Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Nâzım'a vatandaşlık tamam. Ya Bediüzzaman'ın kabri?

Rivâyetlere göre, 20 Kasım 1901’de Selânik’te hayata gözlerini açmış, Nâzım. Yeni yılın arafesindeki doğumun ömür kayıtlarına bir yıl olarak geçmemesi için dünyâya gelişi resmî kayıtlara 15 Ocak 1902 olarak geçirilir. Yaşlılıktan kaçış pisikolojisi Nâzım için de istisnâ değildir, bu sahte tevellüd târihini gerçeğine tercih eder.

Dünyâya gözlerini açtığı yıllarda cihân bir kıyamet öncesini yaşamaktadır: Osmanlı iyiden iyiye inkıraza yüz tutmuş, Balkanlar ateşlenmeyi bekleyen fitil gibi, Hıristiyan âlemi hâkimiyetine bin yıldır son veremediği hasm-ı bîamanı müslümanlardan nihâyet kurtulma ümidiyle yüklendikçe yükleniyor. Nâzım bu hercümerc devrinde tam da kavganın orta yerindedir: Coğrafî olarak da, ictimâî olarak da... Yakın âile câmiası ve muhiti Paşa Dedeler zengini... Baba tarafından aynı ismi taşıdığı Nâzım Paşa’nın torunu, anne tarafından ise daha çok dilci ve eğitimciliğiyle maruf Enver Paşa’nın...

Nâzım Hikmet şair doğmuştur, emsalleri henüz sokaklarda çelik çomak oynarken o şiirle haşir neşir olmaya başlar. Bu erken yaş meşguliyeti ileriki yıllarda şairin iftihar vesilesi de olur: “ve on dördümden beri şairlik ederim” der.

Heybeliada Bahriye mezunudur şair, ancak erken yaşta bozulan sıhhatı askerlik mesleğine devam imkanı bırakmaz, çürüğe ayrılarak meslekten kopar. 1921’de vatan sathında devam etmekte olan Milli Mücadele’ye iştirak kastıyla Anadolu’ya geçer. Bolu’ya muallim tayin edilir...

Kısa muallimlik hayatını aynı yıl Rusya’ya gidiş sevdası noktalar. Rusya’ya bu ilk gidişinde ekonomi tahsili görmenin yanısıra bolşevik ihtilâlinin yerleşme ve kökleşme faaliyetlerine de şahid olur. Komünizm düşüncesi genç şâirin dimağ ve ruhunu bu yıllarda mesken edinir.

1924’te Türkiye’ye avdet eder. Ne var ki Aydınlık Gazetesi’nde neşredilen yazı ve şiirleri sebebiyle başı derde girer: 15 yıl hapsi istenmektedir şairin. Bir kaç şiir ve makalenin bedelini onbeş yıllık ağır bir mahkûmiyetle ödemek istemeyen şâir bir daha soluğu Rusya’da alır. İmdadına 1928 affı yetişince doğduğu topraklara bir daha döner. Kömünizmdeki ısrarını cür’etkârlığı perçinleyince başı bir türlü dertten kurtulmayan şair bu sefer dört yıl hapse mahkûm edilir ama şansı bir daha yaver gider ve Onuncu yıl şerefine çıkarılan aftan faydalanır.

1938’de Ordu ve donanmayı isyana teşvikten bir daha soluğu mahkemede alır. Cürmüne terettüb eden cezâ korkunçtur: 28 yıl 4 ay hapis... Muhtelif cezaevlerinde 12 yıl ömür çürütür. Sonra 14 Mayıs 1950 demokrasi zaferiyle gelen umumi afla hürriyete bir daha, merhaba, der. Ne var ki bu sefer 49 yaşındaki şâir, vatanî hizmet için askere çağrılır. Vatanî hizmet yerine Rusya’ya kaçmayı tercih eder... Kaçışının bedelini ise alelacele vatandaşlıktan çıkarılarak öder. Nihâyet 1963’te Moskova’da kalb krizi geçirerek hayata vedâ eder.

Nâzım şüphesiz iyi bir şair, belki de yegâne meziyeti bu. Şöhretini ise şiirinden çok, komünizme adadığı hayatına revâ görülenlere borçlu. Kendisine ait telif tek makale yok, tek cümle insanlık düşünce tarihine ondan yâdigâr kalmamıştır. Bugün faziletli kaç şakirdi var? Gerçekten var mı? Sanmıyorum... Kaç kişi okur şâiri? Komünizm uğrunda hebâ ettiği hayatı hangi meyvayı verdi? Hiç...

Nâzım çok mu faziletli bir insandı? Hayır... Hayır, zirâ aksi kendi beyanları ile sabit: “aldattım kadınlarımı” diyen o. İçki de içer Nâzım, ama der : “içtim ama akşamcı olmadım”... Eh kötünün iyisi sayalım. Daha da beteri, her türlü fazileti yerle bir edecek bir haslet-i seyyienin de sahibidir Nâzım Hikmet: Yalan söyler, yalancıdır... Estağfurullah, iftira atmıyorum, kendisi söylüyor:

“Başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim.”(1)

Ölümünün ardından yarım asra yakın bir zaman geçtikten sonra Türkiye Cumhuriyeti şairin affına karar vermiş. Önceki gün Bakanlar Kurulu Kararı ile vatandaşlık hakkı iade edildi ölüye... Adalet Bakanı’nın fiyakalı açıklamasını Başbakan da teyid etti:
“Nâzım Hikmet’in haksız yere vatandaşlıktan çıkarılması kararını ve bu kararın düzeltilmesinin de bize düştüğü gibi.. Sene 1951'de vatandaşlıktan çıkarıldı, sene 2008 tekrar vatandaşlığa almak da bize düştü, bunu da biz hallettik. Dün Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlığını iade ettik.”(2)
Aferin, iyi etmişsiniz... Geç de olsa bir ayıbın ortadan kaldırılmasına hizmet etmişsiniz. Şüphesiz bir avuç seveni ve yakın âilesi de memnun olmuştur, onların sevinçlerine de iştirak ederiz; de...

De’si şu Sayın Başbakan... Bana, uzama istidadı göstermiş bu makalenin sınırlarını zorlayarak Bediüzzaman Hazretleri’nin de tarihçesini hulâsa ettirmeyiniz, ana hatlarıyla biliyorsunuz. 1878’de dünyâya teşrif etmiş. Uzun ve bereketli ömrünü, önce bu vatan evletları, sonra bütün insanlığın necâtı uğrunda harcamış, memleket zindanlarında çile doldurmuş ve 1960’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Üç aylık derli toplu bir tahsil hayatından başka tahsil bile görmemiş bu insanın hayatının neticesi Risâle-i Nur Külliyatı dünyânın hemen bütün büyük dillerine çevrilmiş ve dünyânın her tarafında hak ve hakikata susayan insanlara îmân huzuru kazandırmaktadır. Bu yarı ümmi vatan evladının halka-i tedrisine diz çökenler sadece avam-ı mü’minin değil, cemiyetin her sınıfına müntesib olanlardır... İsmine üniversiteler kurulmaya şâyân son binbeşyüz yılın bu kutup yıldızını görmezlikten gelmek şöyle dursun, düşmanlığına hükmetme hamâkati ise hâlâ devletin kirli cenâhının uhdesindedir, biliyorsunuz. Zerre kadar aklı olan, bir kuş miktarınca beyin taşıyan herhangi biri için bile, şöhreti dünyâyı ihâta eden bu zât ve hizmetini merak etmek insan olmanın muktezâsı değil mi? Evet, insanlıktan nasibi olanlar öyle yapıyor: Bediüzzaman’ı merak ediyor ve eserlerini okuyup ıslah-ı nefsle fazilet kervanına dahil oluyorlar...

Ve sayın Başbakan, biliyorsunuz ki, insanlığın bu son medar-ı iftiharı zâtın kabri meçhûl, nerede bilinmiyor. Bilinmiyor, zirâ hiçbir zaman gerçek ve âdil devlet olmayı beceremeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kirli tarafınca bir geceyarısı kabrinden mübarek naaşı alınıp meçhûllere tevdi ediliyor, biliyorsunuz... Altmış darbesini yapan çetecilerin keyfî icraatına yarım asırdır dokunulmuyor, dokunulamıyor... Hani diyorsunuz ya, Nâzım’ın vatandaşlık işini de biz hallettik...

Sayın Başbakan, hallettik dediğiniz iş, türbedarı bile kalmamış bir ziyaretgâha, buyur kabilinden bir iş... İş halletmek istiyorsanız, yakın bir gelecekte dünyâ sulhunun da en büyük ismi olacak Bediüzzaman’ın meçhûl kabrini muhibblerine beyan ediniz ki, sizin için kuvvetli bir zâd-ı âhiret olsun. Yoksa bulunduğunuz makamın seyyiâtı çoğu zaman hasenâtına gâlib gelir, haşrin mahcûbları arasında dirilme endişesi tüyler ürperticidir...

Sayın Başbakan!.. Devlet icraatı olarak asla kabul edilemeyecek, mezar soyguncusu darbecilerin bu şeni icraatını sahiplenmekten vaz geçiniz... Zirâ emin olunuz ki istikbâlin genç nesilleri, darbecileri adalet mahkemesinde gıyaben yargılarken sizi de suçlu mevkiine oturtacaklardır... Âdil olduğunuzu, korkmadığınızı gösteriniz... Yahut susunuz... Nâzım’a hayatta iken esirgenen vatandaşlık hakkını ölüsüne iade etmenizin dişe dokunur bir kıymet-i harbiyesi yok, cakası bile abes...
Hulâsa Sayın Başbakan! Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri’nin kabri nerede? Açıklayabilecek misiniz?

Dip notlar:
1- http://www.nazimhikmet.info/nazim-hikmet-otobiyografisi.asp
2- http://www.hurriyet.com.tr/gundem/10709849.asp
 
[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.