Mustafa İslamoğlu, Kuran ve Aşırı Yorum

Andolsun soluya soluya koşanlara
koşarken kıvılcımlar saçanlara,
sabahın erken saatlerinde baskın yapanlara,
tozu dumana katanlara,
düşmanın tam ortasına dalanlara… (Adiyat, 1-5)

Adiyat sure-i celilesi’nin ilk beş ayetinde böyle ferman ediyor alemlerin Rabbi olan yüce Allah. Bu ayet-i kerimede "koşanlar"dan kastın, atlar olduğu açıklanmamıştır. Sadece "ve'l adiyat" (yemin olsun koşanlara) buyrulmuştur. Bu nedenle, "koşanlar"dan muradın ne olduğu konusunda müfessirler arasında ihtilaf vardır. Sahabe ve Tabiin'den bir grup bundan muradın atlar olduğunu kabul etmiştir. Diğer bir grup ise, bundan muradın "develer" olduğunu söylemişlerdir. "Koşanlar"ın atlar olduğunu kabul edenlere göre, ayette, koşan şeyin koşarken çıkardığı ses için kullanılan "dabha" kelimesi atın solumasını ifade etmek de kullanılır. Sonraki ayetlerde de "kıvılcım çıkaranlar", "Sabahleyin akın edenler" ve "toz koparanlar" söz konusu edilmişlerdir. Bütün bunlar atlar için uygun düşer. Onun için pek çok araştırmacı, "koşanlar"dan muradın atlar olduğunu söylemiştir. İbn Cerir bu konudaki iki kavilden, "koşanlar"ın atlar olduğunu kabul eden kavli tercih etmiştir. Çünkü develerin solumasına "dabha" denmez. Bu kelime sadece atlar için kullanılır. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Koşarken -dabh- eden koşanlara yemin ederim. " İmam Razî diyor ki, "Bu ayetlerin kelimelerinden kasıt açıkça atlardır. Çünkü -dabh- sesi atlardan başkası için kullanılmaz. Ayakların taşlara vurduğu zaman kıvılcım çıkması ise sadece atlara mahsustur. Aynı zamanda, sabahleyin akın etmenin en uygun kullanımı da atlar içindir… (Geniş bilgi için bkz: Tefhimü’l Kur’an)

Evet, Tefsir Tarihinde durum bu minval üzre olduğu halde “şaz” ve bazı zaman “batıl” denilebilecek görüşleriyle maruf Mustafa İslamoğlu, “koşanlar” kelimesinin seleflerimizin anladığı gibi “atlar” veya “develer” değil, Mekkeli azgın müşrikler olduğunu söylüyor ve bu ön-görüşünden dolayı bakınız nasıl bir meal veriyor bahse konu ayet-i kerimelere:

Yazıklar olsun (vahye) dinmez bir hınç ile saldıranlara,

Ve (içindeki) öfke ateşiyle etrafı tutuşturanlara,

Ve sabahlara kadar kıskançlıktan kıvrananlara,

Sonuçta bu kıskançlıkla tozu dumana katarak ortalığı bulandıranlara,

Nihayet bu düşmanlıkla toplumun ortasına dalanlara… (Hayat Kitabı Kur’an. s. 1293)

Lafı dolandırmadan söylemek gerekirse, bu meali ayetin lügavi çerçevesiyle bağdaştırmak mümkün değil. Birçok yönden temelsiz bir yorum ve trajik olan böyle mesnetsiz yorumların okuyucunun karşısına meal olarak çıkması. Mesnetsiz; çünkü dipnotta kendisinin de söz ettiği “yemin vavı” mealde buharlaşmış, ilginç biçimde mealde yemin yok. Zaten vav’a yemin manası verecek olsa âdiyât kelimesini “saldıranlar” şeklinde meallendiremez. Allah’ın saldırgan müşriklere yemin etmeyeceği çok açık. Üzerine yemin edilen şeyin bir kıymeti, bir önemi olması gerektiğini herkes bilir.

İkinci husus, âdiyât kelimesine “saldıranlar” manası vererek başta Mekkeli müşrikler olmak üzere bilumum saldırgan kafirlere dikkat çekmiş oluyor. Âdiyât kelimesinin müennes/dişil bir kalıp olduğunu düşününce “bu müşriklerin hepsi ya da çoğu kadın mı? Neden kelime müennes kalıpta gelmiş?” diye sormadan edemiyor insan. Mustafa İslamoğlu, yorumunu az biraz metne sadık kalarak sunmuş olsaydı: “Yemin olsun vahye dinmez bir hınçla saldıran kadınlara!” demesi gerekirdi. Ama bulduğu yeni anlamın cazibesiyle kelimenin müennesliğini gözden kaçırmış olmalı ki, kelime müennes olduğu halde cinsiyete dikkat çekmiyor, yalın “saldıranlar” diyor. Oysa Arap dilinde kasıt bizzat kadınlar değilse genel bir ifade kullanılır ve -Kur’an’ın da her zaman yaptığı gibi- müzekker/eril kalıpla dile getirilir: mesela “ve’l-âdiyât” yerine “ve’l-âdûn” denirdi. Mustafa İslamoğlu, yerleşik tefsirlerde olduğu gibi âdiyât kelimesinin gayr-ı akil varlıklara (mesela atlara) delalet ettiğini kavrayabilmiş olsaydı bu sorunla karşılaşmayacaktı. Çünkü Arapçada gayr-ı akil varlıklar çoğul halinde müennes sığasıyla ifade edilirler… (H. Talha Alp)

Görüyorsunuz değil mi? İslamoğlu’nun yeni, çağdaş muhatapların seveceği bir yorum yapacağım derken içine düşmüş olduğu ilmi tutarsızlığa. Bütün selef ve halef uleması “koşanlar” ifadesinden “atlar” veya “develer” anlamını çıkartıp ve üstelik bu çıkarımını Kur’an metninin izin verdiği ölçüde muhkem bir mantık ve usul temeline oturturken; İslamoğlu, selef ve haleflerin vav’a azamet vurgusu verdikleri için zorunlu olarak böyle bir yola başvurduklarını ve dolayısıyla bunun kesinlikle yanlış olduğunu söylüyor. Böyle bir yorumun bin dört yüz yıldır hiçbir müfessirin aklına gelmemiş olması sizce de çok tuhaf değil mi? Bir metinden selef ve halef’in anlamadığı, çıkarmadığı bir manayı anlamak ve çıkarmak nedir? Usul ilmi bizlere şunu der: Demek bahse konu ayetlerin böyle anlaşılması imkan haricinde ki öyle anlamamışlar. Ama İslamoğlu’nun böyle bir anlam çıkarmasına şaşırmıyoruz zira meşhur mealci Edip Yüksel vakti zamanında “adiyat” kelimesine “havadaki oksijeni yutarak ve arkasından ateş fışkırtarak giden jet uçakları” şeklinde garip bir anlam verebilmişti. İtiraf etmek gerekirse Yüksel’in takdir ettiği “uçuk” mana İslamoğlu’nun vermiş olduğu anlama nazaran –en azından metne ve tefsir usulüne sadakat bağlamında- daha sahici, daha akla yatkın gibi duruyor. Hasılı, Kur’an tefsirinde emniyetli, sahih, müstakim cadde dururken güvensiz, zayıf ve çürük olduğu kuşku götürmeyen “şaz”, “aşırı” daha doğrusu “batıl” yol ve yorumlara bilhassa tevessül etmek hastalıklı bir ruh haletinin emaresi olsa gerek.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum