Rabbin, eğer dilerse sizi helâk edip giderir de sizden sonra yerinize dilediğini getirir

Rabbin, eğer dilerse sizi helâk edip giderir de sizden sonra yerinize dilediğini getirir

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), En'âm Suresi 131-135. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

131 . Bu (peygamberlerin gönderilmesi) şundandır ki, Rabbin, ahâlisi (yaptıkları işin mes’ûliyetinden) habersiz kimseler iken (bir peygamber göndermeden) şehirleri (halkın işledikleri) zulüm sebebiyle helâk edici değildir!

132 . Herkes için, yaptıklarından dolayı dereceler vardır. (1) Çünki Rabbin (onların) yapmakta olduklarından gāfil değildir.

133 . Ve Rabbin, Ganî (kullarının ibâdetine muhtaç olmayan)dır, (2) çok rahmet sâhibidir. Sizi başka bir kavmin neslinden meydâna getirdiği gibi, eğer dilerse sizi (helâk edip) giderir de sizden sonra (yerinize) dilediğini getirir.

134 . Şübhesiz ki ne va‘d olunuyorsanız mutlakā gelecektir ve siz (ona) mâni‘ olacak kimseler değilsiniz! (3)

135 . De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; şübhesiz ben (de vazîfemi) yapıcıyım. Artık dünyanın âkıbeti kimin lehine olacağını ileride bileceksiniz.” Şu muhakkaktır ki, zâlimler kurtuluşa ermez!

1- “İnsan ahsen-i takvimde (en güzel sûrette) yaratıldığı ve ona gāyet câmi‘ (geniş) bir isti‘dad (kābiliyet) verildiği için; esfel-i sâfilinden (Cehennemin en alt tabakalarından) tâ a‘lâ-yı illiyyîne (Cennetin en yüce mertebelerine), ferşten (yerden) tâ arşa, zerreden tâ şemse (güneşe) kadar dizilmiş olan makāmâta, merâtibe (mertebelere), derecâta (derecelere), derekâta (aşağı çukurlara) girebilir ve düşebilir bir meydân-ı imtihâna atılmış, nihâyetsiz sukūt ve suûda (alçalmaya ve yükselmeye) giden iki yol onun önünde açılmış bir mu‘cize-i kudret ve netîce-i hılkat (yaratılış netîcesi) ve a‘cûbe-i san‘at (şaşılacak bir san‘at) olarak şu dünyaya gönderilmiştir.” (Sözler, 23. Söz, 108)

2- “Cenâb-ı Hakk senin ibâdetine muhtaç değil. Hem hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibâdete muhtaçsın, sen ma‘nen hastasın! İbâdet ise, senin ma‘nevî yaralarına tiryak (ilaç) hükmünde(dir.)” (Lem‘alar, 23. Lem‘a, 200)

3- “Hiç mümkün müdür ki: Alîm-i Mutlak, Kadîr-i Mutlak (sonsuz ilim ve kudret sâhibi) olan şu masnûâtın Sâni‘i, (san‘atlı varlıkların san‘atkârı) bütün enbiyânın (peygamberlerin) tevâtürle (yalan olması aklen imkânsız sayıdaki) haber verdikleri ve bütün sıddîkîn ve evliyânın icmâ‘ (fikir birliği) ile şehâdet ettikleri (şâhidlik yaptıkları) mükerrer (tekrarlı) va‘d ve vaîd-i İlâhîsini (mükâfât ve cezâ va‘dlerini) yerine getirmeyip, hâşâ, acz ve cehlini göstersin?

Hâlbuki va‘d ve vaîdinde bulunduğu emirler (işler), kudretine hiç ağır gelmez. Pek hafif ve pek kolay! Geçmiş baharın hesabsız mevcûdâtını (varlıklarını), gelecek baharda kısmen aynen, kısmen mislen (benzerleriyle) iâdesi kadar kolaydır. Îfâ-yı va‘d (va‘din yerine getirilmesi) ise,hem bize, hem herşeye, hem kendisine, hem saltanat-ı rubûbiyetine (umum kâinâtı terbiye edişindeki saltanatına) pek çok lâzımdır. Hulfü’l-va‘d (va‘dinden dönmek) ise; hem izzet-i iktidârına zıddır, hem ihâta-i ilmiyesine (herşeyi kuşatan ilmine) münâfîdir (terstir).” (Zülfikār, 10. Söz, 32)