Kayıp Kuşağa Mektuplar-17

Kayıp Kuşağa Mektuplar-17

Yusuf TOSUN'un yazısı....

Sevgili Dost,

Yine sıcak bir yaz mevsimine ayak bastık. Her taraf cayır cayır yanıyor. Okullar tatil oldu ve dört bir yana dağıldı herkes. Malum şimdilerde yaz mevsiminin o rehavet kokan atmosferi hakim her tarafa. İşler de, satışlar da düştü. Piyasalar durgun… Ne kitap okunuyor, ne gazete, ne de dergi…En iyisi gene mektup.. Kimi esnaf kepenk kapatırken, kimisi de miskin miskin hala tekkeyi bekliyor. Aslına bakarsan yazın; rehavete kapılıp miskinleşenlerin kışını da gördük ya… Neyse… Oralarda gezinmeyelim şimdi istersen. Gelelim sadede…

Kıymetli Dost,

Sana bu mektubu bir tatil beldesinden yazıyorum. Deniz, kumsal, güneş… Sana fersah fersah uzaklardayım. Ancak ruhum o ilk günkü masumluğuyla sana yakın.  Yazarken içimdeki alev, her kelimede bir kat daha yükseliyor. Yüreğim harlanıyor bu yaz sıcağında her kelimeye dokunuşta. Biraz buruk, biraz mahcup, biraz da sitemkar… Bir zamanlar tatil hayalini bile yasak etmişken kendimize, şimdi topyekun tatildeyiz aziz dostum. Aslında seninle paylaşmak istediğim ideallerimden bahsedecekken tatile takıldım kaldım. Sana ve kuşağıma bütün yüreğimle açık olmak istedim. Artık itiraf etmek istiyorum: Topyekün tatildeyiz. Duygu, düşünce, inanç ve eylemlerimizle topyekün  ara verdik. Sen orda, ben burada, öteki orada…Her şeyimizle tam pansiyon tatil yaşıyoruz. Hayatın bir parçasında değil, bütününde tatil yapıyoruz. Ama inan damarlarıma enjekte olan o aşı, tatilde bile beni terk etmiyor. Denize giriyor ama yüzemiyorum, kumlara uzanıyor ama güneşlenemiyorum. Kahvaltıyı yapamıyor, mangalda et pişiremiyorum. Gece yatağımda o hayaller hala peşimi bırakmıyor. Beynimin en ücra köşesinde bile o “virüs”(!)’le mücadele halindeyim. Dünya’ya ters tarafından uzanmadık değil mi üstadım? Sitemlerini ve varsa gözyaşlarını akıttığını görür gibiyim.

Sevgili Dost,

Dedim ya Silivri deniz kumsalındaki şezlongdan yüreğinin o en masum sahillerinde kulaç atıyorum şimdi. Önümde uzanan masmavi deniz ve denizde yüzerek keyif çatan aynı familyadan yaratıklar… Deniz, kumsal ve güneş… İnsan gerçekten her şeyden soyutlanarak ruhuyla baş başa kalıyor böyle anlarda. Ya da en azından büyük bir çoğunluk için deniz, kumsal ve güneş böyle bir çağrışım yapıyor. Ama gene de insan içinde eksik bir şeyler hissediyor. En azından böyle düşünüyorum ben. Bazen de tutuklaşıyor insan böyle anlarda. Yazmak, ifade etmek, anlatmak istediği her şeyi unutuyor.

Sevgili Dost;

Malum, bir (sadece bir mi? Ama şimdilik bir…) darbe yedi bu kuşak; yani 28 Şubat.. Öyle diyorlar. Kimin ağzına açsan son zamanlarda, hayatındaki bütün olumsuzlukların faturasını o meşhur “28 Şubat”a kesiyor. “28 Şubat “ olmasaymış her şey çok farklı olurmuş. Her taraf güllük gülistanlık, inancını o biçim yaşarmış. Aslında hala bu 28 Şubat sendromuna aklım ermedi. Düğümü çözemedim 28 Şubat”ın. Bana kolaycı bir mazeret gibi gözüküyor. 28 Şubat Antalya sahillerine, altınoluk otellerine… tatile mi çık diyor? Ya da inanç ve düşünceni terk  et mi diyor. Daha önce üç günde bir elbise değiştirenlerin, günde üç defa elbise değiştirmelerini mi istiyor 28 Şubat? Uzan şöyle bir kutlu peygamber sahillerine. Yaşanan zorluk, eziyet ve cefayı şöyle bir hatırla…Taşlamalar, sövmeler, hakaretler, şehirden kovmalar…Yeniden hatırla! Titre ve kendine gel!...  Neyse… Geçenlerde Kıymetli insan Ali Bulaç’ın bir röportajında ifade ettiği gibi; 28 Şubat siyah ciplerine bin ve orman ortalarındaki villalara mı kaç diyor? Hayır dostum, kendi kendimizi aldatıyoruz ve çok kolaycı bir dünyada sermayeden tüketiyoruz.

Biraz da iğnenin ucunu kendimize  batırmamız gerekiyor. Kendimize yeniden güven aşılayarak ayağa kalkmak ve son hamleyi yapmak gerekiyor. Yeniden o kitabı okuyup yola kaldığımız yerden devam etmemiz gerekiyor. Unutmamak gerekir ki zafer; sonuna kadar direnmesini bilenlerindir.

Malum bu yaz mevsiminde bir kesim tatil hesapları yaparken, öteki çoğunluk kesim sabah kahvaltısı için ekmek arbedesi yaşıyor. Aynı önlüğü, ayakkabıyı, çantayı gün içerisinde paylaşan çocuklarımız ağlıyor yanı başımızda… Yığınlarca çocuk tarlada çalışırken karnelerini aldı. Mutlu bir azınlık da limuzinlerle çocuklarının karnelerini alıp denize koştular. Ama biz duymuyoruz acıyı yüreğine bastıranların çığlıklarını. Köprü altlarında, çadırlarda hayat mücadelesi veren; metropolde devlet içerisinde devletleşen devlerle aynı zaman diliminde yaşıyoruz. Bütün bunlardan daha vahimi zaman; yaşantımızın yanı sıra düşünce ve hayallerimizi de törpülüyor farkında olmadan. Her geçen gün evcilleşiyoruz. Bu kuşak en değerli sözlerini bir kolye gibi boynunda taşıyor. İnciden bir kolye… Namlıya sürülmüş sözcükler sahibinin tetiklemesini bekliyor.

Sevgili Dost,

Hayatın uzun ve virajlı yollarında trafik levhalarına dikkat etmeyen sürücünün kaza riski her zaman yüksektir. Yaşam da kısa bir yolculuktan öte nedir ki? Tatil küçük bir anekdot, yolculuğun tamamı değil. Tatil hesap ve hayallerini bir tarafa bırakıp topyekun tatilden çıkıp sefere çıkma zamanı geldi de geçti bile. Umarım bu kutlu sefer yakındır.

Selam ve muhabbetle…