Kadın bebek (!) Barbie 57 yaşında

Belirli ölçülere sahip, incecik, dar ebatlı, çoğunlukla sarışın, bazen de kumral bir genç kız. Yaşı 57. İsmi: Barbara’nın Kısaltılmış haliyle Barbie.

Ruth Handler tarafından tasarlanan Barbie, Ruth Handler kızı Barbara’nın kağıt bebekleriyle oynarken bebeklere yetişkin rolü vermekten keyif aldığını fark edince keşfetmiş bu ‘’sarışın bombayı.’’ Çocukluğunun yetişkin bireylerle geçirmeye maruz bırakılması onu daha sonra tüm dünyaya pazarlayacak kadın oyuncak Barbie’nin projesiyle tanıştıracaktı.

Barbie’nin öyküsü 1951 yılında başlamış ve sahneye ilk çıkışı New York’taki Amerikan Uluslararası Oyuncak Fuarında, 9 Mart 1959’da gerçekleşmişti. Bu tarih aynı zamanda Barbie’nin resmi doğum günü olarak da kayıtlarda yerini almıştır. Erkeklere yük olmayan aynı zamanda Barbie bebeğe nazaran daha mazlum takınan Lilli isimli bebeğin patent haklarını satın alan Ruth, piyasanın tek hakimi olma yolunda rakiplerini eritmeyi başarmıştı.

Takvim yaprakları 1970 yılını gösterdiğinde Barbie bebek artık bir plastik bebekten daha fazlasıydı. Artık o zihinlerden çıkıp çocukların yatak odalarına girmiş ‘’American Way Of Life’’ denilen Amerikan yaşam tarzının sosyoloji akımını tüm dünyaya saf zihinler üzerinden aktarmış olacaktı. Beklentiler üzerine toplumun sosyolojik çizgileriyle oynamayı seven Amerikan sistemi, kadına biçtiği değerler üzerinden tüketim toplumunun çizgilerini sinsice çizmeye başlamıştı.

Aslında Barbie 30 cm boyunda bir plastik bebek olmadığını ima ediyordu. Yaşam tarzı titizlikle hazırlanıyordu. Elbiseleri özenle seçilen Barbie, ünlü moda tasarımcısı Charlotte Johnson tarafından kombine ediliyordu. Problem çözme becerisi, zekası, yenilikçi fikirleri, yaptığı önemli işleri ya da fiziksel yetenekleri ön planda değildi. Hayat felsefesini giyinmek, yemek ve her zaman şık olmak algısına dayandırmıştı. Şık kombiniyle, daracık elbiseleriyle onu domates-biber taşırken bulamazdınız. Yerlere serilip bayram temizliği yapamaz, cam silemezdi. Hastalanmazdı ve hiçbir zaman detone görüntü vermezdi. Sadece bu noktaya takılıp kalmayalım İslami nazarlarımızı da çalıştıralım. Barbie namaz kılmayı bırak belki çoğu İslami hassasiyeti yerine getirecek tarzı ve inancı yoktu.

Kimliksizdi Barbie. Amerika’nın muhafazakar toplumu tarafından da reddedilmişti. Makyajlı asık depresif suratıyla ‘’selam’’ vermek belki de klişe bir davranıştı onun için. Aslında yapılan araştırmalar Barbie’nin bisiklete binemeyeceği, koşamayacağı, hatta dizlerini büküp oturamayacağını iddia ediyordu. Yapılan hesaplamalara göre Barbie’nin ayakta durabilmesi için altı inç bileklerle dört ayaklı olması gerekiyordu. İnce belinden anlaşılacağı üzere bağırsak sistemi alınmışa benziyordu. Safra kesesi ve karaciğeri normalin yarısı kadardı. El yapısındaki abartılı incelik ve işaret parmağındaki uzunluk aslında ev işlerini yapabilecek güç ve kuvvetten yoksun olduğunu gösteriyordu. İlk Barbie bebeğin üzerinde siyah beyaz zebra çizgili mayo ve imza gibi topuz şeklinde at kuyruğu vardı. Ayrıca tek tip değildi Barbie, sarışın ve kumral seçenekleri mevcuttu. Sırtüstü yatınca göz kapaklarını kapatan, karnına basınca feryat eden cinsten hiç değildi Barbie.

Çocukluğumuzun el yapımı yırtık bebekleriyle arkadaş bile olmazdı. Tuvalet masasına oturup süslenip püslenmeye, gardrop karşısına geçip soyunup giyinmeye bayılıyordu. Varsa yoksa makyaj, kıyafet, balo, parti... başka derdi yok gibiydi. Ne iş yaptığını, nerede okuduğunu bilmezdiniz. Sabah akşam soyup giydirebilir, banyoda yıkayıp saçını tarayabilir, aynı yastığa baş koyup yanak yanağa yatabilirdiniz. Elinde pek kitap görmezdiniz. Kimliksizdi. Ama şık ve güzeldi. Tabi güzelliği önce göreceliyken sonra görecesini kaybetmişti.

Barbie’nin bir çok kadının beden saygısına yapılan hakaret olarak algılanması geç sürmemişti. Araştırmalar Barbie ile çocukluğunu geçiren çoğu kadının fizik ölçülerinden memnun olmadığını gösteriyordu. Doğu toplumlarına göre Barbie üretimi farklı varyasyonları ile üretim pazarına sinmişti. Barbie’nin İslami hassasiyetten uzak görüntüsünün yabancı imajın temsilciliğinden başka bir anlam taşımıyordu. Çarşaflı Barbie, baş örtülü ama sarışın saçları görünen Barbie, makyajlı ama daha sessiz Barbie gibi çeşit çeşit seçeneklerle kılık değiştirerek tek tip yapısına yeni nefesler arıyordu.

40 yılında ne hikmete binaen bilinmiyor ama sağ üst dudağında bir benle atıldı ortaya. Tam bir et-but kültürü ile karşımıza dikilen insani ucube, iç çamaşırı olmadan geziniyor, haram-helal kavramlarını çiğnemeyi bırakalım özentiye dayalı batılı tasvirde markalaşıyordu. Aslında Allah’ın tecellisiyle vücuda gelen insanı kamil sıfatının semtinden çok uzak diyarlarda geziniyordu. Ama artık o tüm çocukların hayalini süslüyordu.

Görüntünün ve teşhirciliğin medeniyetine vurgu yapan batının samimiyet ve vicdan kavramlarıyla arası uzun zamandır bozuk ve problemli olagelen bir gerçek. Üretim araçlarının insafsızlığına mağlup gelen insani değerler ve dini hassasiyet bu sefer kendini plastik bebek üzerinden deformasyona uğratıyordu. Ötekileştirmenin ya da ezik hissettirmenin başka bir yolu olarak da algılayabileceğimiz bu oyuncak sadece bir birey olarak girmiyordu hayatımıza. Barbie; terlikleri, takıları, giyim ve makyaj malzemeleri ile beraber baş döndürücü hayat tarzını bize sunuyordu. Belki bu ikon, yıllar sonra hayatını varsa yoksa partiler, balolar, toplantılar, eğlence mekanları, vb. birçok ortamın adamı/kızı olma yoluna adayan genç kuşak için prototip olmanın yolunu gösteriyordu.

Barbie bebekte yapılan oransal değişmeler aslında batının kadın üzerindeki algısının sadece rakamsal boyutunu göstermekteydi. Barbie’nin oranları yıllara göre değişmiş ve incelik yarışına yeni yorumlamalar getirmiş hatta estetik operasyonların kadınlardaki özel anlamına varıncaya dek çoğu algıyı alt üst etmişti. Daha iyi olarak gösterilen vücut ölçülerine sığmayı amaçlayan bir çok kadının aslında Barbie bebeğin oranlarında olmayı bu bebekten habersiz istemeye başlamıştı. Gerçekten bir bebek olmaktan ziyade ‘’kadınlara’’ bebek sıfatını algılatmak için ortaya atılan kültür ürününden başka temsil ettiği bir değeri görünmüyordu. Batı toplumunun tüm dünyaya empoze ettiği yaşam tarzı ve hayat standardını tek bir çizgide temsil etme yeteneğine sahipti. Aslında Barbie yemesiyle içmesiyle hatta bakışlarıyla bile çocukların yetişkinlik hayallerine dokunuyordu. Artık genç kızlar o olmayı istiyor, erkekler de onunla olmayı arzuluyordu.

1977 yılında Barbie’nin yüzünde bir uzama fark edilir. Pembe elbisesiyle Barbie kadınların aktif hayata entegre sürecini simgelemeye başlar. Kayak yapmaya başlamış ve paten kaymayı öğrenmiştir. Batının kadın üzerinden pazarladığı bir çok ürünün izlerini artık Barbie’de görebilmekte hatta 25 farklı kombiniyle, 40 yıl sonra ülkemizde saçmalıklara alet olacak programlarının işaretlerini yaymaya başlamıştı. Bir yaşam tarzını anlatan bu plastik bebeğin yıllar sonra erkek arkadaşı olmuştur. İsmi ‘’Ken’’dir. Ken, gerçi iyi giyimli hoş bir çocuktu, ama yine de evlere pek sokulmadı. Barbi, sadece bizim olmalıydı. O eşsiz (!) güzelliğin kaslı bir tamamlayıcısı olmayı başarmıştı Ken. Barbie evli değildi ve çocukları olmayacaktı. O artık yaşlanmayacak ve özgürlük hayallerini evlilik ve çocukla kısıtlamayacaktı. Aile vurgusu ve sadakat algısını göremeyecektik. Sevgili olmayı, sevmeye yeğleyen arsız kültürel kodlar Barbie’de yerini bulacaktı.

Şirket daha sonraki yıllarda bir ilke imza atacak ve Barbie’lerin eskilerini getirenlere yenisiyle değiştirme imkanı tanıyacaktı. Piyasaya daha modern görünümlü yeni bir Barbie sürdüler ve eski bebeklerini geri getirenlere yeni bebeklerin düşük fiyattan verileceğini duyurdular. Bunun üzerine milyonlarca çocuk, yıllar yılı aynı yastıkta yanak yanağa uyuduğu Barbie'sini feda edip, yenisinin peşine düştü. 1978 yılında bir çok çocuğun hayallerini süsleyen Barbie’ artık kullan-at toplumu olan bizlerin ellerinde, yenileriyle kendini arzı endam edecekti. Tüketim toplumunun kullan-at söylemleriyle kulağı sağırlaşan çocukça kalpler, nesnelere vefa ahdiyle bağlanan hislerinden koparılacak ve kenarı süslemeli, oyalı mendillerin yenik düştüğü kağıt peçeteler gibi Barbie’de nesnelerle olan uzun süreli ilişki kuramayışımızın bir parçası haline gelecekti. Nesnelerden ziyade insani ilişkilerimiz de kullan-at kıskacına girecek ve değerini bilmediğimiz uzun süreli dostlukları, iletişiminin ucuzluğuna kurban edecektik. Barbie’nin plastik bir bebekten daha fazlasını bize anlatması gerekiyordu. Aslında tam burada, maruz kaldığımız küresel sistemin parçalarını neden filtreleyemediğimizi sorgulayabilir belki de yerelin öldürülmesiyle beraber küresel insafsızlığa terk edilmiş neslimizin davranış kalıplarını daha sağlam şekilde inceleyebiliriz.

1990’ların başlarında kadınlara yönelik tüm dünya genelinde giyim-kuşam akımına öncülük eden bir çok defileler, ilkbahar-yaz-sonbahar-kış kreasyonlarına varıncaya dek tüm stilistler Barbie’nin yaşam tarzıyla paralellik gösterecekti. Şirket bir milyarı aşkın satış rakamıyla her iki oyuncak bebekten biri olmayı başarmış, 7 farklı ten 22 ayrı göz rengi ve 24 değişik saç kesimiyle ‘’yerel düşün küresel davran’’ ilkesinin sosyolojik imgesi haline gelmişti. Farklı ülkelerdeki kültürel değerlere saygı(!) duyulmuş, var olan zorluklar pazarlama teknikleriyle ustaca aşılmış ve Barbie uzak doğu ve Afrika toplumlarına kadar ulaşmıştı.

Yapılan araştırmayla Barbie bebeklerin kadınların beden saygısı üzerinde yıkıcı tahribatlara sebep olduğu gerçeği artık haberlerden okunabilmekteydi. On binlerce kızın bıçak altında kaybettiği sadece güzelliği değil, belki de kültür ve değerlerine vurduğu arsız bir neşter darbesinin görünürdeki operasyonuydu. Özellikle son zamanlarda kadınlarda sık görülen bir çok yeme-içme hatta yiyememe hastalıklarının tetikleyicisi olan ‘’zayıflama’’ hedefleriyle bir çok kişi hayatını, hatta sağlıklı yaşamını kaybedecekti. Anoreksiya Nevroza dediğimiz bu hastalık ergenlikte genellikle de yetişkinlik dönemlerinde baş gösteren, çağımızın özenti ve görüntü uğruna icat edilmiş enteresan hastalıları arasında baş gösteriyordu.

Barbie’nin sosyo-kültürel etkilerini geniş çerçevede şimdi rahatça seyredebiliriz. Çizdiğimiz şekil biraz abartı gelebilir ama gerçekliği gün gibi aşikardır. Genç kızların vücut dengelerini küresel iktisadi sistemin nasıl kölesi haline getirildiğini görebiliriz. Vücut saygısının düşmesiyle beraber gelen özgüven kırıklığı ve kültür pazarıyla açılan her yeni icadın et-kemik odaklı çalışmasının ruh ve karakter saygısından daha fazla öne çıkarılmasının oluşturduğu tahribatı görebiliriz. İçimize yerleşen diyetisyen kültüründen tutunda makyaj endüstrisiyle beraber ablaların ellerinde dolaşan makyaj kataloglarına varıncaya dek sisteme nasılda entegre edilişimizi rahatlıkla izleyebiliriz. Zayıf olmak yolunda verilmiş abartılı savaşların beden mutsuzluğundan kaynaklı olması ve dışın içe galibiyetini simgeleyen güzellik yarışmaları, teşhircilik medeniyetinin ruh ve fazilet dünyasını nasılda yuttuğunu açıkça okuyabiliriz. Barbie’nin artık sadece oyuncak sepetlerinde durmadığını açtığımız her TV kanalı bize ayan beyan göstermektedir. Nefsin azdırılmasıyla beraber ruhun bağlanıp esir alındığını, karakter ve vicdanların ahir zaman dumanlarıyla nasıl felce uğratıldığını anlayabiliriz. Barbie bebek 57 yaşında ve bence öldürülmeyen her nefsin, yabancılaşmış her makyajlı suratın, depresyona yenilmiş her ruhun içinde gencecik aptal gülüşüyle bize ‘’merhaba’’ demeye devam etmektedir.

Abdullah Korkmaz

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.