kirpiklerin kılıcını çekmiş de mesnevi-i nuriye...

kirpiklerin kılıcını çekmiş de mesnevi-i nuriye...

Mustafa Oral'ın şiiri...

Kızkulesi’ndeki Denizkızı
/
bu limana uzaklardan selam veren bir çok gemi geçti de buralardan
bu yakınlardan senden ırak yıllar hiç geçmedi, hiç geçmeyecek sanki
/

sen Pamukova yöresine ait bir şiirle giriş yapıyorsun aşka
denizin göğsünden padişah pulları derleyerek
ellerin binlerce yıl ayın alazından geçmiş sanki
sanki buğulu bir gümüş dağıtıyor yakamozlara
tarlalara saçılan çiğ buğday misali

kirpiklerin kılıcını çekmiş de mesnevi-i nuriye okuyan bir levendi biçiyor
yeşillendiğinde seni sarı renklere devşirecek göklerinden
geliyorsun parmaklarının geldiğini söylediği yerlerden

gözlerim, ah bu ağlamaklı gözlerim,
göremiyor, göremiyor senin nerelerden geldiğini
çadır gibi akasyaları örten, denizi öpen ellerinin coşkusundan
sonra işaretler, renkler, sözler, cüzler kitabı parmaklarından
göremiyor, deryaya yüzük gibi dizdiğin kadırgalara bakarken
sevdan sayrılı bir savaş aslında deniz yangınlarında
denizin sayfalarında saçlarının donanması göveriyor bir baksana
bir baksana takvimdeki şu ağrıyan denize
bir baksana bin beş yüz otuz sekize, iki bin sekize
deniz kızı ilerliyor kız kulesine, işte Preveze
ben ne bir korsanım, ne bir forsa, ne de Barbaros Hayrettin Paşa, bir baksana

oysa sen Preve deniz savaşını hatırlatan
kahverengi saçlarla, ela gözlerle
donanma donanma boy atıyorsun ufuklarda
tirkeşinde kaç bin korsan var, kaç bin forsa
aşka savaş açan bir levendi gözlüyorsun Kızkulesi’nde güya
bir manga menekşeyi bir kılıç gibi levendin göğsüne saplamak öyle mi
oysa şiir karanfilden bir burçtur her cenkte levende
sen bunu ne zaman öğreneceksin, sen bunlara ne zaman üzüleceksin

şimdi iniyorsun bir bayrak gibi denizin gönderinden
iniyorsun yanakların solgun bir güneş
dağ türküleri yakıyorsun sırtında Pamukova’nın                                                                                                              Pamukova güneşe ateş almaya gidiyor,
sen nereye gidiyorsun, sen nereye

gözlerinin Kızkulesi’nden döndüğünü
ellerinin duvaklarına alnını dayamış
çok şekerli cezayir kahveleri içen kayra söylüyor
sen neler söylüyorsun, sen neler söylüyorsun

artık kahve saçların gökkuşağına buluyormuş kendini, bulasın
gökkuşağı da sende buluyormuş kendini, bulsun
sen geceye dönmek üzereyken yalnızlığına devriliveriyormuşsun, devril bakalım
içmiş gibi oluyormuşsun aşkı deniz süvarisinin cezve gözlerinden, iç bakalım

oysa şimdi ben derya gibi dilleri olan deniz dervişleri ile ağlıyorum
ancak o zaman sızıp kalıyorum yatır başlarında
ancak o zaman sızılarım diniyor afyon tarlalarında
ancak o zaman seviyorum adaları, ada çaylarını

neyse... neyse ela gözlü, neyse Pamukova karanfili
hatıraların sarhoşluğunda afyonum Edabali
konçerto, serenat, marş, mehter, bir de şiir, sade ve duru
biraz daha hatırla aşkı denizkızı, biraz daha hatırla yağmuru