Kur’an müslümanlığı mı cahil cesareti mi?

Zaman zaman emanet aldığım kitapları ‘vaktinde iade edememe’ problemi yaşıyorum. Kütüphanecilerimiz de, sağolsunlar, belki iki yüzün üstünde kitabı sağ-salim iade etmiş olmama rağmen, gözümün yaşına bakmıyorlar. Her defasında 'gecikmişliğimin' altını çiziyorlar. Bir keresinde artık dayanamadım: "Kitabı çok geciktirmişsiniz" diyen görevliye "Sadece dört gün!" diye sitemli bir cevap verdim. "Çooook!" dedi. Ben de kendisine 'çok'un göreceli bir şey olduğunu hatırlattım. Cevabı şöyle oldu: "Beyefendi, kütüphaneci benim, dört gün çok!"

Geometride, hem de daha yolun başındayken, aldığımız bir derstir: Bir doğru çizebilmek için en azından iki nokta gerekir. Farklı konumda iki nokta. Tek noktadan bir doğru oluşturamazsınız. O doğrunun nereden başlayacağını bilseniz de ne yöne doğru gideceğini kestiremezsiniz. İlk nokta potansiyeldir. Sonsuz tane doğru geçebilir. Herhangi bir yöne giden herhangi bir doğrunun parçası olabilir o nokta. Bu ‘olabilecekler’ potansiyeli, sizi, onun hakkında kesin bir yargıda bulunamaz hale getirir. Herşey izafileşir. Bu nedenle bir noktadan doğru oluşturamazsınız. Doğru çizebilmeniz için nereye doğru gittiğini/gideceğini gösteren ikinci bir noktaya ihtiyacınız olur.

Bediüzzaman, 11. Lem'a'nın 3. Nükte'sinde, sünnet-i seniyyenin 'mânevî bir fırtına içinde' gördüğü fonksiyondan bahsediyor: "Sünnet-i Seniyyenin meseleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. (...) Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır. Ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum."

Peki sünnet-i seniyye bunu nasıl başarıyor? “Allahu’l-a’lem!” kaydıyla kanaatimi yazayım: Bunu hayatın içinde bize hediye ettiği 'ikinci noktalar' sayesinde başarıyor. Yani Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın ilk müfessir, ilk muallim ve ilk uygulayıcı olarak ortaya koyduğu anlatım, aynı zamanda yaşama serpiştirilmiş ikinci noktalar... Ve biz (ayetleri de hakikatin metinsel noktaları olarak kabul edersek) Kur'an'dan hayatlarımıza doğruları sünnet-i seniyye sayesinde çizebiliyoruz. Yoksa, tek noktadan bir doğru çizerken yaşadığımız şaşkınlık gibi, nereye gideceğini/gideceğimizi kestiremiyoruz. Mürşidim gibi diyoruz: "Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var."

Sünnet-i seniyyenin otoritesi olmadığı zaman Kur'an ve hayat arasındaki insanî bağ kopuyor. Bu, mü'mini, gündelik yaşamında 'seçeneklerin baskısı' altında bırakırken; Kur'an'ı da lafız cambazlarının ellerinde korumasız hale getiriyor: "Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok."

Tahrif önce yorum üzerinden olur. Geçmiş ümmetler kendi kudsî metinlerini bu yolla tahrif etmeye başladılar. Sünnetin Kur'an'ın bir kalkanı olması tam da bu noktada. İlginçtir, başka hiçbir ümmet de, ümmet-i Muhammed aleyhissalatuvesselam gibi peygamberinin sünnetini/dersini hıfzetmedi. Bu demektir ki: Kur'an'da beyan buyrulan korunma, sadece lafızların korunması değildir, aynı zamanda o lafızlarla kastedilen manaların da korunmasıdır. Ki bu koruma da bir açıdan sünnetin hıfzıyla olmuştur. Elhamdülillah. Yani Hafîz-i Zülcelal sahabeyi, tabiîni ve tebe-i tabiîni bu hayra vesile yapmıştır. Allah hepsinden razı olsun.

Bugün kurban gibi, namaz gibi, hac gibi amelleri sırf Kur'an üzerinden(!) anlamaya çalışanların nasıl haltlar yediklerini görüyoruz/okuyoruz. Hak mezheplere, güya çıkardıkları ihtilaf için, laf atarken; aslında her densiz bireyi bir mezhep imamının asla olamayacağı kadar cüretkâr kılıyorlar. Yani ahmakların duvarlarını kaldırıyorlar. Aptallara yol açıyorlar. Cahilleri din hakkında hüküm verir yapıyorlar. Bunun bedeli ise, iddia ettikleri gibi ittifak değil, neredeyse birey sayısı kadar yepyeni dinlerin inşası oluyor. Bu inşanın buluşacağı yer de elbette İslam değil ancak ‘panteizm’ veya ‘deizm’ görünüyor.

Kütüphaneci büyük bir hikmetin ucunu gösteriyor bize: Kelimelerin ne anlama geldiğini kim belirleyecek? Kimin 'çok'u geçerli olacak? Otorite spesifikliği giderir. Kur'an'ı anlamada otorite kim olacak? Kelam-ı ilahî tekbir metin olarak aramızda duruyor. Doğru. Fakat metnin ne anlama geldiği noktasında netliği kim sağlayacak? İkinci noktayı kim belirleyecek? Kimin yorumunu kabul edeceğiz? Kardeşlerim, dikkat edin, bu "Kur'an Müslümanlığı" hareketi aslında bir "Kur'an'ı spesifikleştirme" hareketidir. Bunlar, hak için değil, ikinci noktayı sünnet-i seniyyenin elinden almak için hadislere saldırıyorlar. Maksat Kur'an'ı netleştirmek değil bulandırmak. İçinden sonsuz sayıda doğru geçebilir tek nokta haline getirmek. Sonra o doğruların nereye gideceğini de elbette kendileri belirleyecek. İkinci noktayı hevalarına çektiği yere koyacaklar. Şimdi, %90'da ittifak etmiş, %10’u yine bize rahmeten ihtilaflı dört hak mezhebimiz var. Kaleden sağlam duvarlarımız var. Fakat, Allah korusun, din bu ‘yeni nesil müçtehidlerin’ eline geçse, insan sayısı kadar dinimiz olacak. %10’da dahi ittifak etmeyen şaşkınlar göreceğiz.

Cenab-ı Hak cümle müslümanları bu ahirzaman fitnesinin şerrinden korusun. Ayaklarımızı ehl-i sünnet ve’l-cemaatin istikametli çizgisinden ayırmasın. Fırka-i naciyenin gölgesinden başka gölgeye sığındırmasın. Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
17 Yorum