Osmanlıya kaderin cilvesi

Şanlı Osmanlının vefatı, İslam âleminin parçalanması, hilafetin sona ermesi biz Müslümanları derinden derine dilhun eder. Düşündükçe yüreğimiz dağlanır, kalbimiz sızlar, gözlerimiz dolar.

Bu Millet-i İslamiyye’nin kumandanlığında, İslam bayrağını üç kıtada dalgalandıran, i’lay-ı kelimetullah’ı yayan şanlı ecdat nerede? Nereden nereye geldik. Ondört-onbeş milyon kilometrekare topraktan sekiz yüz bin kilometre kare civarında toprağa sıkıştırdılar bizi. Bunu da çok görüyorlar. Şu doğuyu bölsek, bir Kürt devleti kurdursak. Şu İstanbul’a kadar Trakya’yı, Ege’yi  Yunan’a versek. Müslüman Anadolu Türk’ünü iç Anadolu’ya sıkıştırsak.

Hülasa İslam düşmanları Müslümanları ve İslamiyetle cesetleşmiş bu milleti ya kendilerine benzetecekler veya buna muvaffak olamazlarsa yok etmedikçe durmayacaklardır.

Kader Osmanlının vefatına müsaade etti. Neden? Osmanlı son zamanlarında İslamî kimliğinden kurtulmak istiyordu. Namaz kılanlar çok azalmıştı, camiler harap ve çoğu cemaatsızdi. Zekat veren yok denecek kadar azdı. Dinde lakaytlık ve laubalilik almış yürümüştü. Osmanlı aydınlarının hemen ekserisi dinin bizi geri bıraktığını, ilerlemek, terakki etmek  için, hemen her konuda Avrupalılaşmanın gerektiğini düşünüyorlardı.

Bir Osmanlı paşası olan Hurşit Paşa, 31 Mart vak’asında Bediüzzaman’ı yargılarken, bahçede  yirmiye yakın idam edilip ipte sallananları pencereden göstererek “sen de Şeriat istemişsin?...şeriatı isteyenlerin sonu işte böyle ipte sallanmaktır” der. Bediüzzaman haykırır. “Maaliftihar. Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda ederim. Zira Şeriat sebebi saadet, mahz-ı adalet ve fazilettir. Amma benim tarif ettiğim veçhile. Tutu kuşu gibi bağırıp “şeriat isteriz” diyen (şeriatın hakikatından habersiz) ihtilalciler gibi değil.”

Hep şaşarım Hurşit paşaya ve bu acip sorusuna. Altıyüz sene İslam’ın Bayraktarlığını yapmış, İslam’ın koruyucusu, pişdarı olmuş Osmanlı’nın bu paşasına. İslam Devletinin payitahtında, bir sıkıyönetim komutanı olan Hurşit  Paşa, nasıl bir inançta ve nasıl bir kafa yapısındadır? Nerede ve nasıl yetişmiş ki böyle bir soru soruyor? Tarihçiler izah etse de anlasak.

Sanki İstanbul’u işgal etmiş, İşgal ordusu komutanı gibi, inançsız İslam ve Şeriat düşmanı bir paşa gibi, böyle Osmanlının ruh karşıtı net bir soru soruyor. Demek Osmanlı, denizin kıymetini idrak edemeyen denizdeki balık misali İslamiyet’le ülfet kazanmış. Denizden çıkmak biraz da karada yaşamak istiyor. Kuşlar gibi özgür olmak istiyor. Mevcudiyetinin müessisi ve hamisi İslam’ın kıymetini bilmemeye, yaşamamaya başlamış, bir çoğu bıkmış, usanmış. Her gün bal yiyenin baldan bıkması gibi.

Osmanlıyı Osmanlı eden ve üç kıtaya yayan ruh ve manadan uzaklaşmaya başlamış. Avrupalı gibi inanmak, giyinmek, açılıp saçılmak, kadın erkek birlikte dans etmek, hanımlarını karşılıklı dansa kaldırmak. Avrupalı gibi yiyip, içmek, Avrupalı gibi sinemaya, tiyatroya gitmek hülasa Avrupa’nın bir parçası olup, Fransızların dini tasfiye ettikleri gibi Din-i İslamı saf dışı bırakıp, onlar gibi yaşamak.

İşte Osmanlı ve idaresindeki kafa ve ruh yapısını tahlil ve teşhis eden Üstad Hz.leri   “Osmanlı, Avrupa-i bir devlete hamiledir. Bir gün gelip Avrupa-i bir devlet  doğuracaktır” veciz beyanı ile neticenin ne olacağını gözle görür gibi belirtmiştir. Zaman Üstadı doğrulamış, haklı çıkarmış ve içi boşalan ve yıkılan Osman’lının enkazı altından, Din-i İslam-ı dışlayan, Avrupa gibi dini vicdan ve camilere hapseden, İslam’ı hayatın ve devletin her kademesinden silip atan ve hatta dine dindara Avrupalıdan daha karşı olan bir devlet  zuhur etmiştir.

Avrupalıların Osmanlıdan geri alıp istila ettiği İslam topraklarında İslami eserlere ve Müslüman Halka yaptığı gibi İslamiyet’le ilgili Camiler, medreseler, tarihi han ve hamamlar, vakıf dükkanlar, eserler haraç mezat satılmıştır. İslam dini tamamen saf dışı bırakılmış, kanunlarımızın tamamı Avrupa’dan getirtilmiştir. İslami gelenekler, kıyafetler yasaklanmış, bir şapka için niceleri ipte sallandırılmış (sadece şapka inkılabı için Erzurum’da 20 kişi (resmi kayıtlara göre) idam edilmiştir.

Allah, din, Kur’an demek suç sayılmış, Kur’an öğrenen ve öğretenlere terörist muamelesi yapılmış. Hapishanelerde süründürülmüştür. Bediüzzaman gibi emsalsiz bir dahi, ilmiyle Kur’an’a hizmet ediyor, imanlı inançlı bir gençlik yetiştiriyor diye  28 sene zindanlarda esarette süründürülmüştür. Bediüzzaman’ın ne derece ferasetli ve ileri görüşlü bir İslam Alimi olduğunu bilmek isteyen, Bediüzzaman’ın, bu millet ve vatanın derdini kendisine ne  kadar dert edindiğini anlamak isteyen, Bediüzzaman’ın, asrımız insanının, müslümanının ve İslam devletlerinin saadeti, selameti ve kurtuluşu için ne derece dahiyane, hak ve hakikate ve hale mutabık ve netice verecek teşhis ve tespit ve reçeteler sunduğunu görmek isteyen bu hadiseye baksa dikkat etse anlar.

Evet Kader, manen kalp hastalığı, İslam dininde laubali ve Avrupa meftunu Osmanlı’nın yıkılmasına izin verdi. Bir çok Osmanlı aydının arzuladığı ve istediği hayat tarzı ve felsefesinin hakim olduğu yeni bir Avrupa-i bir devlet doğdu. Hayat suyu gibi arzulanan ve Avrupa’yı manen bitirdiği gibi şimdide maddeten bitirmeye doğru götüren Avrupa, medeniyet-i sefihanesinin bizim elimizle emin beldeleri de, İslam ülkelerini de  istila etmesine müsaade etmedi.

Bu yanlış ve hakikatsiz tarz-ı telakki ve zihniyeti Anadolu’ya muvakkaten hapsetti. Evet eğer Osmanlı yıkılmasaydı, lehviyyat ve rezail-i medeniye, anarşizmi intaç eden felsefe-i maddiye tüm İslam alemine bizzat Osmanlı eliyle teşmil edilecekti, cebren yerleştirilecekti. Demek beşer zulmetti. Kader aynı adalet etti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum