Kayıp Kuşağa Mektuplar- 12

Kayıp Kuşağa Mektuplar- 12

Yusuf TOSUN'un yazısı....

Sevgili Dost,

Uzun bir süredir yeni kelimelerden orijinal cümleler kurmak istiyor, ama tam olarak başaramıyorum. Aslında yapmak istediğim yepyeni kelime ve cümleler oluşturmak da değil... Eski ama  eskimeyen kelimelere, olması gereken anlamı yüklemekten başka bir çaba değil benimkisi. Hiç şüphesiz hiçbir şey yoktan var edilemez ve var olan da yok edilemez. Bu durum; tabiatın da vazgeçilmez bir kanunu değil mi? Sadece süregelen/süre giden bir döngü söz konusu. Eşya yer değiştiriyor, hal değiştiriyor, kabuk değiştiriyor belki de. Renk ya da konum….. Ama öz, olduğu gibi muhafaza ediliyor. İçimizdeki cevher, işletilmek için hünerli eller bekliyor. Ötesi ise;  kal-u  kil….

Değerli Dost,

Düşünceler/idealler/hayaller de söz konusu döngünün ötesinde başka bir anlam ifade etmiyor. Aslına bakarsan; kullandığımız kelimeler ve cümleler, yüklenen anlama göre değişik yerlere konuşlandırılıyor. İçi olabildiğince boşaltılmış kelime ve kavramlar, düşünce dünyamızı da dumura uğratmış durumda. Bu nedenle de, aynı kelimeleri söyleyemiyor ve aynı cümleleri kuramıyoruz. Şu da bir gerçek ki; aynı kelimeleri söyleyemeyip  aynı cümleleri kurumayanların, öte tarafta aynı hedefe koşar adım gittiklerini de yakından müşahede ediyoruz. O halde; önce aynı kelimeleri aynı anlamda kullanabilmemiz için öncelikle, aynı dili konuşmamız ve aynı fikriyata sahip olmamız gerekiyor. Aynı anlamda kullanılan kelimelerden oluşacak cümleleri, belki o zaman yerinde kullanmamız mümkün olabilecektir. Asıl sıkıntı da; o cümleyi kurabilmekte yatmıyor mu?

Sevgili Dost,

Geçmişte kurduğumuz bazı cümleleri, bu gözle değerlendirmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Kullandığımız kelimeleri iyice anlamlandırıp konumlandırmalı ve akabinde cümledeki yerine yerleştirebilmeliyiz. Cümlede bir anlam ifade etmeyen kelimeleri de bir çırpıda silebilmeliyiz. Aksi taktirde gereksiz kelime yığınlarından oluşmuş cümlelerin anlam kaybına uğraması kaçınılmaz olur. Az, öz ama tam taşı gediğe koyan cümleler kurmamız gerekmektedir. Yani; içinde senin, benim, onun velhasıl hepimizin yer aldığı cümleler... İşte uzun süredir, o cümleyi kuramamanın derin ızdırabı içinde olduğumu ifade etmeye çalışıyorum. O kesif ızdırap bütün haşmetiyle yüreğimden akıyor şimdilerde. Hüzün kovası tepemden akmış vaziyette, sırılsıklam tetikteyim anlayacağın.

Kıymetli Dost,

Düşünce dünyamda önemli bir yeri olduğuna inandığım düşünür/dava adamı/sosyolog Ali Şeriati’nin kelime ve kavramlara bakış açısını anımsadım bu duyguları seninle paylaşırken. O,  bir toplumu değiştirebilmenin en etkin yöntemi olarak ele alıyor kelime ve kavramları. Yani bir milleti değiştirebilmenin (menfi/müspet) en kolay yolunun; o milletin kelime ve kavramlarını değiştirmekten geçtiğinin altını çiziyor merhum Doktor Şeriati. Yüzyıllardır Afrika’da, Ortadoğu’da, bütün İslam Dünyası’nda yapılan/yapılmakta olan, bu düşünceyi teyit etmiyor mu? Bir milletin dili değişiyor ve tüm insanlık seyir halinde! Eli kolu bağlı vaziyette, dramatik bir tiyatro seyreder gibi hem de... İnsanlık elden çıkıyor sevgili dost ve biz hala uyumaya devam ediyoruz. Ne hazin değil mi?

Önemli bir tespitte bulunan Ali Şeraiti şüphesiz ki tezinde haksız da değil. Yükselen veya tarihten silinen birçok toplumda bu durumun söz konusu olduğunu görüyoruz. Bu nedenledir ki; bir kavram bile, bir düşünürün ömür boyu azığı olmaya yetebilmiştir. Yeter ki o kelime ve kavram, sağlam bir zemin üzerinde konumlandırılıp anlamlandırılabilsin. Gerisi kendiliğinden akar gider doğrulara doğru. Çünkü kelimler de tıpkı canlılar gibi duygusal yaratıklardır. Yeri gelir konuşur, yeri gelir öfkelenir, yeri gelir ağlarlar... Yeter ki biz onlarla iletişim kurabilelim.

Aziz dost,

Sevgili sosyologun işaret ettiği durumu, bugünlerde daha yakından solumaya başladık. İçi tamamen boşaltılmış bazı sembol kavramlarla toplum uzun süreli bir uyku faslında. Senin de tahmin edebileceğin gibi Demokrasi, Cumhuriyet, Hürriyet, Seçim… gibi kavramların içi iğdiş edilmiş kavramlar olarak karşımıza çıkıyor bu durumda. Tanımlama ve teorik boyutunda mükemmeliyet arz eder gibi görünen, insanın içini okşayan bu kavramlar, ne yazık ki anlam kayması ve buharlaşmasına uğramış durumda. Bazı çıkarcı kesimlerin söz konusu kavramların arkasına sığınarak saltanatını sürdürme sevdasında olduğunu görmek üzücü şüphesiz. Belki de bu mektup sana ulaştığında böylesi bir üzücü tercih aşamasında oy kullanıyor/kullanmıyor olacaksın. Seçim, oy, demokrasi……tek çözüm değil. İfade etmek istediğim; bütün bu olup bitenlerin büyük bir oyunun parçası olduğunu hatırlatmaktır. Adeta evcilik oynar gibi -ama evcilik oyunu oynayanlar gibi masum değil- toplumlarla/bizlerle oyun oynanıyor. Tabirimi mazur görün; halkı bir sürü gibi algılayan Toplum Mühendisleri tarafından bir o tarafa, bir bu tarafa güdülmekten rotamızı şaşırmış durumdayız. Millet olarak sürekli önümüze barikatlar konuluyor. Engelleri aşmaktan, yola devam etmekten korkmamamız/yorulmamamız gerekir. Unutmamalı ki; hiçbir başarı bedelsiz değildir. İyiye ve doğruya omuz vermek, kötü ve yanlışa engel olmaktan başka çaremiz yok.

Kıymetli Dost,

Malum; yazın kavurucu sıcaklığında memleketim seçimle terliyor; ya da bunaltıcı sıcaklıkta yapılan bu seçim, memleketimi buram buram terletiyor. Hangi seçim, kimin seçimi istifhamlarını duyar gibiyim. Haklısın dostum. Kim, kimi, niçin seçiyor? Seçen kim, seçilen kim? İşin ehli gerçekten seçilebiliyor mu? Anlaşılan bu seçim müsameresinde de ucuz bir figürandan farkımız olmayacak. Yine bize biçilen o ağır rol ve biz baş başa kalıyoruz.

Aziz Dost,

Aslında zor bir seçimle karşı karşıyayız. Bu zorluk içimizde... Yüreğimizin   derinliklerindeki seçimi iyi yapmak zorundayız. Yüreğimizin derinliklerinden gelen fıtratın seçimine kulak verdiğimizde, doğru istikameti bulmak pek de zor olmayacaktır. Bu nedenle; önce seçime yüreklerimizden başlamak en elzem olanı olsa gerek. Önce hangi yürekten seçime gittiğimize karar vermeliyiz ki, ayaklarımız o yöne gitsin, gözlerimiz o tarafa baksın ve kalbimiz o mühürle mühürlensin. Aksi taktirde karanlıkta tekme savuran amadan farkımız kalmaz.

Esen kal...
O’na emanet...