Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Koruma kanûnu mu, şuur iğdişi mi?

Dünyada insanî mânâda tek medeniyet var: İslâm Medeniyeti! İnsan ile birlikte bütün kâinatı yaratan Allah’ın esma ve sıfatlarına dayanan, şüphe götürmez bilgi ve hakikatlerden doğan bir medeniyet.

Adalet, hürriyet, şefkat, merhamet, muavenet, muhabbet ve uhuvvetin aslî unsurlarını teşkil ettiği bu İlâhî medeniyetin bir muadili yok. Ne insan akıl ve iz’anını çatlatan muharref Hristiyanlık, ne de ondan daha beter durumdaki Yahudilikten insanî bir medeniyet doğar; doğmamıştır, doğmayacaktır. Bu iki muharref inancın beşeriyete geçmişte acı ve ızdırabdan başka verdiği bir şey yok. Bu gün ise şiddeti artan bir zulmün kaynağı durumuna düşmüş vaziyetteler.

Dünyadaki bütün fitneler, bütün savaşlar, bütün zulüm ve katliamlar bu iki muharref dine istinad edenlerden çıkıyor. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İsrail’in başını çektiği büyük zulüm kutbunun eksik bıraktıklarını Rus ve Çin ekseni tamamlıyor. Orta yerde hayatları imha edilen mazlum kitlelerin kahir ekseriyeti Müslüman, çok azı ise kendilerinden olan fakir millet ve ülkeler.

Çarpıklıklarının, tahrif edilmiş bünyelerinin kaçınılmaz neticesi olarak, her türlü dinsizlik ve ahlâksızlığın da rahm-ı maderi olan bu iki muharref inancın beşeriyete hediyesi, medeniyet adı altında kustuğu her türlü zındıklık, ahlâksızlık, hayvanlık ve vahşettir. İnsanlık adına hiçbir değeri yaşatmayan Batı felsefesi; medeniyet, ilim ve düşünce değil; cehâletin, şuursuzluğun, ahlâksızlığın, alçaklığın, hayvanî hâkimiyetin en rezil, en hayasız şeklidir.

Hiçbir hayvan, Allah’ın inkârına çalışan Batılı bir filozoftan daha şuursuz, daha zavallı, daha zelil ve daha değersiz değildir. Muharref Hristiyanlık ile Yahudiliğin hezeyanlarından hareketle dine düşman kesilen Batı felsefesi, hiçbir zaman İslâmiyet ve kaynaklarına eğilmedi, hakikati tedkike yanaşmadı. İslâmiyet’in de kendi dinleri gibi hezeyanlar mecmuası olduğundan hareketle ona karşı da tavır aldı.

Halbuki insanlık için tek necâd kapısıdır İslâmiyet… İslâmiyetin beşeriyet için sebeb-i saâdet olabileceğini gördükleri için de bütün güçleri ile Müslümanlara taarruz ediyorlar. Zirâ biliyorlar ki, İslâmiyet hükümrân olsa, ilk kaybedecek olanlar, dünyanın bütün nimetlerini hayvanî bir bencillikle yağmalayanlar olacaktır. Yağmalayanlar, yani kendileri.

Onun için kırk ayrı koldan, kırk ayrı şeytaniyet ve dessaslıkla, ardı arkası gelmeyen taarruzlarla İslâm coğrafyasına hücum ediyor, tarihin en dehşetli zulüm ve katliamlarını demokrasi ve insanlık maskesi altında alçakça, rezilce, hayasızca irtikab ediyorlar.

Bir taraftan işgâl ve istilâlarla imha ettikleri Müslümanları, öbür taraftan yoğun bir zihin işgâli ile hiçleştirmeye, mankurtlaştırmaya, kendileri gibi ahlaksızlaştırarak hayvanlaştırmaya çalışıyorlar. Müslümanlar, topraklarını korudukları yerlerde bile değerlerini koruyamıyorlar. Maddî vatanları için hayatlarını feda edenler, mânevî vatanları olan inanç ve değerlerinin tahribi karşısında hayvanlar kadar şuursuz, hayvanlar kadar bigâne kalıyorlar.

Bu mânevî vatan işgâlinin, zihin istilâsının, mankurtlaştırılmanın ilk hedefi biz olduk. Yaklaşık bir asır önce ağır bedeller ödeyerek, masa başında büyük kayıplarla da olsa, üstünde yaşadığımız vatan topraklarını kurtarırken mânevî vatanımızı bütünüyle kaybettik. Ceddimizi 22 milyon metre karelik topraklardan süren Batılı düşmanlarımızın inayetine mazhar olmak için bütün değerlerimizi, Ankara’nın ele başılığında tahrib edip üzerinde horon teptik. İnançlarımızı, tarihimizi, ahlâk ve irfânımızı, bin yıl kullanıp muazzam bir irfânın anahtarı hâline getirdiğimiz alfabemizi, bir milleti yaşatan ana unsur dilimizi ellerimizle, hiçbir düşmanın yapamayacağı bir düşmanlıkla tahrib ederken, kendimizi yıktığımızı, kendimizi mahvettiğimizi anlayamadık.

Direnen bir avuç serdengeçti ise bedelini ya İstiklâl Mahkemelerinin derme çatma sehpalarında hayatları ile ya da her türlü işkence ve zulmün efendilerin eğlencesine dönüştüğü zindanlarda hürriyetleri ile ödediler. Bu cinnet panayırında yetişen yeni nesiller artık bizden değildi, biz değildik, biz kalmamıştık.

Eğitim müfredatı bir asırdır aynı minval üzere bütün değerlerine düşman, Batının her tür ahlâksızlığına düşkün Batıperest nesiller yetiştiriyor. Kemalizm ve Atatürkçülük adı altında geçen asrın bütün cürümleri, bütün kasıtları, bütün yanlışları devlet ideolojisi olarak, kanun maskesi altında devlet cebri ile korunmaya, dayatılmaya devam ediyor.

Türk insanın şuuruna bir pranga gibi vurulan, dilsizleştiren, hayvanlığa mahkûm eden 5816 nolu kanûn, altmış sekiz yıldır dokunulmayan tabu olarak yaşıyor. K. Atatürk’e hakareti men etme kasdı ile çıkarılan bu hukuk ucubesi, uygulamada bir devrin bütün hatalarını, bütün kasıd ve cinayetlerini karanlık bir peçe gibi örtmekte kullanıldı. Dünyanın hiçbir yerinde hakaret addedilemeyecek en basit, en sıradan ve en masum imalar bile düşünen ve konuşan insanların mahvı için fırsat telâkki edildi. Daha da kötüsü, düşünen insanların neslini bitirdi, bitiriyor.

Allah ve Peygamberi bile koruyacak hususî bir kanun yok iken, bir fânî için, CHP’nin şirretliği ve baskısı altında Menderes’in bilmecburiye ve iyi niyetle çıkarmaya mecbur kaldığı bu kanûnun hâlâ mer’iyette olması, ülkenin önünü tıkayan en temel problemlerden biridir. Bu ucube kanûn mer’iyette oldukça kaybettirdiklerinin neler olduğunu anlamak mümkün olmayacaktır.

Bugün CHP diye bir parti hâlâ yaşıyorsa; Kemalist, Atatürkçü ve Ulusalcı bir avuç zümre devlete ferman dinletiyorsa, bu kanûnun varlığı sebebiyledir. Atatürkçülüğü amentüleştiren bir devlet ile alacağımız yol, dolap beygiri gibi bir avuç toprakta dönüp durmaktan ibaret olacaktır. Bu kanûnun, K. Atatürk devri icraat ve düşüncelerinin konuşulmasını, tartışılmasını metni itibariyle olmasa bile uygulama geçmişi ile yasaklayan varlığı durduğu müddetçe, ne devlet ıslâh olur, ne millet değerleri ile buluşabilir. Zirâ, şuuru iğdiş edilmiş bir milletin yaşaması mümkün olmadığı gibi, yaşamaya liyâkati de kalmaz.

Ümid ve temenni ediyorum ki, iktidar, bunun kendi ayaklarına da vurulmuş ağır bir pranga olduğunu, daha fazla gecikmeden farkeder ve ya büsbütün kaldırır, ya da olması gerektiği şekle irca edip hakaret ile sınırlar; uygulamadaki keyfîliklerin önünü keser. Tamamıyla kaldırmak ise her şeyden önce demokrasi ve hukuk devleti olmanın gereğidir. Kişiye mahsus kanûn akla ziyandır, hele de bir asır önce göçüp gitmiş birisi için.

K. Atatürk’ü kendi milletinin hakaretlerinden koruma kasdı taşıyan bu kanun kendisi, aynı kişi için büyük hakarettir. Zirâ, bu kanun, zımnen de olsa K. Atatürk’ü milleti tarafından bolca hakaret edilebilir zayıflıklar içinde vehmettiriyor. Her tarihî şahsiyet, her devlet ricâli gibi K. Atatürk de tenkid ve tartışmalara, icraat ve düşünceleri itibariyle açık olmalıdır. Doğruları alkışlanmalı, yanlışları tenkid ile düzeltilmelidir. Tahkirden men için ise sokaktaki her insanı koruyan kanunlar kâfidir. Devlet bir kişiyi değil, herkesi tahkirler karşısında korumaya almıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.