M. Nuri BİNGÖL

M. Nuri BİNGÖL

Üstad’ın “dünya cenneti gibi şehir”lerinden biri

Bir taşralı olarak İstanbul’la alâkalı ilk intibam, yazının başlığında tırnak içinde geçen ifadenin bulunduğu muhteşem hatıra...
Ondan önce de babamın – Allah sağlıklı, uzun ve hayırlı ömürler versin- askerlik yıllarının cereyan ettiği “suyu telli pullu” olan güzide şehirle alakalı pare pare anlattıkları.
Sinema ya da TV’den takip ettiğim “belgesel” ve filmlerden ise – eskilerin tabiriyle- “sarf-ı nazar” ediyorum. “Asitane” ile ilgili intibalarım, sadece medya ile sınırlı kalsaydı, ruhumdaki “ allı pullu” hisler, belki de zaman ilerledikçe kesafeti artan bir karanlığa dönerdi - belki.
Ortaöğretimin lise kısmındayken öğrenciliğin teneffüs zamanlarında, yani yaz tatillerinde, ailemin davetiyle Almanya’ya gitme maceralarımın dışında, İstanbul’la alakalı ilk köklü tedai hamlesinin kaynağı ise Yahya Kemal Beyatlı.
Bugün gibi hatırımda. Lise 2 sıralarındayız ve yıl 1977. O “civcivli” günlerin merkezinde kültürle ne kadar uğraşılabiliyorsa, “talebe”lik seviyesinde – ki Hadis bu talebeliğin mezara kadar olduğu ve olması gerektiğini buyuruyor- karınca kararınca didinip durmadayız. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenimiz de, şu anda avukatlık yapan - Allah uzun ve hayırlı ömürler nasip etsin- “Birecik Tarihi”, “ Uygurca Tezkiretü’l-Evliya Tercümesi ” yazarı, şiirlerini “Nale”de toplayan şair Verdi Kankılıç. Galiba Mayıs’ın ilk günleri, bunu hocamızın “ İstanbul fethine daha yirmi gün var ama…” deyişinden hatırlıyorum.
Mevzumuz “İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar.” Sonraki İstanbul Edebiyat’a girmemin de, edebiyatçı olmamın da, tarih ve moral değerlerimize temayül etmemizin de dinamiği işte bu şiir:
“İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar
Üsküdar Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!
Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.
Hepsi der: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”
Elli üç gün en mehabetli temaşa idi o!
Sanki halkın uyanık gördüğü rüya idi o!
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan;
Eli üç günde o hengame görülmüş buradan;
Canlanır levhası hala beşer ettikçe hayal;
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hal.
Gürlemiş Topkapı’dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı namiyle ‘Büyük Top’ denilen ejderha.
Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç’e;
Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul’a yüz bin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş asırlarca hayalinde bunu. “

Muhterem Ömer Faruk Akün hocamızın anlattığına göre – Allah rahmet etsin-, Yahya Kemal bu şiiri Paris’ten dönüşünde yazmıştır. Bilhassa orada Şair Baudlaere’nin tesiriyle coğrafyaya bağlı tarih anlayışına sahip olmuş, Felsefeci Albert Sorel’in tesiriyle de tarihe milli kültürün ve sanatın kaynağı olarak bakabilmiştir.

“Üsküdar,bir ulu rüyayı görenler şehri”dir ve daha İstanbul “İslambol” olmamışken, mescitlerinde namaz kılınmakta, minarelerinde ezanlar okunmaktadır. Bu “ayrıcalığından” dolayı, “her şehri onu gıpta ile hatırlar.” Hepsi de “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü? Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!” diye sorar hal lisanlarıyla. Elli üç gün süren o “ mehabetli temaşa” halkın uyanık gördüğü rüya gibiydi.Şimdi “o büyük hatıradan” beş yüz sene geçmiş olmasına rağmen, elli üç gün boyunca o hengame görülmüştür:
Topkapı’dan bir yeni şiddetle daha gürleyen Şahi topları, - şanlı namiyle ‘Büyük Top’ denilen ejderha- , surlarda “ mukaddes” gedikler açmaktadır. Karadan sevk edilen yüz gemi Haliç’e geçmiştir. Üsküdar son günün cengi olurken tepelerden bakarak gözleri dolmuştur. Çünkü henüz melaikeyi hoşnut edecek amelleri yapacak olanlardan önce “İstanbul’a yüz bin meleğin uçtuğunu” görmüştür. Bu şahane tabloyu “asırlarca hayalinde saklamış”tır.
Yahya Kemal, Üsküdar’dan bahsederken:
Üsküdar, bir ulu rü’yayı görenler şehri!
Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.

Hepsi der: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”
Mısralarını her okuduğumda,Üsküdar Sahili’ni ne zaman hatırlasam bu mısralar ruhumda canlanır da hem büyük fethi hem de bu güzel şiiri yeniden yaşarım.
Fatih, İstanbul’u akan suları tersine çevirerek fethetti. O’nun yaptığı bu fetih sayesinde İstanbul, altı asırdır Müslüman Türk’ün zevkiyle yoğrulmuştur. Ancak bir de İstanbul’un ruhunu ve zevkini fethedip bunu şiirleriyle gönüllere duyurmuş “İstanbul’un güzelliklerinin fâtihi” şâirimiz var ki sadece Üsküdar’a bakışı bile onun İstanbul’u ne kadar kavradığını bize anlatır.
Yahya Kemal’e gelene kadar birçok şâir İstanbul’a şiirler yazmıştır. Ancak hiçbiri İstanbul’un güzelliğini, mânâsını, onun fetihten bu yana gelen tarihî misyonunu ruhlarımıza Yahya Kemal’in duyurduğu keyfiyette duyuramamıştır.
İlk yayımlanan şiirinin, hiç görmediği İstanbul’u “tasvir eden” “Hâtıra” isimli ve “mübtedi gençlerin pek bilmediği muzâri vezni ile yazılmış bir manzume olduğunu” belirten Yahya Kemal, bu ilk ürününün İstanbul’da yayımlanan Terakkî mecmuasında çıktığını bildirmektedir. İstanbul’a geldikten sonra Tevfik Fikret’in, Cenap Şahabettin’in şiirlerini tanıyan Yahya Kemal, Servet-i Fünun şiirinin etkilerini taşıyan gençlik şiirlerini Agâh Kemal imzasıyla İrtika, Mâlumat dergilerinde yayımlamıştır.
Bu yıllarda, akrabalarından Abdurrahmanpaşazade İbrahim Bey’in evinde Hacı Arif Bey yönetiminde yapılan icra fasıllarını izleyerek Türk müziğini yakından tanımış, klasik bestecilerimizi derinden anlayıp sevmiştir.
Paris’te bulunduğu yıllarda Fransız sembolistlerinin eserlerine yakınlık duyan Yahya Kemal, şunları yazmaktadır: “Gerçi Hugo’yu iyi anlıyordum, gerçi Gautier’yi ve De Banville’i iyi anlıyordum, gerçi Baudelaire ve Verlaine’i sıtmalı bir ibtilâ ile seviyordum, gerçi şahsî şairliğin en son nümuneleri olan Maeterlinck, Verhaeren gibi şiirleri yakından biliyordum, lâkin zevkim, bütün bu şairlere nisbetle çok geri sayılan Jose Maria de Heredia’nın şiiri üzerinde durmuştu”. (Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar)

Yahya Kemal Heredia aracılığıyla, daha sonraki yıllarda şiir anlayışını kökten değiştirmesine yol açacak Latin ve Yunan şiirini tanımış, Heredia’nın sonnet’lerinde “şiirin esas madenine eliyle dokunduğu” duygusuna kapılmıştır. Paris’te Yahya Kemal’i derinden etkileyen ve tarih görüşünün oluşmasını sağlayan ikinci kişilik Albert Sorel olmuştur.
Yahya Kemal’in bu halini hatırlatan bir kültür adamımız, “Mademki Avrupa üflüyor, şimdiye kadar da bu üflemeyle hareket ettik. Bari biz oralara açılalım da, Yahya kemal’in kendine dönmesi gibi nice insanları aslına çevirelim.” Diyerek mühim bir gerçeğe parmak basıyordu.
Haksız da değil hani? Bu değişim olmasaydı, biz süleymaniye’nin “kuru” binasına bakacak, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” nın taşıdığı manaları hissetmeden, bir turistin yabancılığında hissiz seyredecektik onu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.