Kağıttan Kelebekler

Kağıttan Kelebekler

Caner Kutlu'nun hikayesi...


Albay emeklisi babam, civciv gözleriyle arkamdan sessizce ağlarken ben uçağın puslu penceresinden olanları değil, olacakların hayalini görüyordum; geçmiş, gözlerimin miyopisi altında bir kızarıklık, acı bir yanma olarak kalıyordu. İngiliz filolojisi okuyacaktım, burs kazanmıştım, önce iyi bir eğitim sonra yurtdışı, ardından geri gelip yüklü bir maaşla iş imkanı, derken, hayat devam edecek, sonunda babam elindeki maaşının dışında da bir hayatı görecekti.

Yıllarca okudum. Onlarca ev değiştirdim. İşler buldum, ayrıldım. Kitap çevirdim. Şiir yazdım Akif taklidi dediler, attım. Şarkı sözleri yazdım onlarca, Orhan Gencebay’a gönderdim. Sabahın ayazında top peşinde koşturdum. Geceleri ucuz kadınlar aradım. Bazı akşamlar dini sohbetlere katıldım. Ahmet efendi, Mehmet hoca geldi, koş gidelim dediler, koştum gittim, vaazlar, nasihatler aldım. Kız yurtlarında çok sabahladım. Ziraat, iktisat, sonra eğitim fakültelerinin kapısında akşamladım. Kız peşinde otobüsten otobüse bindim, marketlerin arka çıkışlarını öğrendim, çok ekildim, çok kandırıldım, kaybettirildim. Askeri kimlikle ucuz alışverişler yaptım. Kötü tatlılar yedim. Beden eğitimindeki kızları düşledim. Evden kovuldum, arkadaş yeniledim. Babamdan para gelmediği günlerde sığıntı kaldım, sokakta dövüldüm, gözlüklerim kırıldı; sarhoş muhabbetlerine katıldım, sevdim, sevildim. Kuşburnu, ada çayı içtim, yanında kuru simit yedim. Almancı çocuklarını çok sömürdüm. Taklitler yaptım, radyolarda programcılık, tiyatrolarda marangozluk... Gizli gizli maçlara girdim, sahne arkasında kadınları izledim. Merkez Efendi’yi, şair Nedim’i sevdim. El kamerasıyla demo filmler çektim, komiklikler yaptım. Ajanslardan atıldım. Ha bire sigara içtim, gizli gizli paketler boşalttım ciğerlerime.. Kahvelerde sürekli geğiren, ağzını açıp esneyen amcalarla, yeni yetme gençlerle kağıt oynadım, zar arttım. Kum torbalarını dövdüm, elimi çatlattım, ayağımı kırdım;  dolmuş parası kalmayan kızlarla parklarda sabahladım. Okulum uzadı, senelerim aktı. Asistanla aşk peşinde koşacağına notlarını yükselt geri zekalı diyen hocama inat Şekspir’e gıcık oldum. Boşandığı karısını ayarttım; içsularıma giren salaş hali, kızıl saçları, sonra yemyeşil gözleri, katalog çekiminde yalnızca  seninle olurum deyişiyle beni fırtınalara sokan kadını ilk hafta sonunda kıyıya bıraktım. Aynı dersten beş kere kaldım. Şekspir’i de, hocayı da denize attım. Gemiyi yaktım, yüzerek kayalıklara ulaştım, dalgalarla birlikte vurdum, vuruldum. Suyun üzerinde kalan tüm gemi maketlerini, yüzen uçakları, balıkçı teknelerini, her ne varsa topladım. Kağıttan uçak yapıp hocanın odasına yolladım. Hoca kapısına yazmış, Rusya’ya gidiyormuş, defolsun gitsin dedim. Dersi sonunda geçtim.
...

Silah ithal eden bir şirkette çalışmaya başladım. Yazışmalar, çeviriler, telefonlar, spontane zırvalıklar, takım elbiseler, kapkara kahveler, Amerikalılar, yan odada Ruslar, alıp vermeler, rica minnetler, asker çocuğusunlar.. komutan eskileri, traş olmaktan kayışlamış tavuk arkası ağızlar, aman beyler, hadi beyler, canım beyler.. akşam ikramı hanımlar...

Purolarına laf söyletmezdim ama.. bu işi biliyorlardı gerçekten. Her büyük ihalenin sonunda koltuğum paketlerle dolardı, acı kahvenin yanına çikolata zevki, bir de kocaman açıp ağzımı.. dumanını savururdum çektiklerimin.. puronun dibine kadar sürerdi bu.. yine de acılarım kalırdı dudaklarımın kenarında...

İşler sarpa sarınca, Ruslarla Amerikalılar tanışınca, ben arada kalınca yol göründü, şirket battı, silahlar elde kaldı, kusura bakma babanın hatırı da bir yere kadar dediler, geriye dön, uygun adım marş, defol defol defol.  

...

Akşam kapıcı dairesinde inşaatçı ikizler karşıladı, en acısından menemen, yanında köyden gelen süzme yoğurt bir de sidik gibi çay, tatlı tatlı sohbet, yeni yazdıkları mektuplar, köydeki kızın resmi arkasına yazılan salakça maniler, zengin olmanın binbir türlü yolları, babaları ölünce aramayan hain amcalar, yarınki büyük gösteri için hazırlanmış pankartlar, kahrolsun pkk, yaşasın işçi hakları, Medine devleti, rutubet, kararmış yorganlar, derinden gelen lağım kokusu, borularda bitmeyen şarıltılar, mışıl mışıl uyumalar...

Sabah olunca eski patronum aradı, kusura bakma sana paranı da veremedik ama bir isteğim olacak senden dedi, ne işi dedim, hayır işi dedi, hayır diyemedim tabii, Malezya’dan bir aile gelmiş, adam bir araştırma için üniversitede çalışacakmış, karısı ve bir çocuğu ile kaldıkları otelde sorun çıkmış, şu anda şirkettelermiş, dil bilen biri lazımmış, insanlık namınaymış, ne olurmuş, sevapmış, hemen geleyimmiş.. Kalvaltıyı, beş günlük ekmek arasına kaynamış yumurtayla hızla yapıp, ikizlerle vedalaştım, doğruca şirkete gittim. Benim yarım kadar bir adam ve onun gibi bir kadın, kucağında bebek; ellerinde, içindekileri dışarı taşmış bir çanta..otelin adresini elime tutuşturuyorlar, patron diyor eşyalarını otelden alıp, şu adresteki eve yerleştirirsen çok memnun olacağım, bir kağıt da o veriyor.

Soğuktan gözlüklerim buharlaşmış, çıkardım, çantalarını aldım, taksiye bindik, otele gidiyoruz.. çocuk ağlıyor, kadın onu susturmaya çabalıyor, adam hızlı hızlı bana bir şeyler anlatıyor; bu otelde mahsur kalmışlar, paraları bitmiş, Malezya’dan para gelmesi gerekiyormuş, gecikmiş, çocukları da hastalanmış, otel soğukmuş, bir yıldır evlerinden uzaktalarmış, bundan önce de İngiltere’de kalmışlar, daha altı ay burada bulunmaları gerekiyormuş. Eşi başörtülü, sürekli dualar okuyor çocuğuna, Müslümansınız diyorum, elhamdülillah diyor, ben de tekrarlıyorum, merak etme diyorum, her şey düzelir. Otele gelince, çocuk da susuyor..

Otelin sahibesi karşılıyor kapıda, hırsız bunlar diyor, elli yaşlarında, koca memeli, ayrık ağızlı, üzerinde bordo kazak, bacakları boğum boğum olmuş bir kocakarı.. Nerden biliyorsun diyorum, otelin battaniyelerini çalmışlar diyor, iki tane eksik, odalarından çıkarmışlar. Kadına soruyorum, feryat etmeye başlıyor, ben hırsız değilim diyor, Ben müslüman, i am a muslim sesleriyle otel çınlıyor, kadın hızla çıkıyor, ben de peşinden. Kucağında çocuk ağlıyor, kadın bağırıyor, i am a muslim, ben hırsız değilim. Odanın kapısı açık, içerisi dağınık. Kapıyla pencerenin arasında uzun bir ip, çocuğun bezleri, elbiseleri asılmış. Yenilmiş meyve kabukları, çocuk mamaları, ortaya saçılmış gömlekler, çamaşırlar.. Kadın ağlıyor, i am a muslim, ben müslüman diyor hala, ben hırsız değil, diyor.Dolabın kapağını açıyor, arka taraftan iki battaniye çıkarıyor, kadına veriyor.. i am a muslim diyor ağlayarak, otel sahibesi susuyor, yalancı şerefsiz diyorum. Kadın ve adam eşyalarını hızla toplamaya başlıyorlar, çocuk ağlıyor, kadın ağlıyor, adam şaşkın, dualar ediyor, odada yalnız bırakıyorum.

Kocakarı yılışmaya çalışıyor, akşama görüşelim mi diyorum, olur diyor, boş odam var. Onların borcunu da akşama getiririm diyorum, tamam diyor, yılışarak; kollarıma tutunuyor, aşağıya iniyoruz. Beş dakika içinde ellerinde bavullarla geliyorlar, onları alıp kalacakları yere götürüyorum; teşekkür, dua, minnet, vedalaşıyoruz. Küçük çocuğa içsularımda kağıttan bir gemi yapıyorum oracıkta.. içinde gofretler, şekerler, sürpriz çikolatalar, umutlar, anneler, babalar, oyuncaklar taşınıyor; hepsi onun tek bir gülüşüyle yola çıkıyor.

...
...

Akşam otele gittim tekrar, kocakarı, yanında iri kıyım, insan azmanı bir herif, kekeler gibi konuşuyor, ne dediği anlaşılmıyor, kocam diyor otelin sahibesi, önemli değil. Kocası gidince yanıma yaklaşıyor, gözlerime bakıyor, babasız büyüdüm diyor, iki ağbim var, biri emekli oldu, diğeri işsiz, çok fakirlikle büyüdüm, annem eşekle tarlaya gider, akşam olunca gelir bizi beslerdi; ortaokula başlayınca beni istediler, annem de hemen verdi, paraları vardı, rahat edecektim. Kocam insan azmanı görünse de küçük çocuk kadar zekası yoktur, ben istediğimi yaparım, anlamaz bile. Dört kızım var en büyüğü üniversite okudu, hala bekar, onun küçüğü buraya gelen bir müşteriyle evlendi, gitti, diğer ikisi de bekar. Bir süredir biri peşimdeydi, sık sık otele gelirdi, şimdi bıraktı. Ama sen çok gençsin, hem de yakışıklısın, görgülüsün de, sevdim seni dedi. Sıkılmıştım konuşmadan, bu insanların sana ne kadar borcu var dedim, homurdayan bir sesle. O önemli değil dedi, ısrar edince, saymaya başladı, abarttığı belliydi, kendi yiyip içtiğini de onlara sayıyordu aşufte.. Kızdım, ne kadar dedim bağırarak, kocakarı korktu, yılışmaya başladı yine, sen dedim, Suç ve Cezayı okudun mu, hayır dedi, peki dedim öyleyse, biraz bahsettim. Orada borcu sıfırladım, rahatlamıştım.

 ...

Kocakarı seslendi. Kara kaşlı, kara gözlü, beyaz tenli bir kızdı gelen. Tanıştırdı. Tokalaşırken gözleri büyüyordu.. ıslak kirpikler, buğulu bakışlar, üzerinde salınan çiçekli elbisesi, ilik rengi, çatallaşan sesler, tazeliğin kokusu, ince bir parfüm zerafeti.. güler yüz, şehvet, ardından geçen saatler.. ağır bir koku...

Odalar boşaldı. Sabah mahmurluğuyla odada uçuşan kelebekler, koynuma yapışan bir kurtçuk, kurtçuğun ısırdığı yerde gittikçe büyüyen bir kırmızı, tutku, hırs, bağımlılık, gelecek... Düşümde kurtçuktan iki kelebek çıkıyor, yüreğim açılıyor, içine konuluyor. İki melek, iki omzumda.. ikisi de bana kopyam kadar benziyor. Seçim senin diyor kocakarı, kelebek için kurtçuğa razı olacaksın, melekler için kelebekleri seveceksin. Öldürürüm seni diyorum. Kelebekler de ölür diyor. Göğsümdeki kırmızı daha da büyüyor, koyulaşıyordu ki uyandım.

...

Telefona baktım, onlarca cevapsız arama, aradım annem.. baban çok hasta, çabuk gel. Hastane koridorları, yeşil başlı insanlar, gidip gelen kapılar, yoğun bakımlar.. Doktor dedi, kanser tüm vücuda yayılmış, yapacak bir şey yok. Bir umut da mı yok; onda, yüzde, milyonda, milyarda.. fark etmez, hiç birinde de mi, hayır maalesef..Geceler aktı, bacaklarım, kollarım, başım birbirine sarıldı. Cenaze, defin, ardından hayat.. Geri dönüş, annem ağlıyordu, uçağın penceresinden geçmiş gözümün buğusunda görünürken.

Otele gittim sonra, kağıtları uzattım, kabul dedim, kurtçuğu yuttum, içsularımı boşalttım. Yüreğim için, her şeyi terk ediyorum dedim, kelebeklerin geleceği için ölüyorum, uyuyorum.