da rakıya, ki ölüm nedeni 'siroz' tıbbın malumudur, anayasada Şengünvârî bir imâda bulunmuyordu. Yahut sildirdiği maddenin yerine şöyle yazdırmamıştı: "Türkiye devletinin resmi içkisi rakıdır!" Zira halk umumen müslümandı. Henüz Osmanî kodlarını yitirmemişti. Günahkârlar bile günahından utanarak günah işliyordu. Günahını halka dayatmaksa ancak az bir zındıkanın işiydi.
Lakin işler değişti. Evet. Türkiye'de, Mustafa Kemal'in mirasını omuzladığını söyleyen, hatta arasıra kılıçlarını da çekip "Mustafa Kemal'in askerleriyiz!" diye bağıran, sanat-sepet, entel-dantel, aydın-baydın bir tayfa ortaya çıktı ki, bunların alamet-i farikası, heykel hariç hiçbirşey üretememekten sonra, 'rakı içmek' oldu. (Bir de bu sıralar uyuşturucu operasyonlarında isimleri çok geçiyor nedense.) Hatta rakıyla pozvermeyi bir tür 'erdem' saymaya başladı bunlar. Birisi rakı mı içiyordu? Oooovv! Vay vay. Demek ki şeriatçı değildi. Demek ki aydındı. Demek ki çağdaştı. Demek ki ilericiydi.
Her kim ki gericiydi elbette rakıyla pozvermezdi. (İHA-SİHA mı yapıyormuş? Füze mi üretiyormuş? Bir de tank mı tasarlıyormuş? Efendim, ne münasebet, bunlarla değil rakıyla.) Öyleyse gerici olmadığını ispat etmek isteyen herkes mutlaka rakıyla pozvermeliydi. Zamanla bu 'rakıyla pozverme' mevzuu kemalizm dininin bir ritüeli gibi olmaya başladı. Yani, nasıl ki, bir müslümanın kelime-i şehadetiyle, namazıyla, orucuyla, haccıyla müslümanlığı anlaşılırdı; aynen öyle de; bir kemalistin de kemalistliği 'rakı içme ayiniyle' anlaşılırdı. İşte böyle 'rakı aşağı/rakı yukarı' bir Türkiye yüz senesini devirdi. Şükür ki devrilmedi. Elhamdülillah. Onca hasmın ortasında ayık kafayla dolaşmasını sağlayacak kadar müslümanlığı kalmıştı çünkü. Bitirilememişti.
Ancak rakı mevzuu giderek daha ileri arızalar ortaya çıkarmaya başlıyor. Mesela: Kamer Genç'in 'Ruhuna Fatiha' yazan mezartaşının başında bile rakı içiliyor. Haydi, olayın kahramanlarının sözünü kabul edip, 'İçmedik de mezarına döktük' şeysine inanalım. Fakat, subhanallah, İslamî örfte 'mezara rakı dökmek' diye bir meş'um âdet asla bulunmuyor. Çünkü zaten ölüler kafayı bulmuyor. ("İnsanlar uykudadır. Ölünce uyanırlar!" sırrınca artık ayıklığın hiç geçmediği bir yer orası.) Herhalde Kamer Genç'in de aklına böyle bir âdet gelmemiş ki, avukatı-ailesi vs., 'böyle bir vasiyetin asla sözkonusu olmadığının' altını kalın kalın çiziyorlar. Geriye ne kalıyor peki?
Geriye, kemalizm dininin bir ritüeli haline gelen rakının, kendisini sadece 'milli' olarak değil 'dinî' olarak da dayatmaya başladığı gerçeği kalıyor. Yani yakınlarda rakının daha başka görünüşlerine de şahitlik edebiliriz CHP cenahında. Mesela? Mesela: Aşure gününde aşure tatlısı dağıtmak yerine kapı kapı dolaşıp 'bir büyük' dağıttıklarını görebiliriz. Veyahut Ramazan'da orucu sadece 'rakı perhizi' şeklinde, yani 'sabahtan akşama rakı içmemek' olarak, tuttuklarını duyabiliriz. "İçkiliyken namaza yaklaşmayın!" hükmünü "İçki içmeyeyim!" diye değil de "Namaza yaklaşmayalım!" şeklinde algılayan bed tavırdan herşey beklenebilir. Ben bu şıkka da hazır olmamızı teklif ediyorum muhterem kârîlerim. Niye? Zira aahiirzaamaandıır.
Ahirzamanda işlerin ne denli acayipleşeceğine, gözümün nuru Bediüzzaman'ım, eserlerinde çok defalar dikkat çeker. Hatta İslam Deccali Süfyan'a dair bir rivayeti şöyle tevil eder:
"Hürriyetten bir sene evvel (yani 1907) İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın Başkumandanı, İslâm ulemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. (...) Sonra dediler: 'Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile Süfyan olduğu bilinecek.' Ben de cevaben dedim: 'Bir darb-ı mesel var. Çok israflı adama 'Eli deliktir' denilir. Yani 'Elinde mal durmuyor, akıyor, zâyi oluyor' deniliyor. İşte, o dehşetli adam, bir su olan rakıya müptelâ olup, onunla hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak...'"
Eh, evet, belalar çifter çifter geliyor. Kemalizm yayıldıkça alkol alışkanlığı da yayılıyor. Bu hastalık, milletin bütün zinde uzuvlarını sarıyor, sersemletiyor. Rakı müptelalığı cümle türevleriyle birlikte artıyor. 'İçki tüm kötülüklerin anası' olduğu için de bağlantılı suçların miktarı çoğalıyor. Fakat heykelperestler yine de medenilik iddiasını kimseye bırakmıyorlar. Kendilerinden başkasını beğenmiyorlar. Şişeleri kafaya dikip duruyorlar. Hatta bu kem cür'et, devletin anayasından İslam'ı çıkardıktan sonra, rakıyı yerine koydurmaya doğru gidiyor gibi. Rabbimiz sonumuzu hayreylesin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.