“Müslümanlar olarak ölün !..”


يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوا اللّهَ حَقَّ تُقَاتِه وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Ey müminler! Lâyık olduğu şekilde  ittika ile Allah'a ittika edin. Yani şirkten, günahlardan ve mâsivadan kaçının ve ancak mü’min ve Müslüman olduğunuz halde vefat edin. Ölünceye kadar ve ölüm anında yalnız İslam Dini üzere sebat edin, başka bir durum üzere bulunmayın ki; ebedi selamet ve saadete nail olasınız. ” 1

Kur’ân bütün zaman ve mekânlara hitap ettiği gibi, bir kısım âyetlerin zamanımıza bakan vechesi (yönü) daha da belirgin ve açıktır. Bu ayet-i kerimenin bu asra bakan vechesi bizlere mühim mesajlar ve uyarılar içermektedir.

Ayet-i kerimede geçen يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوا اللّهَ حَقَّ تُقَاتِه  cümlesi ehl-i imana hitaben der ki:
“Ey iman edenler! Beşerden değil, sadece Allah’tan korkun. Kâfirlerin, yabancı güç ve devletlerin, gizli zındıka komitelerinin, İslâm’ı ve Kur’ân’ı tahrîf için çalışan sinsî odakların,  Yahudi ve Hıristiyanların, ulema-i sû’, umerâ-i sû’, meşayih-i sû’ ve mütrefîn-i sû’un gücüne, debdebesine bakıp onların te’siri altında kalarak veya onlardan korkup titreyerek Allah’ın hükümlerini kabul ve uygulamaktan geri durmayın. Tebliğinden de korkmayın ve Kur’ânın/Sünnetin tüm hükümlerini anlatın. Dâhildeki münafıklarla ilmen mücadele ettiğiniz gibi, hariçteki inkârcılarla da yeri geldiğinde seyfen cihad edin. Eğer layıkıyla sadece Allah’dan korkarsanız, O size kâfidir. Yani siz Allah’ın rızasını kazandıktan sonra, inkârcıların ve münafıkların eza ve cefasına, levm ve itabına düçar olsanız da bu mühim değildir. Neticede Allah sizi muvaffak eder. Bu davada ölseniz zaten şehitsiniz. Fakat münkirlerin rızasını ve hoşgörüsünü tercih ederek, onların Kur’ân aleyhindeki iftiralarını kabul ederseniz, bu Allah’ın gazabını celbe sebep olur ki; dünyada da Ahirette de rezil ve rüsvay olup helak olursunuz.

Cenâb-ı Hak, وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ âyetiyle diyor ki: “Ey mü’minler! (İslâm düşmanlarından kendinizi koruyun, hile ve entrikalarına kanarak onlarla dostluk yapmayın. Zira onlar imandan sonra sizi küfre döndürmek isterler.) O halde siz Yahudi ve Hıristiyan olarak değil, müşrik olarak değil, sadece mü’min, muvahhid ve müslüman olarak ölün.”

Dikkat edilirse ayet-i kerimede mü’minlere hitab ediliyor ve ehl-i imana Müslüman olarak ölmeleri emrediliyor. Yani sadece kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdeti söylemek suretiyle mü’min olarak ölmek yeterli değildir. Âyet-i kerime, hem mü’min, hem de Müslüman olarak ölmemizi emrediyor. Zira mü’min; Hazret-i Muhammed’e (a.s.m) indirilen hükümlerin tümünü birden kalben tasdik edip dil ile ikrar eden kimsedir. Müslüman ise; ahkâm-ı İlâhiyenin ilmî, amelî ve edebî alanlarda icra ve tatbikine tarafdar olan kimsedir. Ayet-i kerimede geçen مُسْلِمُونَ “Müslümanlar” tabirinden kasdedilen  budur.

Demek ehl-i necat olmak için sadece iman etmek kâfi değildir.
Bediüzzaman (r.a) Hazretleri iman ve İslâm’ı şöyle tarif etmektedir:
“Ulema-i İslâm ortasında "İslâm" ve "iman"ın farkları çok medar-ı bahsolmuş. Bir kısmı "ikisi birdir", diğer kısmı "ikisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz" demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:
İslâmiyet, iltizamdır; iman, iz'andır. Tabir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir. Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur'aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; "dinsiz bir müslüman" denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar.. "gayr-ı müslim bir mü'min" tabirine mazhar oluyorlar.
Acaba İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?
Elcevab: İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz.2
“Müslim-i gayr-ı mü'min ve mü'min-i gayr-ı müslimin manası” nı izah ederek,” İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, bilerek İslâmiyetsiz iman dahi dayanamıyor, belki necat veremiyor, denilebilir.”3

Yani bir kimse, Allah’a, âhirete, Peygambere ve Kur’ân’a iman ettiğini söylediği hâlde; “Faizin yasak olması, tesettür emrine  uyulması, had ve cezaların yerine getirilmesi gibi herhangi bir İlâhî hükmün icrâ ve tatbîk edilmesine tarafdar değilim” derse ve böyle inanırsa kâfir olur.

Evet, ahkâm-ı İlâhiye ile amel etmemek ayrıdır; o ahkâma inanmamak, onları beğenmemek, icrâ ve tatbîkine taraftar olmamak veyâ onları engelleyip önüne geçmek bütün bütün ayrıdır.
Birincisi: Yani ahkâm-ı İlâhiye ile amel etmemek günahtır. Çünkü amel, imandan bir cüz’ (parça) değildir.
İkincisi: Yani o ahkâma inanmamak, onları beğenmemek, icrâ ve tatbîkine taraftar olmamak veyâ onları engellemek ise; küfür ve inkâr olup îmânın bütünlüğüne zıttır. Zîrâ, peygamberlerin asıl vazîfesi, ahkâm-ı İlâhiyyenin icrâ ve tatbîki iken, böyle bir inanca sâhib olmayan bir kimse, o ahkâmı tasdîk etmemekle veyâ tasdîk ettiği hâlde tarafdâr olmamakla veyâ o ahkâmın icrâ ve tatbîkine engel olmakla peygamberlere isyân etmiş olur. Peygamberlere isyân ise,  Allah’a isyân hükmündedir. Bu ise, küfrün ta kendisidir.

Keza ahkâm-ı İlâhiyyenin belli bir zamanla mukayyed olduğuna, o ahkâmın bütün zamânlara hükmetmediğine inanmak da küfürdür. O hâlde, bir kimse ahkâm-ı İlâhiyyeyi belli bir zamâna hasredip o ahkâmın kıyâmete kadar devâm edeceğine inanmazsa, küfre girmiş olur.
Çünkü, İlâhî hükümler ve emirler zamânla mukayyed değildir. Ezelden gelmiş, ebede gidecektir. Cenâb-ı Hak, ahkâm-ı İlâhiyyenin aslâ değişmeyeceğini ve bütün zamânlara hitâb edip ihtiyâclarına kâfî geldiğini beyan buyurmaktadır. (En’am Sûresi, 115)
Bu günkü manzaraya bakıldığında nasıl bir direnç ve direnme ile karşı karşıya kalındığı ve dehşetin hangi boyutlarda bulunduğu âşikârdır. Teemmel !..

Asrımızın müfessiri olan Üstad Bediüzzamân (r.a) Hazretleri mezkûr âyetin tefsîri sadedinde şöyle buyurmuştur:
“Evet, Kur’ân’ın düstûrları, kánûnları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyyetin kánûnları gibi ihtiyâr olup ölüme mahkûm değildir. Dâimâ gençtir, kuvvetlidir.” 4
“ŞERÎAT-I GARRÂ; Kelâm-ı Ezelî’den geldiğinden, ebede gidecektir. Nefs-i emmârenin istibdâd-ı rezîlesinden selâmetimiz, İslâmiyyete istinâd iledir, o hablülmetîne temessük iledir ve haklı hürriyyetten hakkıyla istifâde etmek, îmândan istimdâd iledir. Zîrâ, Sâni-ı Âleme hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın halka ubûdiyyete tenezzül etmemesi gerektir.”
5

Şu halde bütün ehl-i imân, tek kelime üzerinde, Rabbânî emirlere inkıyad bağlamında güç ve fiillerini birleştirmedikçe “layıkıyla Allah’tan korkma”ya erişemez ve rızaya kavuşamazlar.
Allah’tan hakkıyla korkmak ve Müslüman olarak ölebilmek için de, her şeyden önce toptan Allah’ın ipine yapışarak tevhîd üzere bulunmak ve bunun gereğini icrâ ve tatbik edebilmek gerekir.

O halde bu konuda imân ehlinin çok hassas ve dikkatli olması gerekmektedir. Misyonu bozgunculuk ve ifsat olan bir kısım medyanın ve bir kısım çevrelerin propagandalarına kapılarak inançların tahribine yönelik maddî/mânevî dejenerasyon faaliyetlerine karşı uyanık olmalı ve Müslümanları bu komitelere karşı uyarmalıyız.

DİPNOTLAR:
1.Âl-i İmrân, 3/102
2. Mektubat, Dokuzuncu Mektub
3. Barla Lahikası, Yirmi Sekizinci Mektubun 8. Mes’elesinin 3.Nüktesi.
4. Sözler,Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şuâ, Üçüncü şavk  İkinci Cilve , Üçüncü Derece.
5. Târihçe-i Hayât, Birinci kısım; Divan-ı Harb-i Örfi, ‘‘Yaşasın Şeriât-ı Ahmedî’’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum